ATATÜRK TÜRKİYE’SİNDE YARGIDA NELER OLUYOR?

Evet, sevgili okurlar!
Bugünkü yazımın ana konusu her zaman güncelliğini koruyan ve hiç gündemden düşmeyen devleti ve toplumumuzu ilgilendiren çok önemli olup bitenlerdir.
Değişik konulara dayalı bugünkü yazıyı önemseyerek, dikkatinize sunmak istiyorum.
Bu önemli konular bir yazar olarak beni ilgilendirdiği gibi inanıyorum ki tüm kamuoyunu da ve siz değerli okurlarımızı da 'yakından' ilgilendirmektedir.
Yazımıza başlık olarak attığımız ifadeyi tekrarlayarak diyoruz ki; "Atatürk Türkiye’sinde Yargıda Neler Oluyor?"
İşte bu doğrultuda yola çıkarak yargıdaki tümüyle olmasa da bazı olumsuzlukları, hukuk dışılıkları burada deşifre etmek istiyorum.
Önceden elimde Sevan Nişanyan adlı gayri Müslim bir Türk yazarının "Yanlış Cumhuriyet" adlı kitabından bir iki alıntıyı delil olarak göstererek konumuza girmekte yarar var.
Kitabın arka kapağında şu iki paragraf dikkat çekiyor;
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye’de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir.
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
İşte yazarın dediği gibi bu çıkmazı aşmak için bir zihin devrimine gerek vardır.
Evet! Katılıyorum.
Türkiye’nin bu badirelerden, bu zifiri karanlık ortamdan bir an evvel çıkabilmesi için mutlaka siyasal iktidarın bazı önemli kurum ve kuruluşların bünyesinde yaşanmakta olan kirli anlayışları söküp atması gerekir. Hem de zaman kaybetmeden.
Siyasal iktidarın bir an evvel yüreklilik göstererek, Yargı gibi 'kritik kurumların' bünyesinde yaşanmakta olan keyfilik ve hukuk dışı uygulamaların önüne geçmesi lazım.
Geçmişe yönelik CHP'nin özellikle Adalet eski Bakanı Mehmet Moğultay'ın 'partizanca' ideolojik yöntemleri paralelinde atadığı 'kadroların' yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Aldığı çok önemli siyasal 'tarafgirane' kararları didik didik incelemeye tabi tutulması lazım.
Özellikle mesleki taassuba dayalı 'birilerini' koruma ve kollama pahasına 'hukuk' normları çiğnenerek, alınan keyfi kararlar 'göz ardı' edilmemeli. Çünkü bu keyfiyet devleti ve milleti birbirine karşı 'husumetli' duruma getirmiş durumda.
Bunun başını çeken bana göre yargı erkinin içinde bulunmakta olan keşmekeşlik, tutarsız, çelişkili ve çetrefilli, hiç birbirine uymayan keyfi kararlar ve bazı kişisel vurdumduymazlıklardır.
Evrensel hukuk anlayışına bağlı bir hukuk devletinin yargı erkinde, özellikle üst düzey yargının adeta siyasallaşması bazı çağdışı, insan temel hak ve özgürlüklerine uymayan hukuk normlarına aykırı keyfi kararlar insanı ümitsizliğe itmektedir.
Türkiye insanının yegane dayanak noktası yargı kurumları ve yargıçlar olmalıdır.

***

Bakınız! Önümüzdeki günlerde göreceksiniz ki yeni adli açılış gününde neler konuşulacak? Kimler neleri konuşacak ve nasıl sureti haktan kendilerini gösterecekler.
Ama heyhat! Ne çare ki hiç de öyle değil.
Anayasa Mahkemesi’nden tutun da, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nın bazı üyelerine kadar? Son günlerde medyaya haklarında yansıyan skandal haberler. Ne tür şaibelere karışmış oldukları 'inanın' tüyler ürpertiyor. Türkiye’nin bir ayıbı olsa gerek.
Şöyle ki;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yaparken emekliye ayrılan Sabih Kanadoğlu’nun adının Ergenekon iddianamesinde geçmesi, YARSAV Genel Başkanı Ömer Faruk Emin Ağaoğlu’nun habire panik içerisinde yaygara koparması, Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcısı Osman Paksüt’ten tutun da Sincan Ağır Ceza Mahkeme Başkanı Osman Kaçmaz’a kadar.
Yanlı ve yanlış kararlarından dolayı denetlemeye tabi tutulması lazım ki; dersi ibret olsunlar.
Evrensel ve sosyal bir hukuk devletini temsil eden yargıdaki bu tür olumsuzluklar vatandaşı derinden rencide etmektedir.
Yanlış değilsem bir buçuk yıl önce yine aynı köşede Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nda olup bitenleri yazmıştım.
Ve demiştim ki; burada bir "Aşk-ı Mem-Nu" yaşanmaktadır. Burada bir savcı ile bir dul hakime arasında "Aşk-ı Mem-Nu yaşanmakta olduğu söyleniyordu. Bu söylentiye; Şüyuu vukuundan beterdir misali" demiştim.
Yani bir savcı ile dul bir hakime hanım arasında şüyu bulan bu söylenti paralelinde yazı kaleme almıştım.
Ve diğer bazı hakim ve savcıların somut bazı yanlış kararlarını dile getirmiştim.
Bu yazıdan dolayı kendimi kaşla göz arasında savcılıkta buldum, sorgulandım ve hatta tutuklamaya gönderildim.
Bana getirilen suçlama yargının ve yargı mensuplarının şahsiyeti maneviyesine hakaretten dolayı Nöbetçi Sulh Mahkemesi’ne tutuklanmak üzere gönderildim.
Ama Nöbetçi Mahkeme iddianameyi yerinde görmedi, beni serbest bıraktı.
İşte gün gelir devran döner misali şüyuu vukuundan beter olan hadisenin ne çare ki gerçek yüzü ortaya çıktı.
Anılan savcı ile hakime hanım önümüzdeki günlerde herhalde nikah masasına oturacaklar…
Ve o günkü Aşk-ı Mem-Nu denilen nameşru aşk yavaş yavaş herhalde bugünlerde meşruiyete geçecek.
Burada bunu dile getirmemizin sebebi yazdıklarımız kesinlikle havadan civadan değil, her hususta ama her hususta mutlak surete dayanıklı ve delilli, ispatlı gerçeklerden ibarettir. Ki yazıyoruz.
Biz burada bunları yazarken hem kamuoyunu ilgilendirme babında aydınlatmak için yazıyoruz.
Aynı zamanda devletin kilit noktalarında olan zevatın da kulaklarını çınlatarak anlatmaya çalışıyoruz.
Örneğin; yeni Adalet Bakanımız Sayın Sadullah Ergin beyefendiye burada açık ve net olarak sesleniyor ve diyoruz ki;
Sayın Bakanım, Adalet Bakanlığı koltuğuna oturduğunuzdan bugüne dek gerçekten çok güzel, yerinde işleri yaptınız, yüreklilik gösterdiniz.
Özellikle HSYK’nın Ergenekon savcılarıyla ilgili almak istediği karanlık kararlarına el koydunuz ve başardınız.
Zira Türk kamuoyu nezdinde bu kurumun hedeflediği ana nokta Ergenekon savcıları olarak adlandırılan bazı savcıların Şemdinli Olayı gibi bunları da yürüttükleri soruşturmayı meslek hayatına mal edilmek isteniyordu.
En hafif deyimle önemli görevleri ellerinden alınmak isteniyordu aynı kurum tarafından.
Gerisini zaten tüm kamuoyu bilmektedir. Siz de bunu çok iyi biliyorsunuz.
Ama burada zat-ı âlinize Türk yargısıyla ilgili yeni bir sistem getirerek tertemiz bir yapılandırmaya geçmeniz gerekir düşüncesindeyiz…
Sadece Hukuk Fakülteleri’nden diploma almış, deneyimsiz, siyasallaşmış bir ideolojiye müptela olan Hakim ve Savcıları yeniden gözden geçiriniz.
Özellikle Güneydoğu Anadolu yöresinde, özellikle Diyarbakır’ımıza dikkatinizi çekiyorum…
Bakınız Sayın Bakanım; yukarda anlatmaya çalıştığım bir yazımdan dolayı Savcılık beni haksız yerde, dayanaksız, ancak mesleki bir taassuptan dolayı düşünce ve anlatma özgürlüğümü hiçe sayarak beni sorgulamış ve netice itibariyle bir yıl sonra da olsa olay gerçekleşmek üzere…
İkinci husus, yine burada bir iş mahkemesinin bir hakimesinin adil olmayan keyfi ve tarafgir kararlarından dolayı basına yazdığımız için Diyarbakır 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde Esas 2003/568 Sayısı dosya'dan yargılandık ve altı aya mahkum olduk.
Mahkumiyet yasa yereğe paraya çevrildi. Ve o para ödendi.
Temyiz hakkı dahi bize tanımayarak kararını veren hakime hanım kesin olarak hüküm verdi.
Avukatlarımız tarafından karara itiraz edildi, itiraz reddedildi. Bu red kararı da temyiz edildi. Yargıtay bizi haklı buldu ve kanun yararına sözde kesin olan kararı bozdu. Ve bahse konu 6 aylık mahkumiyete karşılık ödenen 'para'da iade edilecek.
Yani burada demek istediğim şudur ki; 'Anti-demokratik' hukuk dışı mahkeme kararları dahi olsa; deyim yerindeyse 'Yine Adaletin Tecellisiyle' 'yanlış hesap Bağdat'tan döner' misali, hak tecelli eder.
Bir nevi; 'insana tükürdüğünü yalatır'..
Üçüncü olay ise, Türkiye’de nam veren(!) meşhur bir provokatör programcı, bundan dört yıl önce yine hakkımızda 'o zaman' çalıştığı Star Televizyonunda hakaret dolu program yapmıştı.
O programını mahkeme kararıyla durdurduk ve dava açtık.
Davayı kazandık, mahkeme Kadir Çelik’i suçlu buldu ve cezalandırdı. Temyiz etti, temyiz neticesinde Yargıtay cezalandırma kararını onayladı.
İstanbul Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi’ne ait olan kararı onaylayarak iade etti.
İşte yargının en çarpıcı ve çağın ayıbı olarak nitelendirilmesi gereken yerel mahkemeden yeni bir karar çıktı.
Yani Yargıtay’ın ceza verilmesi gereken onayına rağmen, Yerel Mahkeme hakim değişikliğiyle davayla, konuyla uzaktan yakından alakası olmayan nev-zuhur gerekçeler göstererek Yargıtay’ın kararına rağmen Kadir Çelik’e beraat kararı vermiştir.
Yargıtay’dan dönen E.2001/221 Esas, K.2005/526 karar sayılı karar ile Abdulkadir Çelik hakkında gerçekleştirdiği hakaret içerikli yayın nedeniyle mahkum olması gerekirken, Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin hakimesi Hacer Bayraktar adlı hakime hanım beraat kararı vermiştir.
Biz burada hakimlerin, mahkemelerin nasıl karar verip vermediğine dair herhangi bir itirazımız yok…
Ve bu hususta kararlarından dolayı da kimseyi eleştirmiyoruz.
Ancak bilindiği üzere burası Türkiye…
Bir hukuk devleti içerisinde hiçbir hakim ve savcı olayları ters göstererek Yargıtay’ın kararına rağmen kişisel keyfilikler paralelinde karar veremez.
Aksi taktirde bu hukuka aykırı olduğu gibi, insan temel hak ve özgürlüklerine de, hak aramalarına da saygısızlıktır. Ve hukuk dışıdır.
Biz bu dosyayı elbette ki Bakanlığa şikayet ettik.
Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’na da (HSYK) şikayet ettik.
Yarınki yazımızda bu dosyayla ilgili daha çok çarpıcı ve dikkat çekici taraflarını kaleme alacağız ve peşini bırakmayacağız.
Zira biz bir hukuk devleti içerisinde yaşayan insanlarız.
Hukukun temel ilkelerini ve ana normlarını elden kaçırıp zikzak çizerek ideolojik meslek taassubu doğrultusunda hiç kimse karar verme hakkına sahip değildir ve olamaz da…
Evet! Biz bu dosyayı, yani Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Hacer Bayraktar–21998 nolu Hakime hanımı şikayet ettik.
Zira açık ve net olarak hukuku hiçe saymıştır, hukuk dışı bir karar vermiştir, Yargıtay’ı da, bir önceki karar veren yerel mahkemeyi de hiçe saymıştır ve gerekçeli kararında da aslı astarı olmayan, davayla ilgisi uzaktan yakından hiç alakası olmayan gerekçeler dile getirerek karar vermiştir.
Böylece kendilerince Kadir Çelik’in namus ve izzetini (!) kurtarmış durumunda…
Biz bu konuyu burada noktalarken bir de Diyarbakır’ın (İTM) Mahkemeleri ile bazı icra müdürlükleri arasında geçen diyaloga ne diyeceksiniz.
İşte biz bunları, Yargı gibi önemli kurumların saygınlığının korunması için yazıp-çiziyoruz.
Yargıyı ve yargıçlarımızı yermek için değil, bilakis izzet ve vakarını korumak için çok önemli bazı konuları kamuoyuna deşifre etmek istiyoruz.
Zaten bir basın olarak da görevimiz de budur.
Tabii ki yasalara saygılı, haktan, hakkaniyetten ve hukuktan çıkmayan, vicdanlarına danışan hakim ve savcıları tenzih ediyoruz…
Onlar bu yazdıklarımızın içinde değiller.
Eleştirilerimiz adil olmayan, keyfi ve vurdumduymazlıklara dayalı bazı hakim ve savcıların tutumlarıdır. O da aşağılama, şahsiyeti maneviyelerini küçük düşürme babında değil, bir nevi uyarma şeklidir.
Bu böyle biline.
En derin saygılarımla…