DEVRİMLER DEDİKLERİ NE?

Evet, değerli okurlar.

Bilindiği gibi içinde bulunduğumuz hafta, yüce İslam Peygamberi ve tüm beşeriyetin önderi, Peygamberlik silsilesinin son halkası, insanlar ve cinlerin Resulü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in “Kutlu Doğum Haftası”dır.

Yani miladi yılı olarak sene 571.

Nisan ayının ya 20, ya da 22. gecesinde dünyaya teşrifleriyle bütün insanlığın önderi olarak yeryüzünü nurlandırmıştır.

Küfrün, zulmün, despotizmin, şirkin ve putperestliğin karanlığından beşeriyeti kurtararak, imanın ve İslam’ın adaletine, nuraniyetine doğru adım atmasını sağlamıştır.

Böylece yeryüzünü vahiy vasıtasıyla, zulmün batık karanlığından kurtarmıştır.

İşte o yüce insanın, o yolunu, izini takip edebilmek ve onun aşkıyla yaşamak, sadece yıldan yıla 'kutlu doğum' haftasıyla, günüyle, mesajıyla olmaz.

Olmamalı, çünkü bu yetmez.

Ancak her inanan mümine düşen görev; ruhuyla, canıyla, tüm varlığıyla, onun sünnet-i seniyesine paralel olarak yaşamak, yaşatmak ve insanlık içinde bir örnek olma üstünlüğünü yakalamaktır.

Yani tek kelimeyle yalnız methiyeleri dile getirerek, tarikat mensuplarının cezbeyle Hz. Muhammed’in “Kutlu Doğum Haftasını” kutlamakla İslam dünyasını bugün içine düşmüş olduğu zillet ve meskenetten kurtarmaz.

Eğer ki kurtarmış olsaydı, yıllardan beri en azından yüz yıldan beri İslam dünyasını sömüren, kanını emen, kan emicisi olan Haçlı İngiliz ve Siyonist Yahudilerin hegemonyası yeryüzünde var olmazdı.

Ama heyhat!

Bakıyoruz ki ne kadar İslam ülkeleri varsa, bugün hemen hemen tümüyle devrimcilik, inkılâpçılık adı altında Siyonist ve İngiliz casusların elleriyle yönetilmekte olup, bu yüce İslam dünyasını inim inim inletmektedirler.

Demek görünen ve anlaşılan odur ki yüzeysel aşk-ı Muhammedi gerçeklerden soyutlanmış bir zihniyetle, İslam dünyası yönetilemez.

Ve tabi ki, bir yere gidemez.

Gerçek olan şudur ki İslam dünyasının içine düştüğü derin bataklıktan kurtulması için tüm gerçekleriyle İslamiyet’e sarılması gerekir.

7’den 70’e kadar İslam’ı yaşamak ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in ruhaniyetini manen içinde bulmak ve onun, Kur’anının direktif ve talimatı paralelinde adım atmakla mümkün olur.

Bu da bize her şeyi okutur ve yaşatır.

Özellikle, Küfür dünyasının bugünkü kullandığı ne kadar teknolojik güçler varsa hepsini tarihi İslam’ın ruhuna teslim etmekle ancak Kutlu Doğum Haftaları kutlanır.

Ne çare ki hiç de öyle değildir.

Tam tersine tüm İslam ülkelerinin başına gelen badireler ne ise özellikle Türkiye’mizde de bugün yaşanmakta olan ve her gün insanları biraz daha hayrete düşüren çok büyük siyasi kirlenmeler söz konusudur.

Bu siyasi kirlenmeler, ortalığı öylesine bunaltmıştır ki kimin eli kimin cebinde belli değil.

***

Siyasi kirlenme virüs gibi!

En güvenilen muhafazakâr partiler bile "bukalemun" gibiler.

Birçoğu bakıyorsun ki, ilk girişimlerinde yüce İslam davasını göğüslemişler ve onun gölgesinde yürüyerek büyük siyasi başarılar elde etmişler.

Ne var ki, daha sonra "tam tersine" u dönüşü yaparak CHP'nin "vesayetçi" dokusuyla bütünlük kazanmışlar.

Onların nam-ı hesabına çalışmışlar, onların siyaseti paralelinde adım atmışlardır.

Bakınız, bu millet yıllardan beri CHP’nin sisli ve dumanlı havasından çektiği için ve onu bildiği için hiç bir zaman iktidara getirmemiştir.

Getirmez de!

Ha keza, MHP’nin şovenist ve faşizan ruhunu da bildiği için, hiç iktidara getirmez.

Hep muhafazakâr geçinen, İslam’ın ve milli inanca sahip çıkma görüntüsünü veren muhafazakâr partiler iktidara getirilmiş.

Ne var ki, onlar da devrimler dedikleri CHP’nin macera siyasetine uygun olarak adım atmışlar.

Hiç de devrim dedikleri yasalara dokunmamışlar, isim ve renk değiştirme makyajıyla yola çıkmışlar ve bu milleti zaman zaman hayal kırıklığına uğratmışlardır.

* * *

Gerçekten bakıyoruz ki bundan on sene evvel, yirmi sene evvel, otuz sene evvel muhafazakâr geçinen siyasi partiler, hep iktidarda bulunmuş ise de kendilerinin bünyesine yerleşen kozmopolit, değişik renklere bürünmüş, nice aptal anlayışlara sahne olmuşlardır.

Netice itibariyle sıfırlanmışlar!

Millet CHP’yi iktidara getirmediği gibi o partileri de bırak bir daha iktidar yüzünü görmek, siyaset safhasından silinmiş ve bir daha da esamisi okunmamış.

Delil mi istiyorsunuz?

İşte buyurun Doğru Yol Partisi.

İşte buyurun Anavatan Partisi.

İşte buyurun Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi gibi farklı isimlerde partiler kuran merhum Erbakan’ın partileri.

Hepsi yerle yeksan olmuşlar ve esamileri bugün okunmuyor bile.

Ama millet yine millettir.

Korkarım ki muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın lideri olduğu AK Parti de aynı akıbete uğrasın.

Ki bu endişeyle karşı karşıyadır.

“Bir gülle bahar olmaz” demişler.        

Başbakanın bu çalışmaları bize göre yetersiz kalır.

Zaten bu oylar tamamıyla Başbakanın çabalarıyladır.

Halkın saygısı vardır, teveccühü vardır, beğenisi vardır.

Ama ne yazık ki partisinin bünyesinde öylesine kozmopolit milletvekilleri vardır ki ne yaptığının farkında değiller?

Öylesine vakaların içerisine giriyorlar ki sanki parti yıpransın, Başbakan güçsüzleşsin gayretindedirler.

Evet, durup dururken birisi çıkıyor Hürriyet Gazetesinin yazarına diyor ki Kur’anla alay edercesine “Bakara, makara” diyor.

Birisi çıkıyor, koca bir Üniversite camiasına suçlama getiriyor?

Diyarbakır milletvekili olarak, üç yıldan beri milletvekili olduğu halde hiçbir yere bir çivi çakamamış, Diyarbakır’da herhangi bir yere değişik bir plan sunmamış, sadece medyaya görüntü verip, kendini deşifre etmekle meşgul biri olarak; " Dicle Üniversitesi'ne" hakaretler yağdırıyor.

Sanki zamanın fatihiymiş gibi, yegâne kurtarıcısıymış gibi, Dicle Üniversitesi Rektörüne ve yönetimine enva-i türlü iftira, yalan ve ahlak dışı istinatlar sıralamaktadır.

Şahsen şunu beklerdim; bu milletvekilimiz ileri sürmüş olduğu sözde 67 maddeden ibaret iddiaları büyük bir yüreklilik göstererek, çıkıp bir bir delillerle, belgelerle ortaya koyup, basına açıklamış olsaydı.

İnanın O gün o sayın milletvekilinin alnından öper, tüm Diyarbakır halkı adına teşekkürlerimizi sunardık.

Ama hakikat öyle değil.

Rektör hanıma karşı beslediği kin ve nefretten dolayı hızını alamayarak, “paralel yapı”yla suçlamaktadır.

İhaleleri belirli kimselere satmakla suçluyor.

Ama keşke tek bir tanesi dahi gerçeğe dayalı olsaydı, biz o milletvekilimizle gurur duyardık, tüm kamuoyu huzurunda tebriklerimizi sunardık.

Lakin Sayın Milletvekilimizin bu yaftacı ve yüzeysel konuşmasından dolayı gelecek seçimlerde bırakın seçilmeyi, milletin karşısına dahi çıkıp oy isteme şansını yitirmekte olduğunu düşünüyoruz.

Kişisel rant temin etmeyip, duyduğumuza göre bazı istek ve arzularını yerine getirmeyen yönetimi, artık bu milletvekilinin hıncından kurtaramıyorlar.

Bu memleket aş istiyor, iş istiyor, teknoloji istiyor, kavga, kargaşa ve kaos istemiyor.

Ama siz kendiniz, siyasi olarak kargaşa yaratıyor durumdasınız.

Ne yaptığınızın farkında değilsiniz.

Bu millet sizi yıllardan beri mezalim saçan, Kemalist ve laikçi anlayıştan kurtulmak seçti.

Ki Sayın Başbakan da aynı düşüncede olduğuna inanıyoruz.

Şüphemiz odur ki, bazı yandaşlarınızı bu üniversitede bir yerlere getirmek için böyle acımasızca Rektör Ayşegül Jale Saraç hanımefendiyi hedef tutmuşsunuz.

Oysaki göreviniz bu değil ki.

İllaki Sayın Saraç yerini terk edip, kaçacak.

Siz de istediğinizi yine orada yıllardan beri çöreklenmiş ve inançla, dinle, imanla hiç alakası olmayıp AK Partinin MKYK’ya hukuk sözcüsü olarak hasbel kader atanmış veya Mazhar Bağlı’nın skandal denilecek kadar birçok yanlışının varlığını basına yansıtmış olmakla beraber, illa bu adamları parti bünyesine yerleştirip, biraz daha partiyi kozmopolitleştirme çabası içinde olduğunuzu görüyoruz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Biz bu konuyu burada sizinle paylaştık.

Ama dün, Zaman Gazetesinin yazarı olan Etyen Mahcupyan’ın “Devrimin içinden” başlıklı yazısının bazı önemli paragraflarını size sunmak istiyorum.

İnanın, kim ne olursa olsun.

Fikri, cismi, düşüncesi ne olursa olsun ve nereye ait olursa olsun, eğer gerçekleri konuşuyorsa demek ki adam bir şeyler biliyor ve yaşıyor.

Onun için inanmak gerekir bu zata.

Bakınız, Sayın Mahcupyan şöyle diyor;

“Cumhuriyet tarihi siyasi açıdan bakıldığında anormalliklerin sanki normalleşmiş gibi yaşandığı bir dönemi ifade eder.

Demokrasi getirdiği iddia edilebilen, oysa yoğun bir tahakkümü, hukuksuzluğu ve rant devşirmesi gerçekleştiren bir tek parti yönetimi, ardından darbelerle ayakta tutulan ve nihayet hukuk yoluyla tescil edilen bir vesayet sistemi, bütün siyasi partilerin tek bir kalıba döküldüğü, bunun dışına çıkan partinin kapatıldığı, askerin ise ülkenin bütün temel kararlarını alabildiği bir siyaset alanı…

Ve sistemin tanımladığı bu alan içinde sağ/sol oyunu oynayan, ancak kişiliksizleşerek ayakta durabilen partiler, bunun bir demokrasi olmadığını görmek için çok bilgili olmak gerekmiyor.

Söz konusu yapıya devlet bağımlısı, iş dünyasını, eğitim kurumlarını ve medyayı da eklediğimizde her şeyin bir sahneleme, bir tür aldatmaca olduğu noktasına varıyorsunuz.

Nitekim böylesine oynak bir siyaset piyasasında ilkelerin hatta ideolojik yaklaşımların bile büyük bir rol oynamayacağı, kadro oluşturmanın son derece zor ama aynı zamanda anlamsız olacağı tahmin edilebilir.

Siyaset birçok kişi için ya girip çıkılacak ve menfaat üretilecek bir alan ya da yamanarak mümkün olduğunca içinde kalınan ve kaşarlanarak, profesyonel hale gelinen bir var oluş biçimi oluşturdu.

Böylece neredeyse herkesin herkesle yan yana gelebildiği konjonktürün seyrine göre tutum alınan bu garip faaliyete siyaset dedik.

Toplumsal tercihler ve talepler hiçbir zaman ön planda olmadı, bunların hepsi oy hesabıyla araçsallaştırıldı, toplum ise elindeki seçenekler çerçevesinde altı boş siyasi kavgaların rüzgârına da kapılarak, mevcuttan kendince en zararsızını seçti.

Bunu yaparken bir seçimde toplumun teveccühünü toplamış olan, bir partinin sonraki seçimde yerlerde sürünmesi gibi sonuçlar da doğal olarak ortaya çıktı.

Çünkü gerçekte hiçbir partinin toplum nezdinde kalıcı bir yeri yoktu.

Ve bu türden bir anlam bağı kurulmamıştı.

Böylesi durumları yorumlayanlar, genellikle halkımızın ne denli basiretli olduğunu anlattılar.

Ama muhtemelen bir taraftan da kısık sesle aynı halkın ne denli nankör olduğunu dile getirdiler.

Sonuç olarak aslında Osmanlının ideal siyaset dünyası devam etti.

Siyaset bir kapalı merkezin içinde yapılırken, siyaset alanının bütün aktörleri merkezde bire bir ilişki kurmak zorunda kaldılar.

Ve bu aktörlerin kendi aralarındaki ilişki anlamsızlaştı, bu durum öncelikle siyasi partilerin birbirleriyle olan ilişkisini işlevsiz hale getirdi.

Kurumlar arasında güven, hiçbir zaman kurulmadı.

Her biri devleti arkasına almaya çalışarak, ayak oyunu stratejisi izledi.

Ve aralarında konuşma birimini anlamaya çalışma birlikte hareket etme ve siyaset oluşturma geleneği oluşmadı.

Ancak daha vahimi, siyasi partiler ile toplum arasında bir temsil ilişkisi de kurulmadı.

Zaman zaman bazı partilere olan teveccüh, devletten muzdarip olanların belirli bir noktada yığılmasını ya da toplumun çeşitli katmanları arasında geleceğe dair bir ortak hayalin arandığını ima etti.

Ama toplum hiçbir parti ile o dönemi aşan bir manevi bağ geliştiremedi.

Siyasi partiler ile toplumsal kesimlerin her biri bu süre içerisinde kendi değişim maceralarını yaşadılar.

Ve birbirinden kopuk bu özneler, seçimden seçime karşılaştılar.

Bunun ötesi sadece magazindi ve bilinçli olarak da magazin olsun istendi.

Devletçilikten uzaklaşmayanlar, henüz olanı anlamamış olabilir.

Ama bu durum bugün radikal bir biçimde değişti, çünkü AK Parti diye bir parti var ve diğerlerinden farklı olarak hem kendisini devletten uzaklaştırdı, hem de toplumla gerçek ve kalıcı bir bağ üzerinde yapılandı”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu son yazılan yazıyı A’dan Z’ye kadar hiç harfini, cümlesini değiştirmeden, bugünkü köşeme taşıdım.

Bu yazı, Zaman gazetesinin yazarı Etyen Mahcupyan’a aittir.

Ama burada siz değerli okurlarımın huzurunda Sayın Mahcupyan’ı tebrik ediyor, yürekten kutluyorum.

Çünkü bu yazı toplumun derinliklerindeki ruhunu okumaktadır.

Biz de aynı paralelde diyoruz ki işte bazı Sayın milletvekillerimiz ne yazık ki çok küçük düşünüyorlar.

Geleceği ve aldıkları rol çok kötü bir roldür, ne yaptıklarının acaba farkında mıdırlar?

En derin saygı ve sevgilerimle.