DEVLET, MİLLET VE ADALET!

Evet, sevgili okurlar.

Yıllardan beri ülke insanımızın hasretle beklediği huzuru, sükûneti ve mutluluğu her nedense bir türlü bulamıyor.

Devletin gerçek yüzünü yakalayamıyor.

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek "milli irade" adı altında yürütülmekte olan "devlet hiyerarşisi" bir türlü ülkeye huzur verememiştir.

Kurtuluş savaşıyla mücadele veren bu millet, "haçlı ve emperyalist, Siyonist dünyasının" istilasından kurtulmak için omuz omuza vererek, “Allah û Ekber” nidalarıyla savaşmıştır.

Hep dik durmuştur, boyun eğmemiştir.

Öncelikle bu mücadelenin temel amacı; bin yıllık "Hakaik-i İslamiye'yi" emperyalist zorbaların ülkemizi istila kapsamına almalarından kurtararak, İslam misyonunu bünyesinde barındıran bin yıllık tarihinin muhafazası olmuştur.

Bu inançla yola çıkılmış, verilen bu kutsal cihat ve cesur mücadele hedefine ulaşmış ise de ne yazık ki, cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu mücadelenin yüceliğini ansızın sıfıra indirmeye çalışılan Lozan imzaları toplumu yekvücut olarak hayal kırıklığına uğratmıştır.

Zira 1924’teki “Tevhid-i Tedrisat” adı altında ülke sathındaki yayılmakta olan medreseler, camiler, Kur’an kursları, tekke ve zaviyeler, özellikle ulema kesimlerini yetiştiren tarihi Osmanlı medreseleri tamamıyla kapatılmıştır.

Bu kapatmanın dayanak noktası da Lozan’daki Lord Gürzon’un İsmet İnönü ile yapmış olduğu sözleşmedir.

Keza misak-ı milli hudutlarını çizdiren bu Lozan anlaşması, “zafer” olarak yutturulduysa da meğerki bugün bize tarih şahit olarak bunu gösteriyor ki hiç de zaferle alakası olmayan bir anlaşmadır.

Tümüyle hezimete dönüştürülmüş bir anlaşma ve imzadır.

* * *

Cumhuriyet kurulmadan evvel, Mustafa Kemal’in Anadolu sathına çıkması, Erzurum kongresinin yapılması için bir hayli Erzurum’da kalması, İngiltere’nin Lozan baş murahhası olan Lord Gürzon’un öz be öz kuzeni durumunda olan İngiliz Ordunun Hava Albayı Raulonsen, Erzurum’a gidip Mustafa Kemal Paşa’yla görüşmesi, tabii ki insanların aklına çok şeyleri getiriyor?

Der demez bu tarihi olaylar, insanın aklına birçok soru işareti getiriyor.

Zira ülke insanı kurtuluş savaşı mücadelesini verdikten sonra çok büyük maddi ve manevi kurtuluş beklentisi içerisindeydi.

Ama 1924 yasalarından sonra her gün biraz daha ülke; kavga, kargaşa, kan ve gözyaşlarına doğru itildi.

O günden bugüne dek gelen giden hükümetler her ne kadar kendini muhafazakâr, milletin iradesini temsilen seçimlerden seçimlere kadar millete vermiş olduğu sözler ve vaatler paralelinde yola çıkmışsa da kesinlikle kimse kimseyi kandırmasın, huzur diye bir şey bu topluma, bu ülkeye verilememiştir.

Bunun da tabii sebebini araştırmak gerekir.

Zaten yalan söylemeyen tarih bunları kayıt altına almıştır.

Ama antidemokratik, hukuk dışı yasaların zorbalığıyla, tam manasıyla devletin bu meçhul sırrı deşifre edilemiyor.

Diğer bir deyimle; “Hikmet-i hükümet” diye adlandırılan bu sırlar bir türlü çözülemiyor.

Mevcut tüm yasalara rağmen, zerre-i miskal suç oranı düşürülmemiş.

Bilakis, kat be kat artmıştır.

Yasalar ve yasaların uygulaması caydırıcılık vasfını taşıyamıyor.

Ülkede çoğalan suç ve suçluların, temel nedeni gerçek manada demokratik, insan temel hak ve özgürlüklerini koruyan ve muhafaza eden sivil bir Anayasa'nın olmamasıdır.

Tabiri caizse, gelen-gideni aratıyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yaklaşık 11 senedir, AK Parti iktidardadır.

AK Partinin, özellikle Başbakanın yapmış olduğu büyük çaplı mücadele inkâr edilemez.

Yatırımlar, had safhada.

Bolluk, ekonomiksel rahatlık, az da olsa millet biraz rahat nefes almıştır.

Olayın ve başarının en çarpıcı tarafı da bu “Barış Süreci” olayıdır.

“Barış Süreci” neredeyse iki yıla yakındır ki pek de kan dökülmüyor, şehitlerin cenazeleri dağdan gelmiyor.

Bu paralelde yürüyen iktidar, özellikle daha önceden 28 Şubat’ın mezalimine son veren ve o zalim temsilcileri olan Ergenekoncu generallerin yapmış olduğu mezalimden dolayı adaletin keskin, radikal ve kalıcı kararlarıyla bunların cezaevine konulmuş olmaları, JİTEM’e son verilmesi, DGM mahkemelerinin hegemonyasına son verilmesi…

Elbette ki tüm bunlar hükümetin hasenat defterine tescil edilmiş durumda.

Fakat ne yazık ki Türkiye; kurtuluş savaşından sonraki kurulan cumhuriyetin gizli anlaşmaları, müstevli haçlı devletlerle yapmış olduğu gizli anlaşmalar, bir bir saf dışı ve hükümsüz kırılmasından korkan derin devlet, haçlı batı dünyası ve İsrail elbette ki rahat durmadı.

Geçen sene Mayıs ayından bugüne kadar, Gezi olaylarından 17 Aralık olaylarına kadar, hükümete kumpas kurulmuş, icraatları ve başarıları sıfıra düşürülmeye çalışılmış, deyim yerindeyse darbe çeşitleri uygulanmıştır.

Bu gizli hareket, bununla yetinmemiş, özellikle aynı inancı paylaşan ve aynı yolda yürüyen, her şeyini aynı mizanla tartan, hükümetle Gülen Hocanın cemaati arasında ansızın çıkan bir kavga fitnesi, ne yazık ki hükümetin çalışma stilini zedelemiş durumda.

Halkın inancına ve beklentilerine indirilmiş ağır bir darbedir.

Yara alan yalnız hükümet değil, Başbakan değil, tüm Türkiye yara almıştır ve gittikçe bu yara genişleyerek, derinlere doğru iniyor.

Hükümet, emniyet teşkilatına el atmış.

Haklı olarak emniyet bünyesinde birçok yanlışlıkların varlığı inkâr edilemez.

Elbette ki icraatını sağlama almak için devletin önemli kurum ve kuruluşlarını kontrol altına alması gerekir.

* * *

Bize göre yıllardan beri cumhuriyetin kuruluşunda oynanan oyunların bir uzantısı durumunda olan yargı erkine el atması tarihi bir başarıdır.

Yani HSYK kanununun değiştirilmesi ve Adalet Bakanına vermiş olduğu geniş çaplı imkân ve uygulama şayan-ı takdirdir.

Zira görünen odur ki yıllardan beri yargı erkinin bünyesine yerleşmiş, kart ve bayat düşünceler ve anlayışlar, ne yazık ki Adalet Bakanlığına hükümran olmuş durumda.

CHP’nin cumhuriyet anlayışı özellikle bazı hâkim ve savcıları özellikle Hukuk Fakültelerinden çıkan genç bir kuşağa hâkimlik ve savcılık görevi verilmiştir.

Elbette ki içinde çok değerli genç hâkim ve savcılarımızın varlığı inkâr edilemez.

Ama buna rağmen hiç unutmayalım ki önemli büyük kesimleri CHP’nin tarihi Mehmet Moğultay ve Seyfi Oktay’ın Adalet Bakanlığı döneminde kadrolaşan yargı bir türlü tarafsızlığını muhafaza edemez duruma gelmiştir.

Hele hele bağımsızlık anlayışı “hiç” sayılabilecek kadar az.

Güneydoğu Anadolu’nun bazı il ve ilçelerinde, özellikle Diyarbakır’da adeta cımbızla seçilmiş bazı mahkemelerin hâkimleri, özellikle iş mahkemelerinin hâkimleri ve hukuk mahkemelerinin hâkimlerinin varlığı, vermiş olduğu kararlarla onları ele vermektedir.

Ümit ediyoruz ki son HSYK kanununu kısa bir süreç içerisinde yargıya da el atarak, şimdiye kadar korunan ve yıllardan beri aynı mahkemelerde görev yapan yanlış ideolojiler paralelinde mesleğini icra eden bazı hâkimler ve savcılara el atılması gerektiği inancındayız.

Yeni Adalet Bakanı olan Sayın Bekir Bozdağ, ideal ve hukuku iyi bilen bir Bakan olduğundan kuşkumuz yoktur.

Adil bir insan, tarafsız ve vicdanına danışan birisi olma hasebiyle gerçekten halkımıza bir ümit kaynağı olmaktadır.

Hele hele Başbakanın yeni Hukuk Danışmanı olan eski Başsavcı Sayın Fahri Kasırga, deneyimli bir hukukçu olup müsteşarlığa kadar yükselmiş biri olarak, Başbakanımızın Hukuk Danışmanı olarak seçilmişse, o da apayrı sevindirici bir olaydır.

Bekle-gör misyonuyla.

En derin saygı ve sevgilerimle.