“KULAKTAKİ PAMUĞU ÇIKAR, HALKA ADALETİNİ GÖSTER/YOKSA O BÜYÜK ADALET GÜNÜ AÇIKTA KALIRSIN” (II)

Sohbet serimize, dünden devam diyoruz!.. Mevzu elbette ki “Adalet ve Hukuk..” Yani, “hukukun temel ilkeleri..” Mevcut Adalet mekanizması ve Anayasanın dibacesinde “edindiği yer ve işleyiş” ölçüsü, adil mi” diye sorsak? Ya da Milli ve yerli olmakla beraber, maneviyat dozajı, toplumun temel değerleriyle örtüşüyor mu? Ne yazık ki verilebilinecek sağlıklı bir cevap olmadığı gibi, arıza-i durum yüksek bir tahribat içerisinde kendini idame ediyor…

***

Dünkü sohbetimizin genel muhtevası Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Sayın Zühtü Arslan’ın, AYM Üyeliğine seçilen Hakim Muhterem İnce’nin yemin töreninde yaptığı konuşmanın içeriğini kapsıyordu.. Ve konuşmadan bazı alıntıları sizlere aktarmıştık.. Hiç kuşkusuz ki yazı başlığından da anlaşıldığı gibi, bir toplumun “bütünlük” içerisinde var olabilmesi, iman ve inanç gerçeğine olan bağlılığıyla mümkün.. Geçmişini bilmeli, tarihine, kültürüne, medeniyetine aba ecdadının yaşam biçimiyle; kendini idame etmelidir…

***

Çünkü, tarihine ve köklü geçmişine, iman ve inanç noktasında yerli ve milli duygularını erozyona uğratmadan, orijinal, günümüz tanımıyla “organik” bir bağlılığa sahip olmayan sistemlerin “varlığı” her daim risklidir, tehlike üreticidir, kendi özüne “düşman” olur.. Zaman sürecinde benlik kaybıyla, o sistem tümüyle “güdümlü” hale gelir.. Daha açık ifadeyle, emperyalistlerin, Siyonistlerin mandacısı olur.

***

Son 1,5 asırlık zaman dilimine baktığımızda Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğu devletçiklerinin bilaistisna hepsi, emperyalist güçlerin plan ve projelerinin doğrultusunda idare edilen, onların nam-ı hesabına yönetimleri ellerinde tutan sistemlerin varlığı söz konusu.. Ki kimse bu tarihi tespiti inkar edemez.. İşte, hal-i durumumuz!…

***

Hep ifade ediyorum, bir kez daha aktarmak istiyorum.. Tarihi gerçeklerine dayanan ve o yolun yolcusu olan bir toplum, eğer ki ansızın, kaşla-göz arasında üretilen bir sistemle rotasından çıkarılıyorsa.. O tarihi gerçekleri göz ardı edip, bu millete yeni bir tarih biçmek, sanki 1923’ten itibaren Türkiye’nin bir tarihi kimliği var gibi göstermek, kabulü mümkün değildir.. Hiçbir vicdan, hiçbir adalet, hiçbir hukuk nizamı bunu bünyesine almaz, sığdırmaz, kendini çatı yapmaz!

***

Zira bu toprakların tarihi bugün değil, 1,5 asır öncesi değil, 1071’lere dayanıyor.. Daha da ötesi var.. Çok önemli bir tarihi mirasa sahip olan bu millet, dar bir kafese sokulamaz.. Sekülar bir anlayışın dayatmasıyla toplumun yönü tarihinden saptırılamaz.. Yön değiştirilemez, sömürgeci vesayetçi anlayışların “biat” edicisi yapılamaz… Ama diyeceksiniz ki, ülkemin ve milletimin bugünkü hal-i durumu orta yerde…

***

Nitekim, AYM Başkanımız Sayın Zühtü Arslan’ın “o tarihi” konuşmasında, tüm bu anlattıklarımın satır başları var?… İşte bu satır başlarından da anlaşıldığı gibi; “Bireysel ve toplumsal hayatın en temel erdemi adalettir. Toplumun örgütlü hali olan devletlerin devamı da ancak adaletle mümkündür. Tam da bu nedenle tarih boyunca adalet tüm dinlerin ve sekülar ideolojilerin merkezi değeri olmuştur…”

Sayın Başkanı yapmış olduğu bu konuşmalarından dolayı, bir kez daha tebrik etmekle beraber, bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum…

Şöyle ki..

“Tarih boyunca adalet tüm dinlerin ve sekülar ideolojilerin merkezi değeri olmuştur.”

Bu ifade düşündürücü..

Onun için de  Sayın Başkanımıza yönelik âcizane bazı soruları sıralamak istiyorum…

Her şeye rağmen Hz. Ömer’in(r.a) de dediği gibi “Adalet mülkün temelidir.”

Yani “El adl-ü esasü’l mülk.”

Adalet, kendi milli iradesiyle yönetilen milletlerin, toplumların yaşam şekline dayandırılarak inandıkları inanç paralelinde uygulandığında gerçek kimliğine kavuşarak; “Adalet” olur…

Ama ne yazık ki sekülar rejimlerde bırakın adaletin varlığını veyahut adaleti düşünme halini, tam tersine “kimlik” kazanır.. Mutlak bir küfre dayandığı için, yani mutlak bir inançsızlık, din ile devleti birbirinden uzak tutma anlayışını taşıyan sekülar sistem Adaletin kenarından, kıyısından hiçbir şekilde geçmez.. Ki “Adalet” diye bir kavram olmaz…

Her şey “zulme” odaklanır…İnkâr ve asimilasyon başlar.. Baskıcı vesayetler, hâkim olur… Toplumu baskıcı yöntemlerle dininden, inancından uzaklaştırma anlayışına sahip olan bir sekülar laikçi anlayışın ruhunda, “adaletin zerresi” yer alması işlemlerinde esamisi” okunmaz…

***

Onun için, Sayın Başkan’ın “Tarih boyunca adalet tüm dinlerin ve sekülar ideolojilerin merkezi değeri olmuştur” ifadesi, vaziyetin ikmalinde zıtlaşıyor.. Evet, tarih boyunca tüm dinler değil, semavi dinler diyebiliriz ki bu semavi dinlerin hurafeciliğe girmeden evvel Tevrat’ta da, İncil’de de, Zebur’da da, o toplumları yöneten, idare eden Peygamberlerin düşünceleri paralelinde yapılan uygulamalara elbette ki “mahz-ı adalet” diyebiliriz.

Ki bu hal, Adaletin ta kendisidir.

Adaletsiz olan hiçbir uygulama ve hiçbir düşünce ideolojisi, ileri sürülmemiştir.

Amma velâkin.

Sekülar anlayışlarda mutlak bir küfür, inkâr ve dayatma vardır.

Dış mihrakların direktif ve talimatları doğrultusunda gerçekleşen sekülar anlayış, kendi bünyesinde adaleti ve hukuku barındırmaz.

Bu itibarla diyoruz ki;  Sayın Başkanın konuşmasının büyük bölümündeki tespitlerine katılıyoruz ve destekliyoruz.

Ama sekülar ideolojilerde adaletin varlığına ve ona bir değer biçmesi anlayışına katılmıyoruz…

* * *

Sevgili dostlar…

İnanan ve iman etmişler için, İslam hukuku denince akan sular durur.

Tabiri caizse güneş durur, zemin durur.

Zira o adalet, ilahi bir adalettir.

İnsanların getirmiş olduğu vaz’i kanunlara dayalı adalet değil ve hiç de hukukun üstünlüğüne uygun değildir.

Gerçek manada “adalet” inandığımız ve bağlı bulunduğumuz Kur’an ve o Kur’anı açıklayan Hz. Peygamber (S.A.V)’in sünnet-i seniyyelerinde mevcuttur..

Bu rotada adalet aranırsa, ancak saf ve organik bir adalet bulunabilir…

***

Bakınız, Allah, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Nahl” suresinin 90. Ayetinde şöyle buyuruyor;

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”

İşte adalet budur.

“Nisa” suresinin 58. Ayeti ise aynen şöyle buyuruyor;

“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

***

Sayın Başkan Zühtü Arslan’ın bu görüşlerinin önemli bir bölümüne iştirak etmekle beraber, bu ayetlerin yüce meallerini de o görüşlerini güçlendirmek için buraya aktarıyorum…

Zaten Başkanımız bunları biliyor, o güzel tespitlerini de kamuoyu tebrik ediyor.

Hulasa: fazla uzatmadan tek kelimeyle adaletin tanımlanmasını şöyle yapabiliriz.

“Adl” devletin tüm vecibelerini bir araya getirip bir hükümranlık adı altında toplumun en ücra köşesine kadar uzatıp, günlük hayat vecibelerini adalet ve İslam gerçeğiyle pekiştirilerek uygulanması “Adaletin” hulasasıdır.

Velev ki düşmanla dahi adaleti barış yoluyla icra etsen, o düşmanın kalbini de alsan, adalet gerçeğini uygulamış olursun.

* * *

Bize göre gerçek odur ki yüzde 99’u Müslüman olan bir İslam devletinin içinde maslahatlar için, toplumsal yararları düşünmek üzere ana unsur; zararlı olan her şeyi ortadan kaldırmaktır.

Topluma huzur ve güven kazandırmaktır.

Huzur ve güven kazandırılmadığı bir ülkede, bir toplumda, hiçbir zaman Adaletin varlığı düşünülemez.

“Tanzim’ül Kada-i ve ikametü’l adli”

“Toplum arasında hüküm tanzim etmek ve adaleti ikame etmek her şeyin başında gelir.”

Eğer sen toplumun içindeki zararlı unsurları bertaraf etmezsen, serseri bir gövde gibi gösterip de yola çıkarsan, adaletin “A” harfine bile yaklaşamazsın.

Bu itibarla diyoruz ki;

Gerçek adalet, İbn Teymiyye’nin tespiti gibi uygulanırsa, adalet o zaman toplumla barışa müteveccih olur, ümmet şiarıyla barışı pekiştirir.

Yoksa sıradan siyasi görüşlere dayanarak adaleti tespit edip de sonradan yapmama hali, kötü bir haldir; hiçbir zaman toplumsal bir geçerliliği de olmaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.