BİR HUKUK DEVLETİ NASIL OLMALI?

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre yıllardan beri ülkemizi özellikle bu coğrafyayı sarsan ve halkı korkutucu uygulamalarla titreten ve yaklaşık kırk yıldan beri bu millete çok büyük bedel ödeten temel unsurlar ne olabilir sizce?

Akla ilk gelen cevap; terör odaklarının varlığı olsa gerek.

Hiç kuşkusuz ki;

Bu soruya yanıt olarak alınan cevaba karşı ikinci bir soru akla gelir.

O da şudur; Peki, terör odaklarının varlığı neden kaynaklanıyor?

İşte bu soruya karşılık verilecek yanıt bulunamıyor.

Aslında bulunur da, birilerinin işine gelmediği için açık ve net olarak ortaya konulmuyor!

***

Bize göre mevcut devletin, yıllardan beri inatla vazgeçmediği adil olmayan sistemin kollanması ve antidemokratik uygulamalırının varlığı, terör unsurlarını bünyesinde barındırmıştır.

Yakın tarihimizdeki oluşa gelen tüm toplumsal hayat akışlarının varlığı..

Pek tabi ki, toplumun sosyal, siyasal, ekonomiksel gibi her alandaki olup bitenler bu verilen cevabımızın birer kanıtlayıcı delilleridir.

Yaklaşık kırk yıldan beri bu millete deyim yerindeyse kan kusturan terör, millete çok büyük bedel ödeten hukuk dışılık, antidemokratik uygulamaların tümü; devletin kamuya ait önemli bazı kurum ve kuruluşlarının bünyesinde taşıdığı keyfiliktir...

Hukukdışı uygulamalardır, siyaset alanındaki çekemezliktir ve siyasi madrabazlıktır.

* * *

Evet, gerçekten hukukun üstünlüğüne inanan çağdaş, demokratik, insan temel hak ve özgürlüğüne saygılı bir devlet, adilane bir şekilde tüm uygulamaları millet adına gerçekleştirirse o zaman hiçbir yerde sorun kalmaz, terör de uzun ömürlü devam etmez, halk da zarar görmez, devlet de yorulmaz.

Ama heyhat!

Hani nerede?

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Hiç uzağa gitmeye gerek yok.

AK Parti iktidarının İmralı’yla yapmış olduğu uzlaşma ruhu, barış isteği, bu anlattıklarımızın olmazsa olmazıdır ve gerçek delilidir.

Geçici de olsa gerçi sonuç somutlaşmamış olmakla beraber, az da olsa halk bir ümit beklentisi içerisindeyken rahat nefes almaktadır.

Umut ediyoruz ki, bu hep devam edecektir.

Zira savaşın kazananı olmamakla beraber, barışın da kaybedeni olmamıştır.

Bu tarihi bir kaziyedir, bilimsel bir gerçektir, toplumsal geleceğin bir garantisidir.

Ama heyhat!

“Görünen köy kılavuz istemez” misali, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, rejimin, sistemin adı demokratik sistem ise de, üç kez değişen anayasaların dibacesinde ve ilk maddesinde “Demokratik, lâik, hukukun üstünlüğüne inanan bir hukuk devleti” olarak tanımlanmakta ise de, fakat hiçbir zaman söylemle eylem birbirini teyit etmemiştir.

Hep bu kavramlar yanlış uygulamalara yönlendirilmiş olup, milleti keyfi bazı kurumların bünyesindeki yetkililerin şahsi arzularına dayalı veyahut kişisel rantlarına dayalı olarak millet hep inim inim inletilmiştir.

Terör odaklarının varlığı ve gittikçe azgınlaşarak büyümesinin ana faktörü ve temel nedeni de bu olması gerekir.

***

Evet, devletin yasama, yürütme ve yargı erkleri bu söylediklerimizin ana başlıklarıdır.

Yasama organı olan parlamentoda bulunan siyasi partilerin çekişmeleri, birinin ak dediği zaman diğerinin kara demesi...

TBMM çatısı altında siyasiler kavgayla, gürültüyle, birbirine küfür etmekle sorunlar geçiştiriliyorsa...

Yürütme erki ise; yerel uygulamaların ve polisin halka karşı keyfiyete dayalı yanlışlıklarda bulunuyorsa..

Yargı erki de; istisna kaideyi bozmaz misali istisnalar hariç, birçok yönüyle hâkimlerin, yargıçların çelişkili karar vermesi, objektif davranmaları yerine sübjektif davranmaları, hele hele bazı iddia makamlarının rasgele dayanaksız, delilsiz iddianameleri hazırlaması..

İşte bu hali vaziyet, Türkiye için, toplum için, devlet için hiç de iç açıcı bir hal değildir.

Şuan ne yazık ki, Türkiye “hukuk devleti” olması noktasında gereken yerde değil.

Onun için,

Keyfiliğe dayalı,

Sübjektifliğe dayalı, zorba bir devlet yapısında hukuktan söz edilemez.

Edilse bile, hukukun üstünlüğü vaki değildir.

***

İşte, başta anlattığım gibi!

Terör odaklarının gittikçe palazlanarak çoğalması ve ülkenin her tarafına yayılması, hatta karayolları dahi güpegündüz insanların rahatlıkla seyr û sefer etmelerine engel olunması, terör odaklarının suçlanması yerine, devletin antidemokratik, hukuk dışı uygulamaları konuşulup-tartışılmalı..

Çünkü, suç ve suçlu üreten bir mekanizma haline gelmiştir.

Gerçek bir hukuk devleti;

Milli iradeyi kucaklayan, bağrına basan bir devlettir.

Ülkenin bünyesinde bırakın terör odaklarının varlığını, adi suçların yapılmasına bile rastlanılmaması gerekir.

Ama ne çare ki;

“Görünen köy kılavuz istemez” misali hiç de öyle değildir.

Her şey tersyüz edilmiştir.

* * *

Evet,

Yargıtay eski Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk’un “ZORBA DEVLETTEN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE” adlı kitabından önemli birkaç başlığı sizinle paylaşmak istiyorum.

“Konfüçyüs şöyle diyor;

Baskı yapan devletler, yırtıcı kaplanlardan daha korkunçtur.

Bir de eski Yunan zorba Kral Narkos’a karşı yakalanan Zenon suç ortaklarını söylemesi için bizzat kral işkence yapmaktadır.

Rivayete göre olay iki ekilde biçinlendirilmiş.

Bir görüşe göre Zenon konuşmamak için dişleriyle kopardığı kendi dilini zorba kralın yüzüne tükürmüştür.

Bir başka görüşe göre ise; Zenon kulağına söyleyeceği hilesiyle Zorba kralın yaklaştırdığı kulak kepçesini ısırıp, koparmış bunu kralın yüzüne tükürmüş, sonra da suç ortaklarının adlarını vermiştir.

Hepsi de kralın en yakın dostlarıymış.

Paul Valeryenin ikinci görüşüne göre; her zorba yapayalnızdır, çünkü ona ilk ihanet edenler daima en yakın dostlarıdır, bu bir.

Her zorba, zorbalığın kısır döngüsünde kendi yarattığı zorbalığına ve kullandığı baskı tekniğine eninde-sonunda yenik düşmeye mahkûmdur, bu iki.

Zenon, zorbaya hile yaparak daha derindeki bir doğruyu göstermiştir, o da şudur: her zorbalık kuşku ve aldatmacaya dayanır ve bunlarla beslenerek yaşar, bu üç.

Aradan iki bin yıldan çok zaman geçer, 14. Leus “devlet işte bu, benim” der ve ekler; Tek kral, tek yasa, tek inanç, Tevrat’taki canavar leviarthan devlet olup, çıkmıştır”

Evet, sevgili okurlar, devam ediyor.

“Tek kral, tek yasa, tek inanç”

“Bu slogan yüz yılımızın ilk yarısında milyonlarca cana mal olmuştur.

Birey yine yapayalnızdır, baskı tekniği Konfüçyüs’ün kaplanlarına rahmet okutmuştur”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Yukarıda anlatılan uzun kıssalardan bir nebzecik sizlerle paylaşmak istedim; ama günümüzde mevcut olan devletin bünyesini temsil eden, özellikle yargı mekanizmasındaki rasgele cübbe giyen, hukuk fakültesinden diploma alan, ama inanıyoruz ki gerçek hukuku incelemeye tabi tutulamayan nice hâkimler, savcılarımız vardır.

Halk adına, millet adına her ne kadar kararlar veriliyorsa da, vicdana dayalı hukuku değerlendirmeler yok.

Onun için, bu devlet, bu iktidar, bu adalet bakanlığı, bu kurumun bünyesindeki himayeye dayalı meslek taassubunun önüne geçerse, İnşallah ümit var olunuz ki bu devlet belki bir yerlere gelebilir.

Bu millet gerçek manada hukuksal baharını yaşayabilir.

Ama başta söylediğim gibi;

Devletin kaderini, milletin geleceğini rasgele adalet cübbesini giyenlerin, inisiyatifine bırakılırsa, bu memlekette Allah’ın değişmeyen kanunu olarak, eşyanın tabiatı gereği hiçbir zaman rahat nefes alamaz.

Sonuç itibariyle düşünülürse;

Özgürlükçü, çoğulcu, demokratik, hukukun üstünlüğüne inanan ve bel bağlayan ve vicdanıyla yaşamak isteyen sivil toplum, hukuk devleti insanlığın düşünsel varlığının ulaştığı son kavşak noktası olmalıdır.

Bir hukuk devletinin vazgeçilmez temel unsuru, kendi toplumunun huzuruna bireyinden ta devletine kadar, gerçek insani vicdan paralelinde milli iradeye saygılı olmalıdır.

Devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla millet adına hareket etmelidir ve bunun başını çeken de bize göre yargı mekanizmalarıdır.

Milletin vergileriyle, bütçeleriyle kendi iaşesini temin eden bir devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla el ele verip, toplumun hizmetinde bulunması gerekir.

Kişisel rant ve kişisel kinle hiçbir zaman devletler yönetilemez.

En derin saygı ve sevgilerimle.