ANDIÇ HAREKETİ VE ZULÜM KARANLIĞI! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Sohbetimize başlık olarak kullandığımız “ANDIÇ HAREKETİ VE ZULÜM KARANLIĞI!” ifadesinden anlaşıldığı gibi gerçekten bu ülke milletiyle, devletiyle, doğusuyla, batısıyla, geçmişe yönelik, çok büyük sıkıntılara maruz kalmıştır.

Enva-i zulümler, millete yaşatılmıştır.

Rahmetli Ahmet Kaya’nın da dediği gibi “Bu memlekette nüfusu T.C. olan sıkıntı çekmeyen vatandaş yoktur”

T.C. hudutları içerisinde, T.C. nüfusunu taşıyan, son yüz yıl içerisinde büyük sıkıntı yaşamayan toplumun kaçta kaçı gösterilir acaba?

Mümkün değil.

İllaki herkes kendi çapında, büyük komplo teorileriyle karşı karşıya kalmış ve büyük zorlukları yaşamış.

Nice aileler, nice kimlikler vardır.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bunun sıkıntısı bu rejim olmuştur, düzen olmuştur ve bu düzenin düzenbazları olmuştur.

Devletin önemli kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesine sızdırılmış, rantiyeci ve tekelci bir kesim, devletin çok önemli yerlerini, önemli mevkilerini işgal ederek, bu zulmü millete reva görmüştür.

Özellikle TSK bünyesindeki JİTEM’in fitnesiyle, Ergenekon fitnesi, yıllardan beri hedeflediği tek kesim; ya dindar kesimdir ki onlara “irtica” yaftasını yapıştırmışlar ve devletin gücünü üzerlerine yürütmüşlerdir ve nice komplo teorileri kurmuşlardır veya da “bölücü terör örgütü” adı altında, bu coğrafyamızdaki bulunan Kürt kardeşlerimiz hedeflenmiştir.

Böylece bir yandan kendilerine kurtarıcılık vasfını yakıştırmışlar bir yandan da, onlara karşı olan vatandaşları da adeta hain ilan ederek saf dışı bırakmışlardır.

Herkese tuzak ve çeşitli komplo teorileri kurmuşlardır.

Andıçlama yapılmış.     

Akla hayale gelmedik ihanet yaftaları yapıştırmış ve devletin en güvenilir kurumu olan Yargı mekanizmasını dahi kötüye kullandırmışlardır.

* * *

Nitekim yine bugünkü yazılı medyanın manşetlerine bakıldığı zaman görüyoruz ki anlattıklarımız "hakikatın" tak kendisidir.

Çünkü geçmişe yönelik olaylar bugün artık rahatlıkla medya manşetlerine taşınmaktadır.

Kendilerini dev aynasında görüp, millete hor gözle bakan ve yaptıkları her iş, attıkları her adımı kanunun üstünde gören ve halkı da kendilerine birer hizmetkâr olarak gören nice nice kötü bürokratlar varlık göstermiştir.

Hem de önemli kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde..

Önemli bazı mensupları, ister yargı mekanizmasında olsun, ister askeri mekanizma içerisinde olsun, her nerede olursa olsun, büyük şımarıklık içerisinde bu millete zulüm etmişler ve kendilerini de toplumun en seçkin insanları olarak tanımlamaya çalışmışlardır..

* * *

Mesela dünkü Sabah Gazetesinin kırmızı zemin üzerinde beyaz harflerle yazılmış şu manşet haberi, bize her şeyi alenice anlatmaktadır.

“YARGIÇLAR DEVLETİ TÜRKİYE’Yİ BİTİRİR”

Bu ifade muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

Keza nasıl ki “Yargıçlar devleti Türkiye’yi bitirir” ifadesi Sayın Başbakan’dan çıkmışsa, aynı o paralelde “Faşizan Ergenekoncu askerler devleti Türkiye’yi bitirir” sözü de yerli yerinde olsa gerek.

Nitekim hali âlem meydanda.

 “Türkiye jüristokrasi (Yargıçlar rejimi) tehlikesiyle karşı karşıya bir yargı devletine dönüşürsek, Türkiye biter” diyen Başbakan şöyle devam ediyor;

“Cumhurbaşkanını siyaset dışı biri olarak değerlendirmek, Türkiye Cumhuriyetine en büyük haksızlıktır.

Şu anda muhalefetin adayı kesin mi, hayır son ana kadar her şey olabilir.

Son gün olan 3 Temmuz, çok önemli bir gündür”

Bu mesajı medya mensuplarına veren Sayın Başbakanın, aynı zamanda o paralele mensup daha neler yok ki diyor?.

Aslında, Başbakan, bu tür ifadeleriyle ders vermek istiyor.

Başbakan diyor ki;

“Paralel yapı sahnede.

Yüzlerce dava açılacak, o yapıyla mücadele edilecek, yoksa Cumhurbaşkanı, Başbakan olmanın anlamı kalmaz.

O zaman paralel yargı ülkeyi yönetsin.

Mücadele uzun bir süreçte olmayacak, kırmızı bültenlerden yüzlerce, binlerce davaya kadar her şey olacak..”

Başbakanın bu ifadelerini Erdal Şafak’ın tespitleriyle, okuyoruz.

Böylesine deneyimli gazetecilere teşekkür etmek gerekir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde Şemdin Sakık’ın bize geçmiş bir tarihte gönderdiği mektupların bir iki paragrafını sizinle paylaşmıştık, ama bugün aynı paralelde geride kalan mektubunun bazı çok önemli ve dikkat çekici başlıklarını sizinle paylaşmak istiyoruz.

Gerçekten ders-i ibrettir ve zulümdür.

On günlük sorgudan sonra bizi önce Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na, ardından nöbetçi mahkemeye çıkardılar. Mahkemenin tutuklama kararı üzerine kardeşimi cezaevine gönderdiler, bana ise “bazı bilgilerin aydınlanması için yardımına ihtiyacımız var, bir süre daha yanımızda kalman gerekiyor, işler bittikten sonra seni cezaevine göndeririz” diyerek sorguyu yapan jandarmanın yanında kalmamı söylediler.

“Bu sefer sorguyu askerlerin deyimiyle Yaşar Paşa bizzat yürütüyordu. Gözlerim kapalı olduğu halde Büyükanıt’ın baz sesini ve emrivaki üslubunu tanıdım… Başkası üzerine ifade vermemi sağlamak için beni sorguya aldıklarını hemen anladım.

Yaşar Paşa “Bu kez sorularımıza kesin ve net cevaplar vereceksin, aksi takdirde sonuçlarına katlanırsın” tehdidi savrulduktan sonra sorular birbirini izledi:

Çengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Akın Birdal, Salim Ensarioğlu, Salih Sümer, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Mehmet Ali Altındağ, Fatih Altaylı ve şu anda hatırlayamadığım daha birçok isim birbirini izledi. Kısacası Türkiye’nin ne kadar önde gelen gazeteci ve Kürt siyasetçisi varsa hepsi vardı isimler arasında.

Bu kişilerin örgütle ne tür ilişki içinde oldukları, örgütten para alıp almadıkları, neden Şam ve Bekaa Kampı’na gittikleri ve her birisi hakkında ne düşündüğümü sordular. Daha doğrusu ismini zikrettikleri bu gazeteci, yazar ve siyasetçilerin örgüte yardımcı olduklarını, kiminin para karşılığında örgüt propagandası yaptığını kiminin örgütün parasal finansmanını sağladığını itiraf etmemi istediler”

***

Evet, Sakık’ın bu anlatım ve itiraflarına katılmamak mümkün değil.

Türkiye; tümüyle bir askeri vesayet altındaydı, brifingci ve ideolojik, mezhepçi bazı yargıçların hegemonyasındaydı.

Dedikleri dedikti, aynı paralele çalışıyorlardı ve kendi özbeöz vatandaşını töhmet altına alarak, hıyanet ve ihanet gözüyle suçsuz, masum insanlara bakıyorlardı.

Ne yazık ki hala da zaman zaman ne yazık ki yargının bünyesinde böyle anlayışa sahip yargıçların varlığı söz konusudur.

Hala o mezhepçi ve ideolojik rantiyeci bazı anlayışlar, yargının bünyesinde mevcudiyetlerini korumaktadırlar.

***

Düşünün, Diyarbakır Adliyesi’nde yıllardan beri çöreklenmiş, rantiyeci nice anlayışlar vardır.

Eğer bir iş mahkemesinin hakimesi tüm iş davalarını, bir sene içerisinde 200 dosyayı blok halinde bir bilirkişiye gönderip, büyük meblağ kazandırıyorsa buna artık ne gibi yorum yapılabilinir ki?

Açık ve net olarak bir kişi bir sene içerisinde 200 dosyadan brüt olarak aldığı 60 bin TL para?

Neyin nesidir acaba?

Hayrola.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten Türkiye, yıllardan beri sistem ve rejimin çok büyük sıkıntıları altında yaşamaktadır..

En derin saygı ve sevgilerimle.