ANDIÇ HAREKETİ VE ZULÜM KARANLIĞI! (V)

Evet, sevgili okurlar.

“ANDIÇ HAREKETİ VE ZULÜM KARANLIĞI” başlıklı yazı serimize, görülen lüzum üzerine bugün de devam ediyoruz.

Malumunuz üzre yıllardan beri bu köşede yazdığımız yazıların ve ifade ettiğimiz konuların temel amacı, ana çizgisi; ülkemizin bölünmez bütünlüğüne, milletimizin ittihat ve birlikteliğine yöneliktir..

Bin yıllık kültürümüzün, maarifimizin, zinde bir ruhla idame edilmesi içindir.

Toplumu büyük bir birliktelik içerisinde barış ve kardeşlik içerisinde yaşamasına katkı sunmaktır mücadelemiz.

Bundan başka da herhangi bir amaç ve gayretimiz yoktur.

Ve de olamaz.             

Ancak bu verdiğimiz temel mücadele ne yazık ki 1990’lı yıllardan günümüze dek, belli makam ve mekviler nezdinde tam tersine topluma dönüş yaptırıldı, aksi yönde yansıtıldı.

Baskılar artıralarak.

***

Türkiye'nin yaşadıkları.

Zira bakıyor ve görüyoruz ki İslam dünyası, özellikle ülkemizin komşu coğrafyası yıllardan beri köklü bir ihtilaf içerisinde, ciddi bir anlaşmazlıkla birbiriyle çarpışarak kan döküyor.

Ki bu tahribat ve iç çatışmanın temeli de, bellidir.

Şöyle ki..

Orta yerde Kur’an gibi yüce bir kitabımız varken ve onun hükümran olan ilahi mesajları bildiğimiz ve okuduğumuz halde, ne yazık ki sırt çevirerek, Kur’anın o yüce değerlerini görmezlikten gelerek, tam tersine toplumsal bir yaşamı tercih ediyoruz.

Onun için de, "kan ve gözyaşı" içerisinde, fitne ve fesat bozgunluğu yaşıyoruz.

Halimiz, coğrafyamız ortada.

***

Sayın Başbakan Erdoğan dünkü “Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında" Cumhurbaşkanı seçimi öncesi parti tabanına mesaj verirken şöyle dedi:

“Derdimiz, makam mevki değil davamızdır..” 

Gerçekten Sayın Başbakanın “Davamız” dediği kavram çok manidardır.

Tarihsel açıdan da, "önem" arz etmektedir.

Yıllardan beri bu ülkede davamız diye 7’den 70’e kadar 76 milyon insanın baş tacı ettiği o yüce dava, inanıyoruz ki Başbakanın da davasıdır.

O da yıllardan beri bu davayı baş tacı etmiştir.

Bakınız, gazetelerin birinci sayfasına yansıyan bir haber.

Haberin başlığı şöyle;

“AYM’den emsal başörtüsü kararı çıktı..”

Bir başka haber; Yasakçı hakime yevmiye cezası kesildi..”

Doğrusu bu gibi haber başlıklarının içeriğini anlatmadan sadece yüzeysel olarak ifade etmek, caiz değildir.

Bakalım haberde ne deniliyor?

“Anayasa Mahkemesi, başörtülü olduğu için duruşma salonuna alınmayan Avukat Tuba Arslan’ın haklarının ihlal edildiğine karar verdi.

Karar, 28 Şubat döneminde AYM’ye yaptırılan ve yasağa bahane teşkil eden yorumların üzerine çıkarak, etkisiz hale getirilmiş oldu."

Elbette ki çok sevindirici bir haber.

Bu haber başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ülkelerini de kapsamına almıştır diye düşünüyoruz..

Yani tağuti, zorba, mezhepçi, kirli, ideolojik anlayışların İslam dünyası üzerine hükümranlığı hayat boyu kalamaz, kaldırılamaz, çekilemez ve sindirilemez.

Zira toplumun hem adı Müslüman, hem de Müslüman dışı yaşantılar, hem de İslam’ın ana çizgilerine karşı dikilen rejimler ve soysuz anlayışlar, inşallah bundan sonra kendi sahiplerine geri dönecektir.

Müslüman, inançlı Türkiye insanı ve diğer Müslüman ülkelerin mağdur mensupları ancak bu kararla bir yere gelebildi ve bir şeyler oldu.

Başbakanın yıllardan beri İslamiyet’in milli birlik ve beraberliğimizi simgeleyen ve ülkemizin bölünmeyen birlikteliğini sağlayan yüce İslam dinine hor gözle bakan, kasıtlı olarak bakan insanlara bir nevi uyarıdır; “Derdimiz makam değil davamızdır” demesi..

* * *

Dünkü Yeni Akit Gazetesinde de şöyle bir haber var;

“YASAKÇI HAKİMLERE YARGI TOKADI”

“Anayasa mahkemesi, zorba hakim lakaplı Ankara 11. Aile Mahkemesi Hakimi Mustafa Karadağ tarafından başörtüsüyle duruşmaya alınmadığı için bireysel başvuruda bulunan AK Parti Kadın Kolları MKYK üyesi Avukat Tuba Arslan’ın haklarının ihlal edildiğine karar verdi”

Tabi bu tür çirkin olaylar, ne yazık ki bazı hakim ve savcılarımızı zaman zaman yanlış yönlendirmeye sürüklemiş ve adaleti de, hukuku da zımnen çiğnemiş, itibar kaybettirmiştir.

Ama unutmayalım ki bugün devletin kilit noktasında bulunan Sayın Başbakan, inşallah önümüzdeki senelerde de o misyonunu aksiyona çevirerek, yeni yeni hamlelerle, atılımlarla Türkiye’yi dünyaya tanıtacaktır.

O yürekle, o inanç bütünlüğüyle, Türkiye’yi inşallah bir sahili selamete kavuşturacaktır.

Zira başka da çaresi yok.

Hani demişler ya “Görünen köy kılavuz istemez”

Gerçekten bu söz doğru bir söz!.

***

Türkiye; yıllardan beri Kemalist bir anlayışla yaşam koşullarını tarihi çizgisinden saptırmış ve saptırılmış, olaylar tersyüz edilerek birileri her zaman kurtarıcı kahraman olarak gösterilmiş.

Ama görünen odur ki bundan sonra tam tersine, bu ülke; kendi coğrafyasını bütünleştirmekle beraber, Ortadoğu veyahut Kuzey Afrika’da olsun, diğer İslam ülkelerinin acısına sahip çıkacaktır ve onların dertleriyle dertlenecektir.

Gerçekten başta Türkiye olmak üzere ve diğer İslam coğrafyaları mezalim ve dikta karanlıkları içerisinde hep dini değerlerini tersyüz ederek, mukallitlik yani Avrupa medeniyetini taklit ederek batıl ve inançsız kültürlere gömdürülmüştür.

Ama sevgili Başbakanın “Derdimiz makam değil davamızdır” ifadesi ve mana değerinin artık Türkiye insanına sembolize edilip, herkesin bu ifadeyi kalbinde, beyninde nakşetmeli ve özellikle yeni yetişen gençliğe enjekte etmeliyiz.

Bir önceki toplantıda Başbakan "Uhud" uyarısında bulunmuştu.

Malumunuz üzre, "Uhud savaşı" tarihi öneme haizdir..

Uhud savaşı esnasında bazı sahabeler geçici olsa dahi iradesine yenik düşüp, hedef stratejisini bırakıp, ganimete kaçmaları yüzünden büyük bir mağlubiyette, savaşı kaybetmişlerdi.

Bu demektir ki Başbakanın bu “Uhud uyarısı” özellikle iktidar partisinin bünyesindeki ne idügü belirsiz bazı tüccar bezirganlarının kilit noktaya gelip, kendi çıkarlarını başkasının zararında görenler vardır ve bunlar partilerini, misyonlarını rant uğruna kirletmeye çalışmışlar ve çalışmaya devam ediyorlar.

Keza birçok kamu kurum ve kuruluşunun, özellikle devletin can damarı durumunda olan yargının bazı mensupları; bir mezhepçilik anlayışıyla yola çıkıp, İslam’ın temel felsefesi olan başörtüyü keyfi olarak yasaklaması, hele hele Avukatlık yapan bir hanımefendiyi başörtüsünden dolayı duruşma salonuna almaması, bize göre çağın ayıbıdır ve Türkiye’nin zincirleme bir skandalıdır.

Yalnız bu mudur?

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Öylesine hakim ve savcıların çok büyük zarar unsurlarıyla karşı karşıya kalınmıştır ki, kimse sesini çıkarmamıştır.

Nitekim şapka kanunundan dolayı yasaklayıcı tavır koymuşlar, okumuş, gencecik Avukat hanımefendileri Adliyeye sokmamışlar ve savunma hakkını kısıtlamışlar.

Tıpkı onun gibi daha nice mağdur hanımefendiler vardır.

Andıç hareketi ve zulüm karanlığı, ülkenin her noktasına sıçramış ve memleketi inim inim inletmiştir.

Tüm bu mezalimlere karşı da siyasi partiler, deyim yerindeyse gününü gün etmişlerdir, susmuşlardır.

Böylece terör unsurları ayyuka çıkmıştır.

Sayın Başbakan Cumhurbaşkanı olursa, inanıyoruz ki büyük bir barış hareketiyle, devleti ve ülkeyi yepyeni çehrelerle buluşturacaktır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bu yazı serimiz boyunca Şemdin Sakık’tan gelen mektubun bazı önemli paragraflarını sizlere aktarmaktayız.

Bugün de Sakık’ın mektubuna devam diyerek, yazımıza son vereceğiz.

Sakık, mektubunda ne diyor?

Diyor ki, “Gece boyunca süren sorgudan bir sonuç alınamayınca bana üç gün hücre cezası verdiler.

Hücrede tutulduğum üç gün boyunca kapıda nöbet tutan askerler ahlakım gereği burada kelimelere dökemeyeceğim küfür ve hakaretlerde bulunmayı sürdürdüler. Üç gün sonra tekrar Jandarma İstihbarat birimine götürüldüm.

Yan odada tutuluyordum, öte odadaki yüksek konuşmalar ve radyo sesi bana ulaşıyordu. Bir gün, 19 haber bülteninde Akın Birdal’ın Ankara’daki bürosunda saldırıya uğradığı, ağır yaralandığı, hastaneye kaldırıldığı haberi geçti. Bu suikastın bana dayatılan düzmece iddialarla ilişkili olduğunu hemen anladım. Aradan iki saat kadar kısa bir süre geçmişti ki beni tekrar sorgu merkezine götüreceklerini söylediler.

Beni Alay’daki sorgu merkezine götürürken, yine yol boyunca kimlerin sorguya katılacaklarını, onları kızdırmamam gerektiğini, kendilerine istedikleri bilgileri vermemin yararıma olacağını anlatıp durdular.

Yine bir batağa sürükleniyordum…”

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.