BELİRSİZLİKLER İÇERİSİNDEKİ KAVRAMLAR VE TÜRKİYE!

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten birçok yönüyle devletin çok önemli kurum ve kuruluşlarının kullandıkları resmi kavramlar büyük tutarsızlıklar içermektedir.

Buna medya dilinde “kavram kargaşası” denir.

Yani belirsizlikler içerisinde kullanılıp, bir türlü hedefine ulaşamayan veya ulaştırılamayan, neticesiz, havada kalan kavramlar.

Hiç kuşkusuz ki, bu kavramların belirsizliği, devleti yüz sene kadar geride bırakmıştır ve hiç kimse de bunun farkında değildir.

Örneğin;

Laiklik,

Cumhuriyet,

Demokrasi,

Hukukun üstünlüğü,

İnsan Hakları.

Ve bir hukuk devleti olma ifadeleri!

Ne yazık ki bunların hiçbiri "doğru bir mecrada" altı doldurulmamıştır.

Bundan sonra da, doldurulacağı meçhul.

İşte ülkeyi belirsizliklere sürükleyen ana unsur da; mevcut anayasadır ve bu anayasanın içinden çıkan yasalardır.

Hukuk dışı, antidemokratik, keyfiliğe dayalı kullanılan bu kavramların tümü de, çıkarılan yasaların birer ürünüdür.

Bu kavramların da en çok kullanıldığı yer, genellikle yargı alanıdır.

Yargı alanın da, tümüyle olmasa bile ekseriyetle keyfiliğe dayalı, hukuk dışı uygulamalar ve alınan kararlar, her ne kadar Yargıtay’dan bozularak, geri tepiyorsa da olan oluyor.

Bir hayli vatandaş mağdur oluyor.

Düşünün, bir mahkeme bir sene içerisinde isim vererek, bir bilirkişiye 200 veya daha fazla dosya tevdi ediyorsa ve büyük bir rant içerisinde o bilirkişiye para kazandırıyorsa, gerisini siz düşünün.

Ki bunlar Yargı'nın içerisinde bulunduğu sorunlar manzumesi içerisinde deveden kulak bile değil.

* * *

Diğer tarafa bakıldığında, yakalanan ve suçunu itiraf eden beş sanığın hazırlık dosyası Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bir seneden fazla bekletiliyor.

Netice itibariyle davacının avukatları tarafından o dosya, tozlu raflardan indiriliyor…

Savcılıkça hazırlanan iddianameye bakıyorsun, beş sanık yerine bir sanık ortaya çıkıyor.

Dört sanık birden, tek sanığın birer tanığı durumuna düşürülüyor.

Ve o tanıklar hırsızlık yapan arkadaşını kurtarmaya çalışıyorlarsa da bir türlü kurtaramıyor.

Nihayetinde, o sanık cezalandırılıyor.

Tabi bu çarpıklık ve söylediklerimiz hadiseler içerisinde deveden kulak bile değil.

Biz bunun peşini bırakmıyoruz.

Yazacağız, yazmaya devam edeceğiz ve birilerinin de ipliklerini pazara çıkarıyoruz/çıkaracağız.

Zira “Adalet mekanizması Peygamberlerin yeridir”

Hz. Ömer’in Adaleti, tarih boyunca dillere destan olmuştur.

Hukuk, haktan geliyor.

Ki Hak da, Allah’ın vazgeçilmez vasıflarından birisidir.

Bu hak, birilerinin keyfiliği paralelinde çiğnenerek, tebdile ve tağyire çevrilemez.

Eğer değiştirilerek, tersyüz ediliyorsa, haksızı haklı, haklıyı da haksız olarak çıkarıyorsa, o zaman adalet mefhumu diye bir şey söz konusu olamaz.

Sözü dahi edilemez.

Ve o Adalet mekanizması, “Adalet ve yargı” vasfından çıkıp adeta bir “sorun” haline gelir.

Nitekim hal-i âlem ortada.

***

Bu nedenledir ki bugünkü Cumhurbaşkanı, Başbakanlığı döneminde dahi en çok üzerinde durduğu mevzuu bu.

Ki bizatihi kendisinin kullandığı ifade; “Türkiye için en büyük sorun yargı sorunudur.”

Bize göre bu ifade her şeyi anlamaya ve anlatmaya yeter.

Eğer bir ülke hukuku, adaleti, demokrasiyi, insan temel hak ve özgürlükleri uygun olarak dağıtmıyorsa, daha fazlasıyla hukuk adına, adalet adına, demokrasi adına, insan temel hak ve özgürlükler adına yola çıkıp da bu kavramları yanlış yorumlayan bir yargı söz konusu ise; elbette ki burada vahim bir sorun vardır.

Keza kamunun birçok kurum ve kuruluşları aynı paralelde büyük belirsizlikler ve ilkesizlikler içerisinde kıvranıp durmaktadırlar.

Sayın Davutoğlu da Erdoğan’dan daha fazlasıyla bu kurumların üzerine titizlikle giderek, bunların zig-zaglı politikalarını dosdoğru bir hale getirip, hukukta ve yargıda kullanılan kavramların dürüstçe ve gerçek manada kullandırılmasına çalışıyor.

Bu itibarla Hükümet programında da ana hedefte bu!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “hakkın, hukukun yerinde uygulanmasının takipçisiyiz. Bu bütçede tüyü bitmemiş yetimlerin, yoksulların, dulun istihkakına uzatılan el, kardeşimin olsa dahi o eli kıracağım” demesi önemli bir tespittir.

Bu da haliyle artık Türkiye’nin “Yeni bir Türkiye” olma yolunda olduğunu göstermektedir.

Onun için kavramlar, ters yüz edilip, keyfilik içerisinde delilleri kaybetmeye kadar giden bir yargı mekanizması kendisini hiç bir zaman sorun olmaktan kurtaramaz.

* * *

 

Eğer bir hâkim aynı dosyada sabah bir karar veriyorsa, öğleden sonra başka bir karar veriyorsa demek ki burda bir kavram belirsizliği söz konusudur.

Ki bu durumda, yargı mekanizması kendisini birçok soru işaretlerinden kurtaramaz.

Bir yargıç, diğer bir yargıcı yaptığı hatalarından, yanlışlıklarından ve hukuksuzluğundan dolayı onu destekliyorsa ve meslek taassubuyla koruyup-kolluyorsa ve burada masum vatandaşın mağduriyetine neden olunuyorsa, gerçekten o yargı mekanizması sorun olmanın ötesine geçmiştir.

İşte Yargının bu sorun olma şekli nerede ise son zamanlarda yani 28 Şubattan bugüne dek, hep tartışıla olmuştur.

Bu tahribat üreten sorun, Yargı açısından çok büyük güven kaybına sebebiyet vermiştir.

Kamuoyu nezdinde hep soru işaretleri oluşmaktadır.

***

Hele hele, bazı savcılarımız “Öküzün altında buzağı ararcasına” dayanaksız, delilsiz, suç yaratırcasına, suçsuz insanları suçlu duruma getirmeye yönelik gösterdikleri çaba da dikkatten kaçmamaktadır.

Özellikle Basın davalarında.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinin 2. fıkrasına göre; ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğünün serbestiyetini vurgulayarak anlattığı halde bazı gayretkeş savcılarımız her nedense delilsiz, dayanaksız suç isnat ederek, yazılanı bir bütün olarak değerlendirmeyip, tabiri caizse "cımbızla" kelime seçmeye çalışarak basın mensuplarını sorguluyorlarsa…

Ki bu da basın kanunun ruhuna da aykırıdır.

Zira Yargıtay'ın verdiği birçok kararda, "yazı bir bütün olarak" ele alınması gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Ama ne hikmetse, bunu gören yok.

Düşündürücü olan da budur.

Bu da yargının ne kadar "aciliyet isteyen bir sorun" haline geldiğini göstermektedir.

Bilindiği üzere Diyarbakır’da, özellikle Asliye Hukuk veya İş Mahkemelerinde ideolojik veya kasıtlı olarak verilen bazı kararlar, ha bire Yargıtay’dan geri dönüyor.

Yargıtay, tam tersine "yerinde olmayan gerekçeli kararlarını" eleştirmek suretiyle geri gönderiyor.

Hem de ağır eleştiriler sıralayarak geri gönderiyor.

Oysaki hukuk aynı hukuk, yasalar aynı yasalardır.

Adalet, aynı adalettir.

Ne oluyor da kaşla göz arasında eften püften gerekçelerle zevahiri kurtarmak veya birilerinin hatırına binaen ve birilerini de mağdur etmek suretiyle kararlar veriliyor.

Ama iyi ki Yargıtay var.

Yargıtay da bu kararları bozarak, ağır eleştirilerle geri gönderiyor.

Demek ki o zaman Sayın Cumhurbaşkanının ve Başbakanın da “Yargı bir sorundur” demelerinde büyük bir haklılık söz konusudur.

Ki onlara katılmamak da mümkün değil.

***

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, “Yargıda Birlik Platformu” olarak bilinen bir hareket söz konusu.

Tabii ki bu hareketin varlığı önemli.

Her ne kadar Sayın Ahmet Davutoğlu “Yargıda Birlik Platformu” diye bir çaba gösteriyorsa da, bize göre şeklen “Birlik Platformu” oluşuyorsa da ideolojik olarak, hükmen ve hukuksal olarak aynı terazide birleşmiyor gibi geliyor.

Zira yargıçların verdikleri bazı kararlar, hiç de kendini hukuksuzluk ve antidemokratik uygulamalardan kurtaramıyor.

Keyfiliğe dayanıyor ve vatandaşın zararına ve mağduriyetine neden olunuyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

 Hayırlı Cumalar..