YENİDEN SEÇİM HAREKETİ!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre iki gün önce Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da işaret ettiği gibi, Türkiye yeniden bir seçim hareketine girmiş durumda.

7 Haziran’daki seçim neticesi, ülkeyi koalisyon hareketine sürükledi.

Fakat ne yazık ki partiler arasındaki diyalog bir türlü gerçekleştirilemedi.

O günden bugüne kadar Türkiye yeniden bir muamma hareketiyle karşı karşıya.

Seçim tarihini 1 Kasım olarak belirleyen Cumhurbaşkanı’nın elbette bildiği bir şey vardır.

Ki takdir onundur.

Yeniden bir seçim atmosferine giren Türkiye’de, inşallah mevcut olan terör sorunları bu harekete mani olmaz.

Mani olsa dahi öyle inanıyoruz ki devlet üstün elini kullanacaktır.

Ama ne olursa olsun, olan ülkeye olur.

Türkiye’de terör odakları; Anadolu evlatlarını adeta bir figüre malzemesi olarak kullanıyor ve sermayesiz, masrafsız bir harcamayla…

Yani insan kanıyla beslenen devletin derin yapısı bundan zevk alıyor.

Yıllardan beri devletin bünyesindeki derin yapı, terörü hortlatıyor, her tarafı terörize etmeye yelteniyor ve kimse bunun farkında bile değil.

Zira neredeyse 60–70 seneden beri değişik versiyonlarla Anadolu insanının karşısına çıkan terör unsurlarının varlığı kesinlikle tek taraflı değil, çift taraflıdır.

Oluşan odaklar terör saçıyorsa, mutlaka dayandıkları bir odak var.

O da devletin bünyesindeki derin yapıdır.

Gelen giden iktidarlar, toplumdan almış olduğu emanet oyları yerli yerinde kullanamıyor.

Ya beceremiyorlar veya yanlış yönlere yönlendiriliyorlar.

Devlet büyükleri aldanıyor, hedefini tespit edemiyor.

Ve milletten almış olduğu oy emaneti “hebaen mensura” havada uçuşuyor.

Olan yine bu millete oluyor.

Çünkü tefrika, bölünme, parçalanma; tamamıyla dıştan gelen ve devletin derinine sızdırılan bir ırkçılık taassubunun neticesidir.

Yeryüzünde fesat çıkarmanın değişik yollardan uygulama şekli, parlamentonun halktan almış olduğu emanet bir nevi hıyanete sürükleniyor.

Emanete hıyanet, ülkeyi sarsıyor ve ciddi bir şekilde bozgunculuğa, karıştırmağa doğru sürüklüyor.

 

* * *

 

Gerçekten, eman ve iman denilen iki kavram var.

Birisi emanettir; halkı emniyet içinde yaşatıp toplumsal huzurun sağlanmasıdır.

İkincisi de; bu görevi yaparken, imanın kalplerde ihlâsla yeşermesiyle olur.

Bu her iki kutsal kavramın da Kur’anın nurlu sofrasından alınması gerekir.

Kur’anın bereketli sofrası etrafında oturup diz çökmeyen öğrenci, yani millet, o öğrenim görevini elde etmesi gerekirken, tam tersine başka yollara yelteniyor.

İhlâs ve irşat yoluyla değil, ırkçılığın kör taassubuyla fesat ve bozgunculuk yerine sokuluyor.

Ve Allah’ın insanlığa göndermiş olduğu emanete hıyanet edilmiş olunuyor.

O emanet ki Allahû Teâla bizatihi “Ahzab” suresinin 72. ayetinde şöyle buyuruyor;

“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahil bir varlıktır”

Allahû Teâla, bu ayeti kerimenin yüce mealiyle insanlığı cüretkâr, ama beceriksiz bir yaratık olarak vasıflandırıyor.

Ne yazık ki insan Şems suresinin 10. ayetine de mazhar oluyor ve kendini ondan da kurtaramıyor.

Evet, Şems suresinin 10. ayeti mealen şöyle;

“Ve kim, onun (nefsinin) kusurlarını örtmeye çalıştıysa (nefsini tezkiye etmemiş ise) hüsrana uğramıştır”

Yani nefsinin desiselerine mağlup düşen her insan, kesinlikle hıyanet ve hüsran içine girmekten kendini kurtaramaz.

İnsanların fıtrat karakteri dışına çıkıp, cesurca o yüce Allah’ın tevdi ettiği emanete hıyanet ederse, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük eder ve kötü oluşumlara maruz kalır ve kendini bir türlü sırat-i müstakim denilen doğru yola taşıyamaz.

Tamamıyla bozgunculuk, fesat ve yanlışlıklarla karşı karşıya kalmaktan kurtulamaz.

Allahû Teâlâ, insanları emaneti omuzlarına taşımakla imtihan ediyor, kabiliyet, istidat ve kemalatını deniyor.

Bakıyor ki insanlık nereye kadar o emanete sahip çıkma görevini yerine getirecek?

Bunlar tamamıyla Allah’ın vazgeçilmez kanunları ve âdetleridir.

Olmazsa olmazıdır.

 

* * *

 

Düşünün, sevgili okurlar.

Yüce İslam dini insanları kutsal emanet sıfatıyla donatmayı emrediyor.

Ve insanın bir adının da güvenilir mahluk olduğunu ayetle tarif ediyor.

Ama emaneti omzuna alan insanlar ve hakkıyla emanete hıyanetlik yapmadan o imtihandan geçen insanlar, fıtrat kanunu paralelinde donatılmış, gerçek bir insan karakterine sahiptir.

Eğer bunu bünyesine taşımıyorsa, münharif, sapkın bir hain yaratık olmaktan kendini kurtaramaz.

O hain, Allah’ın gerçek yolunu tanımıyor ve isyankâr oluyor.

Oysaki mensubu bulunduğumuz yüce İslam dini, her alanda bulunan insanların omuzlarına yüklediği emaneti bir insan olarak taşıma hükmünü veriyor.

Ve yine aynı paralelde hükümler gereği Nisa Suresinin 58. ayeti de şöyle buyuruyor;

“Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir”

İster parlamenter, ister çoban, ister toplumsal değerleri topluma götüren insanlar olsun…

Bu emanet değerini hakkıyla taşımayıp da insanlar arasında adaleti, huzuru uygulamıyorsa, o insan kesinlikle ayetin mefhumu muhalifinden anlaşıldığı gibi, karakter ve yaradılış kanunlarıyla ters düşmüştür.

Örneğin; Endülüslü İmam-ı Kurtibi kendi tefsirinde şöyle diyor;

“Bu ayet tüm Kur’an hükümlerinin ana kaynağıdır ve ana dayanağıdır.

Dinin tüm gerçeklerini ve şeriatın tüm kural ve kaidelerini bünyesinde taşıyan bir ayet olduğu için, bu emanet mefhumuyla ters düşen insanlar, ne yazık ki hukuk dışı, ahlak dışı bir hıyanetten kendini kurtaramıyor”

Zira dinin hüküm koymuş olduğu emanete hıyanet eden, hem hukuka, hem dini emanetlere, hem ilim ve hakkaniyete vs. gibi Allah’ın vermiş olduğu tüm nimetlere karşı çıkmadır ve emanetini yerinde kullanmama şeklidir ki bu da hıyanetin ta kendisidir.

Allah hepimizi bu ayetin tehdidinden muhafaza eylesin.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye yeniden bir seçim tekrarını yaşıyorsa da bize göre bu da bir çare değildir.

Zira mevcut sistem, mevcut rejim, mevcut düzen, her şeyi insanın elinden almış.

İnsanlar kendi insiyatifi ve özgürlüğü paralelinde değil, güdümlü bir varlık olarak siyaset yapıyorsa, hiçbir zaman emanetine sahip çıkamıyor demektir.

Seçimlerin temel esprisi ve ana hedefi; gerçek manada toplumun içindeki seçkin insanların milli görevi, adalet ve hukuk perspektifinde yerine getirip, toplumu huzur ve barışa götürmektir.

Eğer bu yapılmıyorsa ki bugüne kadar yapılamamıştır.

Ülkemiz; hep siyasi yanlışlarla, karşı karşıya kalmış bir ülke olma hasebiyle, ne yazık ki kendini ansızın terörün pençesine düşürmüş durumdadır.

Bundan sonra yapılabilecek pek bir şey olduğuna da inanmıyoruz.

Ama yine de Allah’tan ümit kesilmez.

İster muhalefet olsun, ister iktidar olsun, keşke uyanık bir ruhla harekete geçilseydi.

Özellikle AK Parti’nin, halkın 13 seneden beri seçmiş olduğu bir parti olma hasebiyle daha dikkatli olması lazım.

Vicdanen batmış, şahsi çıkar ve rantlardan kendini kurtaramayan nice ehliyetsiz insanları her zaman olduğu gibi bu sefer de aynı maceraya sürüklerse, nedamet ve pişmanlık daha kötü olur ve bir daha da bu parti kendini halka inandıramaz.

Keşke denenmiş insanlar, artık parti büyüklerinin yakalarından ellerini çekmiş olsaydı.

Keşke bu partinin yetkili ve etkili organları böylesine şaibeli insanlara bırakılmamış olsaydı.

Yıllardan beri partinin bünyesinde olup da kendilerini şaibelerden, ranttan kurtaramıyorlarsa, bize göre bu son raund’dur.

AK Parti, halkın emanetini taşıyabilecek gerçek bir emanetçi olmaktan uzak düşebilir.

En derin saygı ve sevgilerimle.