OTORİTENİN HÂKİMİYETİ ESASTIR! (III)

Evet, değerli okurlar.

Dünkü sohbetimizde çok önemli konuları işlemiştik.

Ve demiştik ki; “Devlet otoritesinin varlığı, esastır.”

Tabiatıyla, otoritenin toplumların yönetiminde söz sahibi olması ve ülkeyi; milletiyle, devletiyle, birlikteliğin korunması, muhafaza altına alınması, elbette ki devletin hükümranlığının temel felsefesi olmalıdır ve olmazsa olmazıdır.

Devlet, eğer gerçekten toplum arasında zig-zaglı bir siyaset alanına girerse, otoritesini elden kaçırırsa o ülke hiçbir zaman badirelerden kurtulma şansını yakalayamaz.

Onun için; “Devletin her alanda varlığı esastır” demiştik.

Güncel toplumsal hayat akışları içerisinde, devlet daima varlığını icraatlarıyla göstermelidir.

Yoksa toplumumuzun, ülkemizin, tarihi benliğini, ilkelerini, ana prensiplerini arka plana atıp da batıdan ithal edilmiş yasalarla ve bize uymayan batı felsefesinin zırhına bürünürse, hem de demokrasi, laik ve Kemalist anlayışı adına yola çıkıp da batı ahlakını bu ülkenin ve ümmetin her kesimine, halka rağmen halka enjekte etme çalışırsa, o ülke sahili selamete kavuşamaz.

Hiç de şans getirmez.

Hele hele barışı hiç sağlayamaz.

Çünkü birliktelik gücünü yitirmiştir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Osmanlının son döneminin Padişahı Ulu Hakan Sultan Abdülhamit, tam 33 yıl Osmanlıyı yönetti.

Yönetimdeki ana hedefi, devletin bünyesine kökleştirmek istediği felsefe Camia-i İslamiye düşüncesiydi.

Yani İslam ülkelerinin insanlarını bir arada tutup, devletin siyaset meydanına taşımasıydı.

Bu birliktelik ve beraberlikte, elbette ki tarihi bir ümmet anlayışı söz konusuydu.

Nitekim bu anlayış Osmanlının, devlet varlığını zirvelere tırmandırmıştı.

Bu fikrin, bu düşüncenin de gerçekleştirilebilinmesi için, özellikle batının haçlı anlayışını kafasına yerleştiren önemli kişileri hiçbir zaman devletin ve otoritenin kilit noktasında tutmamıştır.

Ve yer verilmesine de izin vermemiştir.

Onları tecerrüt edip uzaklaştırmakla bu birlikteliği sağlıyordu.

Onun tek hedefi, batıdan ithal edilmiş, batıl inançlar ve ideolojiler değil, Camia-i İslamiye düşüncesini devletin ve milletin bünyesine taşımaktı. Ve taşımaya çalışıyordu.

Elbette ki bunun altından çıkan gerçek de Uhuvvet-i İslamiye idi (İslam Kardeşliği).

Bu İslam kardeşliği, Çin’den, Hindistan’dan, Afrika ortalarına kadar ve deyim yerindeyse Çin Seddi’nden Adriyatik Denizine kadar, büyük bir İttihad-ı Ümmem-i İslamiye (İslam topluluklarının birleştirilmesi) söz konusuydu.

Zaman zaman İngilizlerin, Osmanlı devletinin bünyesine çengel atıp gizli ajanları yerleştirme politikasına rağmen, çok uyanık olan Sultan Abdülhamit, hiç de bunlara pabuç bırakmıyordu.

Ki 33 yıl boyunca Osmanlıyı yönetebilen bir devlet büyüğü oldu.

Otoritesini ve devlet hâkimiyetini toplumda esas kılıyordu.

Bu tarihi gerçeği A’dan Z’ye kadar burada anlatırsak, inanın ciltler lazım.

Bunu köşemize yerleştiremediğimize göre peyderpey örnekler getirerek, bu tarihi gerçekleri sizinle paylaşma ümidindeyiz.

Göreceğiz ki otoritenin hâkimiyeti, toplumun arasında nasıl esas olur ve nasıl gerçekleşir.

Ama tüm bu tarihi orijinal değerlerinden vazgeçen İslam ümmeti, kendi benliğiyle değil, kendi ahlakını, kendi tarihi kültürüyle değil, dışarıdan ithal edilmiş, boş anlayışlarla cebelleşiyor.

Ne hazindir ki; ülkenin ve devletin idaresini elinde tutanlar da "bu bağımlılık" içerisinde, İslami değerlerin dışında faaliyet göstermektedir.

Ki bu zihniyetleriyle ne ülke yönetilebilinir ne de toplum bir arada tutulabilinir.

Şuanda yaşadığımız hal; bu anlayışın ürünü olsa gerek.

* * *

Yaşanmakta olan çok çarpıcı bazı örnekleri buradan aktarmak istiyorum.

O zaman daha iyi anlaşılır oluruz?

Ülkemiz nasıl arkadan vuruluyor, milletimiz nasıl içten yıkılıyor?

Buyrun size somut deliller.

Çarşaflı üç-dört bayan.

Onları gölgeleyen açık bir bayanın resmi.

Türk bayrağına sarılarak 'çarşaflı kadınları gölgeleyip, küçük düşürme' cesareti sergilenmiş!

Evet, bir internet sayfasında yer alan görüntü.

Gerçekten üzücü ve vahim bir durum.

Tekstil markası olan büyük bir firma 2015 yılı takviminde "çarşaf giyen bayanlara" adeta hakaret edip, küçük düşürülmesi gayreti içerisinde olmuştur.

Ki bu tekstil firması da, ünlü ev tekstil markası Özdilek!

Kendilerince hazırlanan 2015 yılı takviminde "bu çirkinliği" pervasızca ortaya koymuşlar.

Toplumun tüm kesiminde tepki gören bir; aymazlık!

Bu karikatürize edilmiş resmin kaynağı da; milli eğitim camiasında sözde toplumu aydınlatan öğretmenler tarafından bu karikatürize edilmiş.

Ve firma diyor ki her ne kadar biz takvim katalogumuza bunu kapak olarak taşıdıysak da bizden kaynaklanmış değil, milli eğitim öğretmenleri tarafından yapılmıştır.

Çifte rezalet.

Doğrusu böyle bir milli eğitim camiası içerisinde böyle öğretmenlerin, bu hükümetin döneminde dahi varlığı söz konusuysa, o zaman vay bu milletin haline!

***

Nihayet!

Sosyal medyada "yükselen" tepki sesleri üzerine, firma tabiri caizse çark etti.

-"Kullanılan "çarşaflı bayanların" resmini, Milli Eğitim Müdürlüklerinin belirlediği öğretmenlerden oluşan jüri tarafından seçilmiş.

Kamuoyunun kırgınlığına vesile olmuş isek de özür dileriz." diyor.

Takvimin de, toplatıldığını söylüyor firma!

İşte bu hadise ve toplumun "hâkimiyet" gücünün etkisi; bir ders-i ibrettir.

Yani, devletin bünyesinde oluşmuş milli inanç ve ruhuna aykırı anlayışların hâkimiyeti varsa, varlığı geçerliyse, o devlet kendi milletiyle nasıl birlikteliğini koruyabilir ve milli irade hâkimiyetini nasıl sağlayabilir?

* * *

Evet, sevgili okurlar!

Bugünkü sohbetimizin ana hedefi; 11 Ocak 2015’teki Mekke-i Mükerreme’nin fethiyle ilgilidir.

Efendimiz (s.a.v), Medine’de devletini kurarken, Hicretin 8. yılında dönüp Mekke’ye girerken, çok büyük bir siyaset dehasıyla bu olayı gerçekleştirmiştir.

Hudeybiye’deki müşriklerle anlaşması neticesinde adeta mağlubiyeti kabul etmiş ve yapılan sözleşme neticesinde bir sene sonra Mekke’ye dönmüş ve Mekke’yi fethetmiştir.

Mekke-i Mükerreme’nin fethini 11 Ocak 630 senesinde böylece gerçekleştirmiştir.

Mekke şehri, Hz. Muhammed (s.a.v)’in dünyaya geldiği, çocukluğu ve gençliğini geçirdiği “Nübüvvet” (Peygamberlik) kitabının başlangıcıyla Medine’de son verilmiştir.

Ve tümüyle 23 yıl içerisinde indirilen Kur’an-ı Kerim, böylece tüm ayetleriyle tamamlanmıştır.

Ama hicretten 6 yıl sonra Müslümanlar Hz. Muhammed (s.a.v) ile umre yapmayı istemişlerdi, bu yüzden Peygamberimiz Kâbe’yi ziyaret etmek için hazırlanmalarını söylemiştir.

Hazırlıkların ardından Mekke’ye doğru yola çıkmıştır, amaçlarının barış olduğunu anlatmak için yanlarına sadece yolcu kılıcı almışlardır, savaş kılıcı değil.

Müşrikler buna rağmen, Müslümanları Mekke’ye almamak için karar almışlardı.

Zülhüleyfe mevkiinde ihrama giren ve umre için niyet eden Müslümanlara Efendimiz (s.a.v), “Kan dökülmesin” diye Mekkelilerle anlaşma yapacaklarını söylemiştir.

Böylece Hudeybiye anlaşması o zaman gerçekleşmiş, geri dönmüşler ve iki yıl içinde Mekke’yi fethedebilmişler, hem de barış içinde.

Müslüman ordusu 11 Ocak günü Hz. Resulullah (s.a.v)’in komutasında savaş için hazırlandı.

Zira Mekke müşrikleri vermiş oldukları sözlerine rağmen buna rıza göstermiyorlardı.

Böylece Efendimiz (s.a.v), orduyu dört kola ayırarak şu emri verdi:

“Size karşı koyulup, saldırılmadıkça kimseyle çarpışmaya girişmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeye yeltenmeyeceksiniz”

Resulullah (s.a.v)’in hareket emriyle “Fetih” suresi okunarak, Mekke’ye girilmiştir.

Halid Bin Velid’in komuta ettiği dördüncü kolun dışında diğer kollar herhangi bir direnişle karşılaşmamıştır.

Mekke fethinin sonrasındaki gelişmeler şöyle,

Bakınız, sevgili okurlar.

Büyük bir Peygamber, büyük bir barış dehası ve devlet siyaseti nasıl oluyor?

Resulullah (s.a.v), Mekke’ye kavgasız, çarpışmasız, kan dökülmeden giriyor.

Her şeyden evvel genel af ilan ediyor.

En büyük rakibi olan müşriklerin büyüklerinden Ebu Süfyan’a şöyle diyor;

"Kimseye dokunulmamıştır, ancak Kâbe’ye girerek o büyük kansız barışı sağlarken, büsbütün şehri müşriklerin eline teslim etmemiştir."

Devlet otoritesi esastır, demiş ve şöyle hareket etmiştir;

“Ey müşrikler!

Sizin önceki batıl inancınıza artık son verilmiştir.

Biz burada kardeşçe beraberlik gerçeğini taşıyacağız.

Mekke’de bulunan 360 tapınak olan putu İsra suresinin 81. ayetini okuyarak devirmiştir.

Yani; “Kad ca-el hakku ve zehe'kel batıl”

‘Hak geldi, batıl zail oldu’

Bundan sonra Müslümanlarla birlikte Kâbe’yi inançla tavaf etmiştir, fethin sonrasında da Kâbe’de ilk hutbeyi irat etmiştir.

Hutbede şu sözleri söylemiştir;

“Benim bugünkü durumum, sizin bugünkü durumunuz Hz. Yusuf’un kardeşlerine benziyor, ben de Yusuf’un kardeşlerine söylediği gibi, size diyorum ki bugün başa kalkma ve birilerine ayıplama getirme günü değildir.

Allah sizi bağışlasın, ben de bundan sonra sizinle aynı anlayış içerisinde yaşayacağım.

Hz. Yusuf da ona ihanet eden 11 kardeşine Mısır’da böyle söylüyor ve merhametini onların üzerine sağlıyor.

O rahmet ve şefkat peygamberi Mekke’ye girerken, “Yusuf” süresinin 92. ayetini okuyor;

“Bu gün, kınanıp, azarlanmayacaksınız. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”

“Ben de aynısını söylüyorum” diyerek hepiniz serbestiniz der.

Eski putperestlik anlayışının kırılmasıyla genel af çıkarır ve genel bir İslam kardeşliğini sağlar.

“Devletin ve otoritenin hâkimiyeti esastır” diye, bunu esas kılıyor ve gerçekleştiriyor.

İşte, bugünkü İslam dünyasının hali, özellikle Türkiye’mizin hali de orta yerde.

Batı dünyasından ithal edilmiş yanlış ve batıl demokrasi putuyla değil veya ırkçılık putperestliğiyle değil, ümmet ve İslam kardeşliğiyle otorite hâkimiyetini sağlamak üzere yepyeni bir genel affın çıkarılması, seçimlerden evvel Türkiye’de de yapılırsa, inanın bu ülkede terörün “T” harfi kalmaz.

Özellikle yıllardan beri yanlış bir politikayla PKK örgütü dâhil olmak üzere birçok terör örgütünün varlığı söz konusuysa, hepsine ırkçılığa dayalı sistemin olumsuzlukları neden olmuştur.

O yüce İslam Peygamberi Mekke’ye girerken genel affı ilan etmiş ve böylece putçuluğu da ortadan kaldırmıştır.

Eğer hükümetimiz “Barış Süreci”ni gerçek manada düşünüyorsa, herkesle el sıkışıp, kin, nefret duygularını toplumun her kesiminden kaldırıp, yepyeni bir kardeşlik eli yaratmak istiyorsa, genel bir affın gerçekleştirmesi esastır, devlet büyüklüğünün de göstergesidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.