ANDIÇ HAREKETİ VE ZULÜM KARANLIĞI! (III)

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi Türkiye, son yüzyıl içerisinde adeta zulmün karanlığını yaşamaktadır.

Devletin bünyesinde beslenip, palazlanan nice ihanet şebekeleri gerçekten devlet terörü estirmektedir.

Düşünün sevgili okurlar.

Devletin Başbakanına kumpas kurulmak isteniyor, komplo teorileri hazırlanıyor.

Hem de sözde onu koruyan ekip tarafından gerçekleştirilmek isteniyor.

Kocaman bir Başbakanın ofisine rutin böcek araması yapan ekip tarama cihazlarına gizledikleri alıcıyla bilgileri dışarı transfer ediyor ve kimse farkına varmıyor.

Bundan bir süreç önce Başbakanın Özel Kalem Müdürü veya danışmanı olan Turan Çömez, Ergenekon mensubu olarak yakalanıyor ve kaçıyor ve hala da dışarıda.

Daha iki gün önce tahliye edildikten sonra hem yüce İslam dinini ve Kur’an-ı Kerim’i hedef alarak, sözler sarf eden Balyoz ve 28 Şubat davalarının sanıklarından cuntacı Çetin Doğan, dün olduğu gibi bugün yine gerçek yüzünü gösteriyor.

Yani İsrail’e bağımlı olup, İsrail adına çalışan bir Ergenekon mensubu, yine İslam ve Kur’ana acımasızca, saygısızca dil uzatmaktan geri kalmamıştır.

Evet, ne yazık ki TSK’nın şerefli üniformasıyla bu seviyeye gelen bu insan, kızını bir İsrailliyle evlendirip, omzunda taşıdığı üniformayla cezaevine girmeden evvel hep şarap şişelerini devirmekteydi.

Emekli Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt, rivayetlere göre Van’ın Başkale ilçesinin Yahudi asıllı olup, 1948’li yıllarda İstanbul’a naklolan Salamon isimli babası onu harp okulunda okutup, Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükseltmiştir.

28 Şubat’ta Diyarbakır’da 7. Kolordu Komutanlığı görevini yaparken, devletin önemli yargı mekanizmasıyla işbirliği yaparak, (DGM Cumhuriyet Başsavcılığı gibi) o bölgenin insanına komplo teorileri kurmuştu.

Kendi adına imzalanan o meşhur komplo teori belgeleri basına yansıdı ve yargılama dosyalarına konulduğu halde, büyük bir tasnifle Genelkurmay Başkanlığı gibi devletin en üst seviyedeki makama getirildi.

Emekli olurken de ödüllendirilerek uğurlandı.

* * *

İşte, iki gün önce de ifade ettiğim gibi, darbeci Kenan Evren 30 sene sonra dahi olsa Türk Adaleti tarafından suçlu bulunarak, müebbet hapse çarptırıldığı halde onun telif ettiği ve yüksek seviyede halkın onayından geçirerek meşrulaştırılan anayasası ne yazık ki hala yürürlüktedir.

Mademki suç aleti olan bu anayasa, suç işleyeni nasıl cezalandırıyorsa, hukuksal olarak düşünülürse suç aletini kullanan suçlu nasıl cezalandırılıyorsa o suç aletinin de ortadan kaldırılması gerekiyor.

Çağdaş, bilimsel medeni dünya paralelinde yürüyen bir Türkiye her nedense bir türlü bu çelişkilerden kendini kurtaramıyor.

İşleyen yasalar ve hukuk düzeni ne yazık ki zaman zaman elit tabaka olan güçlülerin yanında tavır alıyor.

Orta ve alt tabakalar ise Allah’a emanet.

Cuntacı Çetin tarafından yapılan bu hareket, ilk vukuatı değil.

Bir hafta önce tahliye sonrasında dini değerlere yönelik sarfettiği sözler nedeniyle tepki çekmişti.

O şımarıklık içerisinde hala da devam ediyor.

Öbür taraftan Başbakan’a komplo teorisi hazırlayan sözde koruma ekibi mahkemece serbest bırakılıyor, ancak savcılıkça yapılan itiraz neticesinde, kamuoyunun uyarılarına dayanamayan mahkeme yine tutuklama kararını vermiştir.

Tabi bu da toplum için ümit verici bir haldir.

Diğer yandan Diyarbakır’daki 5. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından çalıştığı işyerinde hırsızlıkla yargılanan bir işçi aldığı 2, 5 sene cezaya rağmen Diyarbakır’daki bir İş Mahkemesi hakimi tarafından o suçu görmezden gelinerek hiç olmamış gibi, yasal olarak hak etmediği halde işveren şirketi tazminata mahkum ederek, hırsızlık suçundan ceza alan sanığı temize çıkarıp, suçsuz gibi göstermesi, gerçekten bu da Türk Adaletine, Türk Yargısına eklenen yeni bir skandaldır.

Düşünün, bir dosyada sanık, hırsızlık sanığı iken öbür dosyada aynı kişi işçi sıfatını taşıyor ve işten çıkarıldığı halde tazminat hak ediyor.

Sormazlar mı?

Bu ne lahana bu ne perhiz turşusu, bu ne yaman çelişki?

Peki, Adalet Bakanlığı ve HSYK nerede?

Kocaman, şerefli, kutsal bir Türk Adaleti bünyesinde hala da böyle hakimlerin var olması düşündürücüdür.

Öbür yandan, sadece bir yıl içinde tek bir kişiye iş davasının uzmanı olmadığı halde blok dosyalarının inceleyip rapor verilmesi için 200 dosyanın gönderilmesi ve yüksek meblağla para kazandırılması da gerçekten şayan-ı dikkattir.

Dahası, bu sadece 2013 yılına ait dosyalar, 2010-2011-2012 yıllarında aynı mahkemenin diğer dosyalarının listesi meçhul, sorulduğunda “Sistem bozukluğundan dolayı o listeyi çıkaramıyoruz” diye cevap veriliyor.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Şemdin Sakık’ın da basına gönderdiği mektubunda çok kilit noktalardan birkaç paragrafını bugün de sizinle paylaşalım.

“Ben 18 yıl boyunca Türkiye sınırları içinde faaliyet yürüttüm, verdiğimiz silahlı mücadelenin bütün faaliyetleri benim sorumluluğum altındaydı, zikrettiğiniz isimler örgütle ilişkileri olsaydı, haberim olurdu.

Örgüt saflarında olduğum süre içinde onlarla hiç karşılaşmadım, onların gruplarımıza yardımda bulunduklarını duymadım. Onları tanımıyorum bile, sadece katıldıkları tartışma programlarından ve gazete köşelerinden gıyaben tanırım.

Ancak dışarıdaki örgütle ilişki içinde olup olmadıklarını bilmiyorum, bu konuda sizler benden daha çok bilgi sahibisiniz.

Benim bildiğim kadarıyla gazeteci olarak Bakaa’ya gittiler…” türünde bir şeyler söylediysem de, onlara istedikleri cevapları veremedim. Çünkü bir şeyler öğrenmeye değil, bir şeyler dayatmaya gelmişlerdi, haliyle dayattıkları iftiraların kabul görmediğini gördükleri noktada da hiddetlendiler”

Ancak bunu hemen belirteyim çok çarpıcı bir olay ki Şemdin Sakık’ın bu ifadelerine rağmen dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar, kendisini huzuruna çağırıp, özellikle Söz ailesini PKK yanlısı göstermek için aleyhimizde ifade vermeye zorlamış ve zorla mektup imzalatmış olmasına rağmen bugün Şemdin Sakık, tüm tarihi gerçekleri dile getirmektedir ve itiraf etmektedir.

İşte Türkiye’nin ve devlet bünyesindeki yaşanan komplo teorileri ve terörün değişik yüzleri.

En derin saygı ve sevgilerimle.