BÖLGEMİZDE FEODALİZM! (II)

Sevgili okurlar.

Dün bu köşede sizinle paylaşmak istediğim konu;

“Bölgede Feodalizm..”

Başlık ve muhtevası bölge açısından çok önemli..

“Feodalizm” demek hiç kuşkusuz ki;

“Güçlünün güçsüzün üzerine hegemonyasını kurması” demektir.

Güçsüzün sesini "ah û enini", figanlarını susturup, adalet ve hukuk mercilerine ulaşmasını engelleme planıdır..

Kısacası; sömürü yapılanmasıdır.

Yani tek kelimeyle;

"Mazlumun zalime karşı direnip, hak arama fonksiyonunun ortadan kaldırılmasıdır…"

***

Bu da hiç kuşkusuz ki;

İnsan temel hak ve özgürlüğüne uymayan batıl, yanlış, dayatmacı bir sistemin gölgesinde yapılmaktadır.

Zira toplumsal bir dengenin kurulabilmesi için o toplumun bünyesindeki insanlar arasında "eşitlik dengesinin" korunması gerekir.

Eğer güçlüyle-güçsüz arasında hukuksal ve adalet dengesi var ise, sorun yoktur.

Ama denge eşitliği gerçekleştirilmiyorsa, o toplum batıl bir sistemin hegemonyası altında peşinen kendi hayatiyetini yitirmiş demektir.

Yıllar yılı bulunduğumuz Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasındaki aranan hakkaniyetin bulunmamasının temel nedeni de, devlet çarkını ve sistemini elinde tutan, hakkaniyete inanmayan, gerçek kimliğini gizli tutan, ne idügü belirsiz insanların yüzünden oluşmuştur.

Faili meçhul cinayetlerden tut, faili meçhul rüşvetlere kadar.

Faili meçhul fuhuş sektörüne kadar…

Faili meçhul uyuşturucu sektörüne kadar…

Ne kadar sayarsan say, bakıyorsun ki medyada çıkan bazı haberler polisin aktifliğini gösteriyor(!), jandarmanın aktifliğini gösteriyor(!), yargının aktifliğini gösteriyor(!).

Oysaki tüm aktifliğe rağmen suç unsuru bir türlü azalmıyor.

Yapılan bunca devlet mücadelesi (!) bir türlü suç oranının çoğalmasını engelleyemiyor.

Çünkü caydırıcılığın varlığı söz konusu değildir.

Tüm bunlara rağmen, gittikçe suç unsurları çoğalıyor.

Yani başta saydığım gibi fuhuş sektöründen, uyuşturucu sektörüne kadar, cinayet sektöründen, rüşvet sektörüne kadar ve devail-i devliyede (kamuda) yolsuzluk, rüşvet çarkına kadar..

Önlenemiyor.

Neden mi?

Tabii ki başta söylediğim gibi uygulamalar, hakkaniyete bağlı kalmadığı için..

Uygulayıcılarının da insan temel hak ve özgürlüklerine inanmadığı için.

Kimliklerin bu bölgeye "saklı" olarak aktarılması..

Hatta başka yerde yapmış olduğu yanlışlıklardan dolayı buraya sürgün olarak gönderilenler..

Özellikle, JİTEM’in bünyesindeki unsurlar ve Polisin içerisine sızan, suç şebekeleri..

Ve daha neler neler…

İşte bir medya grubu olarak bu bölgede yıllar yılı avaz avaz bağırarak, yetkililere ve iktidara sesleniyoruz, kamuoyu adına yazıyor, çiziyoruz.

Ama "hakkaniyete" ne hikmetse, kimse yüzünü döndürmüyor.

* * *

Evet.

Siyaset.

Özellikle din ve İslam kelimesini kullanmayıp, muhafazakârlık makyajıyla yola çıkan zihniyetler yaptıkları hukuk dışı yanlış uygulamalardan dolayı millet yoruluyor, güven ve itimadı sarsılıyor, itibarı yitiriliyor, mecburiyet karşısında kalan halk, yağmurun önünden kaçıp doluya tutuluyor misali.…

Bu kez Marksizm’e sosyalizme, ırkçılığa, mezhepçiliğe ve bunun sonucu da komünizme ve Siyonizm’e yönelik unsurlara kapısını açıyor bu toplum.

Belediyesinden tut, devletin diğer önemli kurumlarına kadar.

Böylece millete uymayan, uygun olmayan kimseler tarafından işgal ediliyor ve bu işgal de ne yazık ki kanunların himayesinde gerçekleşiyor.

Anayasalar, yasalar ve yönetmelikler denilerek, devletin resmi mercileri böylelerine teslim ediliyor.

Ehil olmayan insanların eline teslim ediliyor.

Ve orada da cirit atan hâkimiyet ve otoritede ya feodalite unsurlara veyahut da terör unsurlarına teslim ediliyor..

Millete rağmen, millet yok sayılıyor.

Bu nedenle diyoruz ki bir devletin devlet olabilmesi için, ömrünün daha fazlasıyla uzun olabilmesi için, öncelikle ve özellikle yüce İslam dininin gerçek yüzüyle tanışması gerekir ve onunla barışık olması gerekir.

Milletiyle, kaynaşıp-bütünleşmesi gerekir.

* * *

Bu da haliyle;

Demokratik, çoğulcu parlamenter sistemine dayalı bir hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.

Zira tarih bize gösteriyor ki “Devlet-i Âliyeyi Osmaniye” cihanşümul Osmanlı devletinin 1839’lara kadar uzun süreli bir devlet yaşamı sürdürmesinin temel nedeni işte bu ana ilkelerdir.

Çünkü, Devletin başlangıcından bu tarihe kadar yüce Kur’an-ı Kerim’in ana hükümlerine riayet etmesi ve o Kur’anın hükümlerinin gölgesinde kendini biçimlendirmiş olması, İslam’ın berrak hukukuna paralel olması, devleti uzun süre yaşatmıştır.

Devlet ve millet el ele vererek derin nefes alabilmiştir.

1840’lardan bu yana devletin gittikçe geri kalması, peyderpey, yüz elli sene gibi bir tarih süreci içerisinde batılılaşma adı altında gittikçe gerileme sürecine girmiş ve o sarsılmaz tarihi devletin gücü, sarsılmış, kendi içinde güven kaybına uğramıştır..

Ve zayıf bir güce dönüşmüştür.

***

Bakın, devlet neden güç kaybına uğramıştır?

Mesela bunlardan birkaç tanesini sizinle paylaşmak üzere aşağıya alıyorum.

1- Devlet “Tanzimat Fermanı” adı altında toplumu yavaş yavaş garbileştirmeye (batılılaşmaya) yönelik, DNA'sıyla oynadı. Onun şeref ve haysiyetini koruyan, coğrafyasını büyük tehlikelere karşı muhafaza eden temel unsurlarından olan dini vecibelerinden uzaklaştırdı. Yerine getirilmemesi için uğraştı, bu da yıkımın başlangıcı oldu.

2- Hakkaniyete dayalı olmayan, acımasız vergiler milletten tahsil edilmeye başlandı.

3- Hukuka dayalı adalet ve insafın devletin ve halifenin elinde olması gerekirken, yavaş yavaş hakkı olmayan askerlerin eline verildi.

Yani asker o süreçten itibaren, günümüze kadar devlet üzerine hükümran oldu, devletin uygulamaları askerin vesayeti altına girdi.

4- Hukukun üstünlüğü, Müslüman ve gayrimüslim arasındaki sözde müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) ve hürriyet (özgürlük) gibi toplumsal temel unsurlar, eşit olarak toplumun bireylerine dağıtılması adı altında gizliden gizliye dışarıdan ithal edilen emperyalizme dayalı Siyonizm’in ve haçlı anlayışların hükümranlığıyla, yok edildi.

Ve bugüne kadar hala da emperyalist ülkelerinin güdümüyle yaşayan bir devlet netice itibariyle kendini terörizmden bir türlü kurtaramıyor.

Elli seneden beri can pazarı durumuna girmiş, ülkenin her tarafında akıtılan masum insanların kanının diyeti ödenemiyor.

Halkın huzur içerisinde yaşaması sağlanamıyor.

Bu toplumun en üstün, en ağır belalarından birisi de fakr-u zaruret, bir türlü önlenemiyor.

Hele hele cehalet, okumuşlukla beraber başını almış gidiyor, bir de toplumun arasındaki ihtilaf gittikçe zirvelere tırmanıyor.

* * *

Eleştiri olarak saydığımız menfi unsurlar dediğimiz bu olumsuzluklar, sistemin yanlış dönmesi nedeniyle vuku bulmuştur.

Hak etmeyen insanlara ucuzdan ucuza kahramanlık ve kurtarıcılık unvanı verilmiştir.

Cüce iken devleştirilen anlayışlar, adeta devlet tarafında tabulaşmış ve sistematik hale getirilmiştir.

Evet, sevgili okurlar.

Bizce bunun yegâne kurtuluş çaresi fakr-u zaruretin karşısında güçlü bir ekonominin varlığı olsa gerek.

Cehalet karşısında yüce İslam dinine dayalı ilim saçan medrese usulünün uygulanması, ihtilafı da ortadan kaldıran büyük bir ittifakın pekiştirilmesiyle mümkündür.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.