REFORMLAR MÜKEMMEL!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde başlık olarak kullandığımız “Reformlar Mükemmel” cümlesini bugün tekrarlıyoruz.

Sohbet konumuzu daha detayıyla genişleterek, memleket gerçeklerini, olup bitenleri irdeleyerek paylaşmak istiyorum.

Elbette ki Cumhurbaşkanımız, bir devlet büyüğü olarak çok güzel şeyleri yapmaya çalışıyor..

Öyle ümit ediyoruz ki bu iyi niyet, iyi çaba, elbette ki ülkenin bölünmez bütünlüğüyle ilgilidir.

Milletin birlik ve beraberliğine ilişkindir...

Cumhurbaşkanımız bu minvalde, elinden geleni yapıyor..

Tavizsiz olarak da ilerliyor..

Bu hususta hiç kimsenin kuşkusu yok.

Hazin olun şudur ki, yüz yıldan beri ülkenin temeline dinamit gibi konulan bozuk ve inançsızlık sistemi, kendini hep diri tutuyor..

Ülkeyi ve milleti, çok büyük badirelere sürüklediği tartışılmazdır...

Bugün bile ülkeye patinaj yaptırtıyor..

Ki gelen giden iktidarlardan hiçbiri, bugünkü devletin başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi, “sistemin ürettiği” tabulara karşı samimi ve ihlaslı mücadele göstermemesine rağmen!...

Sistem, Erdoğan’a bile, direnç gösteriyor...

Doğrusu, Erdoğan’ın gösterdiği çabalar, iyi niyetler, daha önceden başlamış olsaydı...

Denir ya “zararın neresinden dönersen kardır” misali, ülke belki hal-i hazırdaki “sistemin ürettiği tabuların direnciyle” karşı karşıya gelmezdi...

Daha çabuk sorunlar çözüm bulmuş olurdu..

Fakat bakıyoruz ki “Heyhat!” demekten başka bir çare yok.

Zira ülkedeki insan potansiyeli her gün biraz daha kötülüğe sürükleniyor.

Ülkemizin ahlaken bozulması için önce ekonomiksel bir kargaşa yaratılmış.

Faizden tutun da tefeciliğe kadar...

Bankaların mezalimlerine kadar..

Yabancı paranın her gün biraz daha Türk parasına karşı fersah fersah değer almasına kadar..

Tüm bunlar, toplumsal tahribata neden olmaktadır..

Ve ülke bir türlü beklenen seviyeye gelemiyor...

Bu itibarla dünkü sohbetimizde de ifade ettiğimiz gibi üstün seviyeye tırmanan enflasyonu aşağı çekmek için, ekonomiksel sıkıntı içerisinde kıvranıp duran esnaf ve iş çevrelerine çare bulmak için 850 bin esnafı vergiden muaf tutmak üzere harekete geçilmesi, elbette ki her babayiğidin kârı değildir.

Yürek ister, cesaret ister.

Tabi devletin güzel ve iyi niyetli girişimine rağmen elbette kötü niyetli insanlar bunu istismar edebilir.

Ama azınlıkta kalırlar diye düşünüyoruz.

Evet, Türkiye’nin sorunu yalnızca bu değil ki?

Türkiye’nin sorunu gelinen aşama itibariyle “toplumsal çürümedir?”..

Çünkü Aile mefhumu kalmadı.

Toplumsal bir ahlaki çürümeyle karşı karşıya kalan ülke insanı, bir türlü kendine çıkış yolu bulamıyor.

Günlük yazılı medya ile TV ekranlarına bakıldığında, ibretler saçan olayları okuyoruz, izliyoruz.

Manevi bir deprem gibi toplum arasında yaşanan yıkıcı sarsıntıların varlığı inkâr edilemez.

Kargaşa, terör, soygun, yol kesme, iş yeri basma ve silahlı çatışma..

Malatya’da gerçekleşen olay…

Bir lise öğrencisi kaşla göz arasında babasını öldürüyor ve sahte oyunla kendine okula gitme süsünü veriyor.

Tüm bunların bir türlü ardı arkası kesilmiyor.

Hiç kuşkusuz ki yüce Allah’ın yarattığı insanlar ve insanların bünyesine yakışır fıtrat ve yaradılış kanunu, Kur’an-ı Kerimdir...

İnsanlar ilahi fıtrat paralelinde yaşadıkları müddetçe o ülke, o millet, o devlet uzun ömürlü olur.

Yıkıcı bir hal yaşamaz..

Sürekli gelişen, büyüyen, birlik ve dirlik içerisinde, huzuru, güveni, istikrarı yakalayıp yaşar!

Lakin, O fıtrat kanununun dışına çıkan ve insanların getirmiş olduğu yasalarla, hazırlanmış olunan sözde ilke ve prensipler, daha doğrusu milletin ahlaki değerlerine aykırı olup batı dünyasından ithal edilen değerlerle ülke insanı tanışıp yaşarsa, o zaman Cumhurbaşkanı ne kadar iyi niyet gösterirse göstersin; çöküş kaçınılmazdır!

83 milyonu adalet terazisinin kefesine koyarsa, yani adalet ve hukuk mefhumunu ne kadar dağıtmak isterse istesin, ne kadar demokratik sistem denirse densin; “huzur ve güven, istikrar” sağlanamaz!…

Çok kirli olaylar söz konusudur.

Toplumda can alıcı hadiselerin varlığı tartışılmazdır...

Tüyler ürperten ahlak dışı kirlenmeler...

Say da say bitmiyor..

Bizim acizane burada söylemek istediğimiz gerçek şudur...

Ki onu da bize ifade eden, yüce Kur’an-ı Kerim’in “Rum” suresinin 30. Ayetidir..

Bakınız, ayetin meali aynen şöyle...

 “Sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yönünü, istikametini tevhid dinine çevir. Allah'ın insan bünyesinde nakşettiği fıtrata uygun davran ki Allah'ın yarattığında bir bozulma meydana gelmiş olmasın! İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Ayette geçen "Hanif" terimi, "doğru hedefe yöneldi" anlamındaki "hanefe" fiilinden türetilmiş olup, İslam öncesinde tevhidi bir muhtevaya sahipti ve günahtan, dünyevi zevklerden ve bütün şüpheli inançlardan, özellikle de puta tapıcılıktan uzak duran bir insanı tanımlamak için kullanılırdı.

"İnsanın fıtratına uygun davranması" ise tevhide yönelmesi demektir. Fıtrat, insanın doğru ile yanlış arasında ayrım yapabilmesine ve böylece Allah'ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkân veren, doğuştan edindiği sezgisel yeteneği ifade eder. İnsan yaratılışı gereği bu yeteneklerini kullanarak inanmaya ve inandıklarına göre hayatını düzene koymaya muhtaç bir varlıktır.

* * *

İşte sevgili okurlar.

Buyurun beraber bu ilahi gerçeği okuyalım, dinleyelim ve onunla yaşayalım.

Bu hitap direkt olarak Hz. Peygamber (S.A.V)’e ilahi bir hitaptır.

Onun şahsiyetinde elbette ki inanan tüm ümmete yönelik bir ilahi gerçektir.

Toplum, bu gerçekten saptığı müddetçe devlet ne kadar iyi niyetini gösterirse göstersin, ne kadar maddi çaba gösterirse göstersin…

Bir yere kadar giderse de yine döner, yine döner, yine döner, kötü kargaşalarla karşı karşıya kalmaktan kendini kurtaramaz.

Bize göre toplumsal olarak “Tin” suresinin 4. Ve 5. Ayetini hiç kulak ardı etmememiz gerekir.

Zira o yüce ilahi hitap, tüm beşeriyete hitaptır.

Ayet mealen şöyle diyor;

“Biz, insanı en güzel şekil ve en mükemmel kıvamda yarattık. Sonra onu, (inkâr ve isyan edince) dünyada aşağıların aşağısına çevirdik. Cehennemde ise en derin çukura yuvarladık”

Bu ifadeyle bizi uyaran o yüce ilahi güce inanarak bağlı bulunmamız gerekir.

Aksi takdirde gerçekten “beşer şaşar” diyorlar ya, bir de hidayet kaynağı olan inandığımız yüce Kur’an gerçeğinden saptıkça sapan bir toplumun nereye gideceği elbette ki meçhulümüzdür.

Yüce Allah encamımızı hayreylesin demekten başka çaremiz de yok.

Bakınız, sevgili dostlar.

Dün Diyarbakır Söz Gazetesinin birinci sayfasında çok ibret verici bir haber okuduk.

Haber aynen şöyle;

“OTELDE CİNAYET”

Aslında Türkiye çapında örnekler çok ama bizim bulunduğumuz yörenin ibretli halini buraya alıyoruz.

Ve buna karşı kamuoyu diyor ki böyle bir sarsıntı yaratan sıkıntılı saldırıya karşı devlet nerede, polis nerede demekten başka bir şey görünmüyor.

“Otelde cinayet” dedik.

“Sur ilçesindeki bir otelde çıkan silahlı kavgada bir kişi öldü, üç kişi de yaralandı.”

Evet, bu otel şehrin göbeğinde olan bir yer.

Bu saldırı yol kesen PKK eşkıyaları değil.

Bu şehrin içinde başıboş dolaşan bir uyuşturucu mafyası veyahut intikam durumu mudur?

Veyahut sadece keyfi olarak parasız kalmış rastgele avare bir çete işi mi?

Her ne olursa olsun…

Aynı saatte iki defa olay meydana geliyor.

Ne yazık ki orada polis yok.

Evet, haber aynen şöyle devam ediyor.

“Cinayetle sonuçlanan olay, önceki gün merkez Sur ilçesindeki City otelinde yaşandı.

İddiaya göre gece geç saatlerde otele gelen üç kişi resepsiyondaki görevliyle tartıştı, tartışma kısa sürede kavgaya dönüştü.

Resepsiyoncuyla kavga eden kişiler otelin camlarını kırdıktan sonra ayrıldılar.

Olayı haber alan otel sahibinin iş yerine gelmesinden sonra kavga edenler yine geri gelince olay silahlı çatışmaya dönüştü.

Olayda Cengiz Akgün başından vurularak hayatını kaybetti, 3 kişi de yaralandı.”

Peki, bu olayda polis nerede?

Bu soru akla gelmez mi sevgili dostlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.