OTORİTELERİN SORUMLULUĞU DA ESASTIR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Cuma günkü sohbetimizde "devlet bünyesindeki bazı sorumlulukları" dile getirmiştim.

Yani devlet otoritesi ne kadar önemliyse, otorite de omuzlarında taşıması gereken sorumlulukta o kadar önemlidir.

Özetlenmesi gereken sonuç şu;

Devlet, devletliğini yaptığı zaman hem otoritesini hükümran kılar, hem de sorumluluğunu.

Demek anlaşılan odur ki otoritenin hâkimiyeti=otoritenin sorumluluğuyla bütünleşir.

Devleti yöneten hiçbir otorite, devletin yasalarından, demokratik teamülden, düşünce ve inanç özgürlüğünden zerre kadar taviz veremediği gibi bir o kadar da bunları koruma altına alıp, ülkenin tüm güncel hayat akışlarının da sorumluluğunu üstlenmesi lazım.

Yalnız otorite hâkimiyeti deyip de mesuliyeti unutan, hiçbir yönetim uzun ömürlü olamaz, demokratik de olamaz, hukukun üstünlüğünü de taşıyamaz.

Ülkeleri yöneten devletler, devletleri temsil eden iktidarların hâkimiyeti ne ise sorumluluğu da odur.

Yalnız “Ben bu ülkenin, bu coğrafyanın, bu memleketin hâkimiyim” deyip de ezilen vatandaşları, çarçur edilen devlet bütçeleri, kol gezen rüşvet, yolsuzluk ve suiistimaller unutulup arka plana da atılamaz.

O zaman özde ve sözde noktasında çelişki söz konusu olur.

Ki o da ülke için bir yıkım tehlikesidir, badiredir, kargaşadır ve terördür.

Allah korusun! 

***

Bilindiği üzere, bizim inandığımız yüce İslam dininin anlayışı, inanan bir toplum için iki kelimeden ibarettir;

“Zafer ve Hezimet”

Bu iki kelime birbiriyle tarih boyu çarpışa gelmiştir.

Deyim yerindeyse biri diğerinin yakasını bırakmamıştır.

Ya “Zafer” gerçekleşmiş veya da tam tersine “Hezimet”.

“Zafer”; toplumu yöneten otoritelerin hâkimiyeti ve sorumluluğuyla gerçekleşmiştir.

“Hezimet” ise disiplinsizliği, vurdumduymazlığı veyahut kişisel rant ve çıkarın ön plana alınması veya mesuliyetsizlik ve sorumsuzluk sonucu gerçekleşmiştir.

“Zafer”; özellikle milletimizin, devletimizin, ülkemizin tarih boyu savaş meydanlarındaki vermiş olduğu mücadele inkâr edilmez gerçekler içerisindedir.

Zira o geçmiş ecdatlar, hep yola çıkarken “Şûra” denilen “Sağlam danışma mekanizmasını” kurarak yola çıkmışlardır.

Özellikle “Şûra” içinde bulunan üyeler, tümüyle ilimle, irfanla donatılmış, büyük deneyimlerden, tecrübelerden geçmiş ilim erbapları olmuştur.

Devlet büyüklerinden tut, askeri kumandanlara kadar ve halkın birlikteliğine kadar, büyük bir “Şûra” disipliniyle yürümüşler “Zaferden Zafere” at koşturmuşlardır.

Ama tam tersine bu anlatılan gerçek faktörlerin dışında “Şûra”sız, ehliyetsiz, kimliksiz, cahil-i mütearifane (kendini âlim bilen cahil) kimselerden teşekkül eden otoriteler, hiçbir zaman ümmetin ve toplumun davalarını “Zaferle” sonuçlandırmamışlar.

Bilakis “Hezimet”lerle karşı karşıya bırakılmıştır.

* * *

Yakın tarihimiz ve günümüze dek geçmişten gelen sıkıntılar olsun, mevcut şimdiki sıkıntılar olsun, hepsi anlattıklarımın tam tersi uygulamalarının neticesinde oluşmuştur.

Zira bilindiği gibi, Allah’ın tarih boyu geçmiş toplumlarda icra ettiği bir âdeti vardır.

Buna “Sünnetullah” denir.

Bu âdet ne ise günümüze dek hep süre gelmiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir.

Allah’ın bu değişmeyen kanunları orta yerde, toplumlara hep ders-i ibret olmuştur.

Evet.

Ehliyetli insanlardan müteşekkil olan “Şûra” (Danışma) unsuru; hiçbir zaman kulak arkası edilemez.

Otoriteler; iktidarlarını ehliyetli insanlarla kurarlarsa, partiler helâlını helal, haramını haram olarak bilen insanlardan teşkilatlarını oluştururlarsa, TBMM’ne veyahut Belediye Başkanlıklarına seçilen insanlar, o mazbut ve dürüst “Şûra”ların denetiminden geçirilirse, o zaman sorun kalmaz.

Zaten toplumun nabzı da bu yöndedir.

Hiçbir zaman toplumun güveni de o iktidara karşı sarsılmaz.

Halkın beklentileri de budur.

Ama tam tersine, başıboş, boşboğaz, rasgele konuşma edebiyatını öğrenmiş, ama beyni boş, kafası boş, kalbi karanlık, kişisel rant ön planda ve helal-haramı bilmeyen, “mal bulmuş mağribi” gibi insanlardan teşkilatlar kurulursa, o iktidarlar, o hükümetlerin geleceği “Zafer” değil, “Hezimet” olur.

Tarihten örnek alınırsa; geçmişimiz bize önemli, ibret dolu gerçekleri öğretecektir.

Ama geçmişi unutup da "at bakışıyla" önümüze bakarsak, geçici olarak bir yerlere gelsek dâhi, bırakın hedefe ulaşmayı, tam tersine büyük “Hezimet” ve “Rezalet”le karşı karşıya kalınır. 

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Fazla zamanınızı almayalım.

Ülkemizde, yıllardan beri yaşanmakta olan olumsuzlukların ana unsuru ve temel nedenlerinden birisi de yolsuzluktur, haram yemektir, kişisel rantı ön planda tutmaktır.

Bu da özellikle iktidarların bünyesinde oluşa gelmiştir.

Ne yazık ki günümüzde de aynı şekilde devam etmektedir.

Bir medya kuruluşu olarak, bizi ilgilendiren yalnızca bölgemiz değil, kentimiz değil, mahallemiz de değil.

Tüm yönüyle Türkiye’dir ve Türkiye’nin gerçekleridir ve bu gerçeklerin bir parçası da Güneydoğu’dur, en önemlisi de elbette ki Diyarbakır’dır.

Hep yazıyor-çiziyoruz.

Gelen-giden iktidarlar, önce halkın nabzına göre şerbet veriyorlar, sonra tam manasıyla iş başına geçtikten sonra, bir müddet halkın güveni paralelinde adım atarlar, sonra bakıyorsun ki herşey ters yüz edilmiştir.

Adam kayırma, yakınlarına iş bulma, milletvekillerinin firmalarına veyahut ortaklarının firmalarına iş verme, yapılan ihalelerin içinde dönen dolaplardan dolayı, yapılan kalitesiz imalatlar…

Tüm bu söylediklerimizin birer kanıtlayıcı delilleridir.

Elimizde bilgiler var, bulgular var, belgeler var.

Somut olarak görüntüler var.

İki aydan beri zaman zaman kamuoyunu ilgilendiren devletin bazı kurum ve kuruluşları bünyesinde oluşan olumsuzluklar var.

Halk bundan tedirgindir, endişelidir ve sıkıntılıdır.

Özellikle Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü olsun, DSİ 10. Bölge Müdürlüğü olsun, devletin en önemli iki kurumu.

Siyasiler Diyarbakır’a geldikleri zaman, ilk konaklamaları bu her iki kurumun misafirhanesi.

İzzet, ikram, hizmet o biçim.

Kuruş para harcanmaz, tamamıyla o kuruluşun misafirhanesi konuk ağırlama anlayışıyla karşılanır.

O Bölge Müdürlüklerinde yapılan yolsuzluklar, usulsüzlükler, olumsuzluklar had safhada.

Ama biz bunları söylediğimiz zaman, birilerinin işine gelmez, zıplar, nara atar ve hemen Savcılıklara gider veyahut Hukuk Mahkemelerine giderler.

Gitsinler.

Hiç pervamız yoktur.

Biz, milletimizin aşkıyla yola çıkıyoruz ve gerçekleri kamuoyunu aydınlatmak üzere bu önemli konuları dile getiriyoruz.

Ve bu yönde siyasileri de, özellikle iktidar partisinin milletvekillerini ve bakanlarını da uyarıyoruz.

Buradan Diyarbakır milletvekillerine sesleniyoruz.

İster muhalefet, ister iktidar.

Lütfen, bir heyet kurun!

Siz kurmazsanız, gerekirse vatandaş bunu yapar.

İşte, Diyarbakır'daki "çevre yollarının" hali.

Dökülüyor.

Evet, Kalitesiz malzeme ile yapılan bozuk imalatların tespiti için gerekirse yargıdan “Bilirkişi” heyetiyle tespit yapmak üzere bu işi vatandaş yapacaktır.

Vatandaşa sıra gelmeden, yargı mekanizmasının, bu söylediklerimizi bir suç duyurusu olarak algılayıp harekete geçmesi gerekir.

İnanın, daha iki ay geçmeden Karayollarında yapılan asfaltlama iki damla yağmurla yer yer çökmeye başladı.

Araçların o yolda zig zaglı süratleri, o yolda seyir eden her vatandaşın malumudur.

İşte otoritenin sorumluluğu buradan başlar.

“Devlet malı denizdir, yemeyen…” kabilinden, bu hazinenin içinde tüyü bitmemiş yetimin, yoksulun, dulun, mağdurun hakkı vardır, hukuku vardır.

Bu yetimin, yoksulun hakkı, üç beş tane “haram hur” yani helale aldırmayan bazı iş çevrelerine peşkeş ettirmek kamuoyunu rencide ediyor.

Herkesin gayretine dokunuyor.

İnsan, nerede olursa olsun böylesine acımasızlık, vurdumduymazlık taşımamalıdır.

İki ay önce yapılan yol imalatları, iki damla suya dayanamadı.

AK Parti hükümeti, gerçekten hepimizin güveniyle 12 seneden beri iktidardadır.

Ama rasgele parti tüzüğünün anlayışını bünyesinde taşımayan kadrolar, bu partiye hayır getirmez.

Medya olarak bu olumsuzlukların peşini bırakmayız.

Hakkın ve halkın, hakkını takip etmeye devam edeceğiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.