TÜRKİYE SORUNLAR DİYARI MI? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre her zaman bu köşede sizinle yaptığımız sohbetler, elbette ki toplumumuzu, milletimizi, ümmetimizi, devletimizi, gelen giden hükümetlerimizi ilgilendiren mevzular olmuştur...

Toplumsal olarak yaşanmakta olan günlük olayları mercek altına aldığımızda her gün biraz daha vahimleşen veya vahimleştirilen olaylarla yüz yüze geliyoruz!?..

Vahimleşen veya vahimleştirilen olayların kaynağı, çıkış noktaları nereden kaynaklanıyor, nasıl oluşuyor veya oluşturuluyor sorusuna yanıt aradığımızda, ne hazin ki tablo değişmiyor?

“Hukuk dışılık?”..

Somut olarak parmağınızı bastığınız kötülüklerin kaynağı olarak, huzurunuza antidemokratik hukuk dışı uygulamalar gelmektedir...

Vahim olan da toplumun bünyesine yerleştirilmiş halidir.

Bunun da sebeb-i mucibesi, yani kötülüklerin anası da; içkidir, kumardır, fuhuştur, faizdir, uyuşturucudur..

Ve tabi ki cehalettir, inançsızlıktır.

Hepsinin başını çeken de bozuk siyasettir ve politik oyunlardır.

***

Yüzde 99’u inanan bir toplumun düşüncesine, inanç mefkûresine konulan bir ipotek vardır...

Yüz yıldan beri kendini idame ediyor o ipotek...

Lakin kültürünü, tarihini tersyüz eden, inancını yasaklayan, aba ecdadının örf, adet, gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp batılılaşma sevdasına sokulan bir millet dizayn ettiler...

İman nokta-i nazarında rotasını kaybeden bir milletin bu hale düşmesi kaçınılmazdır.

Revaç bulan da hukuksuzluk maceralarıdır.

İcra eden de politikalardır ve onu uygulayan siyasilerdir...

***

Bir buçuk yıldan beri “Pandemi” esareti altında bulunuyoruz...

Büyük bir facia yaşanıyor..

Amma velâkin, Devlet, yani kamu kurum ve kuruluşları nerdeyse günlük işleri yapmaz hale geldi...

İş yapmıyor, işi azaltmada...

Vatandaşın günlük ihtiyaçlarını yerine getirmede imtina ediliyor...

Bir boş vermişlik, bir keyfiyet var...

Böylesi bir hal, görmezlikten gelinemez.

Halk; devletten beklentilerini bulamadığı gibi,  her geçen gün daha büyük mağduriyetlere sürüklenmektedir...

***

Her gün yazıyoruz çiziyoruz.

Hindistan’daki Sağır Sultan dahi bildiği halde, bizim siyasetin kulağı sağır, gözü engelli, dili lal.

Çünkü toplumun inandığı ve bel bağladığı yüce İslam dinini anlatan yüce Kur’an’ın hükümleri, yıllar yalıdır adeta tozlu raflara kaldırılmış durumda...

Her gün biraz daha Allah’ın yüce değeri olan kelamullahın hükümleri topluma unutturuluyor?..

Gençlik her an için biraz daha dinden uzaklaştırılma tehlikesiyle karşı karşıyadır…

Kur’anda geçen menhiyat ve münkerat olarak bilinen yasaklanması gereken her şeye meşruiyet verilmiştir.

Kanunlar kifayetsiz.

Tüm bunlara rağmen politikanın buna göz yumması apayrı bir tehlikedir.

Niye göz yumuyorlar?

Zira seçimler var.

Yozlaştırılmış, ilahi inançtan uzaklaştırılmış bir toplumun bam teline dokunulduğu zaman, seçimleri kaybetmesi söz konusu.

Onun için “demokrasiye dokunmayalım” anlayışıyla bu memleketin geleceği oldukça karartılmaktadır.

Bu zifiri karanlık içerisinde yaşayan toplum, geleceğini nasıl belirleyecek?

Kendine nasıl çare bulacak?

Doğrusu meçhulümüzdür.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de ısrarla üzerinde durduğumuz hukukun üstünlük anlayışıydı.

“Devletin temel dayanağı hukuktur ve adalettir” anlayışıyla yola çıkmak gerekir demiştik.

Uzun uzadıya da yazmıştık.

Nitekim Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ve HSK üyelerine seslenmiştik.

Uyarma bakımından öncelikle yargı sistemini ve iş mahkemelerindeki yapılan şablonlaştırılmış yargılama şeklini dile getirmiştik.

İş kanununun hukuksal bir kanun olmadığını, iş mahkemelerinin şablonlaştırılmış dayanaksız  ve gerçekten uzak gerekçeli kararlarıyla işverenleri büyük çapta mağdur ettiğini belirtmiştik.

Bundan dolayı özellikle bu iş kanununa Adalet Bakanlığının el atmasını ve yapılan yargılamalardaki birçok dosyalarda rant peşine düşen bazı baroların bünyesindeki rantiyeci lobinin yargıyı ve devletin hâkimlerini yanıltıcı bir şekilde “bilirkişi” sektörüyle işbirliği yaparak haksız yere kazanç sağladıklarını kaleme almıştık.

Ve bu şekilde Bakanlığı uyarmıştık.

Aynı uyarımız devam etmektedir..

Bugün de aynısını tekrar ediyoruz ve diyoruz ki;

Bu İş Kanunu sadece ve sadece politik oyunlara ve ideolojiye yönelik yapılmış bir yasadır, mahkemelerin, hâkimlerin, adaletin yansızlığını ve bağımsızlığını gölgeleyen bir haldir.

Buna devam edeceğiz.

Peşini bırakmayacağız.

“Hani adalet?” diyerek de kendimizi sorgulamaktayız.

Bu şekilde devam ederken, yani Türkiye’deki ve özellikle Diyarbakır’daki bazı iş mahkemelerinin, rantiyeci avukatlık lobisiyle bazı bilirkişi sektörü, sektör diyorum, zira bilirkişiler de kesinlikle parayla çalışıyorlar.

Yani kim daha fazla para verirse rapor o şekilde tanzim ediliyor.. Bu anlayış şuan için hâkim...

* * *

Dahası.

Dünkü SÖZ Gazetesinin sürmanşetinde bunu kaleme almıştık.

Yine SÖZ Gazetesinin dünkü birinci sayfasında daha çok ibret veren, daha ilginç haberler vardı.

O haberlerden birini sizinle paylaşmadan geçmek istemiyoruz.

Büyük puntolarla yazılan manşet haber...

“FUHŞİYAT SORUNU ENGELLENMELİDİR”

Diyarbakır başta olmak üzere bölgede artan fuhşiyat, kent sakinlerini rahatsız ederken bölge alimleri bu manevi sorunun bireysel değil, toplumsal olduğuna dikkat çekiyor.

Bu haberin hemen altında çerçeveye alınan;

“KÜBRAYI KİM, NEDEN VURDU?” başlıklı ve bir hanım kızın da fotoğrafının yer aldığı haber doğrusu çok dikkat çekiyor.

Haberi özetlemek gerekirse şöyle;

“Diyarbakır’da 21 yaşındaki Kübra E. Marketten ekmek alıp dönerken kimliği belirsiz kişinin saldırısına uğradı. İki dişi kırılan, sağ el bileği çıkan Kübra E. darp raporu alıp şikâyetçi oldu.

Olay sırasında üzerinde eşofman bulunduğunu belirten Kübra E. kıyafeti nedeniyle saldırıya uğradığını iddia etmesi ise dikkat çekti.”

Ve daha neler neler.

“AİLE BOZULURSA TOPLUM BOZULUR” başlıklı ve yine genç bir hanımefendinin resminin yer aldığı haber şöyle;

“Sağlıksız ailelerin varlığının sağlıksız toplumu oluşturduğunu ifade eden Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Nurten Elkin, ‘Ailelerin sağlığının bozulması tüm toplumun sağlığının bozulması anlamına geliyor’ dedi.”

Tabi bu haber de çok önemli.

Hem maddi hem manevi toplumsal bir sorun elbette.

Ama tüm bu sorunların kaynağı, kesinlikle ve kesinlikle sistemdir.

Yanlış politikadır.

Seküler ve Kemalist bir anlayışın hâkimiyetidir.

Türkiye hala da kendini tek parti şeflik ve dipçik hegemonyasından kurtaramamıştır.

Keza 28 Şubat’ın hâkimiyetiyle devletin bünyesini saran ve sarsan Atatürkçü olarak geçinen masonik kafaların ve bazı yazarçizerlerin, devleti, hükümeti, yasaları yanıltarak tüm olayları tersyüz etme hâkimiyetinin varlığı söz konusudur.

Bizde açık gönüllülükle bunu siz değerli okurlarımızla paylaşıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.