'EFENDİ DEĞİLİZ HİZMETKÂRIZ!'

Evet, sevgili okuyucular!

Bildiğiniz gibi; Türkiye'de 'önemli şeyler' oluyor.

Olması gerektiği gibi!. Çünkü 'geçmişle' alakalı çok ciddi ve kötü 'hadiseler' mevcut.

Bu nedenle; devlet ve millet 'el ele' vererek hem kendilerine hem de yönetimsel düzene çeki düzen vermek zorundadır.

Artık; dağınıklığa, derbederliğe, her kafadan ses çıkarma gibi boşboğazlığa gerek yok. İtibar etmeye de lüzum yok.

Yani tecdit yenileme çabasına girmek lazım. Demokrasiye, adalete yepyeni bir şekillendirme gerekir.

Meclise dayalı milli irade paralelinde hiç zaman kaybetmeden ülke yararına baştan sona yepyeni bir anayasa oluşturulmalı.

Nitekim!.. Görünen de odur ki; siyasal iktidar bu anlamda 'adım atma' ihtiyacını hissetmektedir.

Her ne kadar buna muhalefet uymuyor ise de zaten siyasetin kuralı da bu olmalıdır ki, muhalefet ne isterse iktidar tersini yapmalıdır.

Aksi takdirde iktidarlar hiçbir zaman uzun ömürlü olmaz.

 

***

 

Bakınız; dünkü medyaya yansıdığı kadarıyla Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç şöyle bir açıklamada bulunmuş:

"Halk oylamasına gitmek de göze alınabilmeli" baştan sona yenilenmiş AİHM sözleşmesi AB süreci özgürlüklerin daha bir genişlemesi ve demokratikleşmenin tamamlanması ile bütünleşecek bir anayasaya ihtiyacımız vardır."

Yani; AB normlarına uygun anayasanın bazı maddelerinde değişiklik yapılması kaçınılmaz..

"Hatta bugüne kadar 3’te biri değişmiş olan 1982 anayasasının daha çağdaş bir düşünceyle AB normlarını içeren daha demokratik daha sivil bir anayasa olarak düzenlenmesi konusunun Türkiye’nin epeyden beri gündeminde olduğunu" söyleyen Arınç şöyle diyor:

"2007 seçimlerini takiben böyle bir anayasa çalışmasını iktidarımız yapmıştı; fakat bugüne kadar umumi anlamda yeni sivil bir anayasa yapma imkanı bulamadık. Anayasada bugüne kadar kısmen değişiklikler yapıldı. AB sürecinde anayasanın 40’tan fazla maddesi değişti. Bugüne kadar da 1982’den bu yana 60 maddesi değişti. Dolayısıyla 175 madde olan anayasanın üçte birinin zaten değiştiğini kabul edebiliriz. Artık bu nedenle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AB süreci, özgürlüklerin genişlemesi, demokratikleşmenin tamamlanması ile bütünleşecek bir anayasaya ihtiyacımız vardır."

 

***

 

Ve Arınç ekliyor;

"Bu itibarla artık halkın oylamasına başvurmalıyız. Referandum kaçınılmazdır"..

Arınç'ın bu sözleri ciddi manada 'kamuoyunu' teselli ettiğini söyleyebilirim..

Nitekim; aynı minvalde Başbakan'da konuştu..

"Her halükarda AK Parti’nin çalışma stili halkın efendisi olma değil hizmetkârıdır. Bu millete her ne pahasına mal olursa olsun illaki bir şeyler vermeye çalışıyoruz"

Bize göre de; artık Türkiye demokrasiye doğru dev adımlarla gitmelidir ve bundan başka da kurtuluş çaresi yoktur.

Yıllardan beri zigzaglı politikalarla dış güdümlü siyasetle, piyon durumunda olan iktidarlarla bir yere varılmaz olduğuna halk kesin kanaate varmıştır. Hem bıkmıştır, hem de yorulmuştur.

Onun için artık yeter deme zamanı gelmiştir. Millet kendi iradesini er geç gerçekleştirme çabasındadır.

Artık bu halk basmakalıp şablonlu, politik maceralara kanmaz. Her şeyin iç yüzünü görmek istiyor.

Yıllardan beri milletin bozulan siyasal dengesini artık sağlam zemine oturtturmak istiyor.

Peru perişan duruma girmiş bir gençlik, artık toparlanmak istiyor, potansiyel halk kitlesi yıllardan beri süre gelen maceracı yönetimlerden bıkmış ahlaki çöküntülere duçar olmuş, bir halk kitlesi kendini taru taze bir şekillendirmek istiyor.

 

***

 

Bakınız sevgili okurlar.

Bu milletin doğulusuyla batılısıyla,Türküyle, Kürdüyle, lazıyla çerkeziyle, arabıyla, acemiyle yekvücut olarak bu devlete şehit vermiştir.

Can vermiştir, bedel ödemiştir. Alın teri olarak vermiş olduğu vergiler vardır.. Maaşından kesilen, vergiler vardır..

Peki tüm bu bedellerin karşılığını almışmıdır. Bugüne kadar maalesef almış değil. Hangi alanda olursa olsun yapılan yatırımlar, bir türlü milletin mahsubu muradına uygun olmamıştır.

Milli eğitim camiası bünyesinde yapılan üniversiteler, milletin beklentilerine cevap verememiştir.

Milletin bütçesinden bunca harcanan maliyet, millete geri dönememiştir. Okul milli eğitim üniversite denilmiş, sadece 4 duvardan ve yüksek binalardan başka bir yenilik hasıl olmamıştır.

Devletin hangi kurum ve kuruluşuna el atarsanız sistemin bozuk terazisi hep yan yatmıştır.

 

***

 

Askeri vesayet hegemonyası hala da sürdürülmektedir. Yargı desen ha keza..

Özellikle yüksek yargı, anayasa mahkemesi, Danıştay, HSYK adeta solcu tek parti zihniyetini taşıyan CHP’nin paralelinde yürüdüğü tartışılıyor.

Doğru mu değil mi; kamuoyu hep tartışıyor.

Meclisin milli irade paralelinde çıkarttığı yasalar, CHP’nin işine gelmeyince hemen iptal etmek için anayasa mahkemesine koşuyor.

Anayasa mahkemesi ise sanki bir demoklesin kılıcı gibi; Milli irade üstünde bir üstünlük pozisyonunda hüküm vermektedir.

Hele hele bir HSYK var! Bunlar apayrı bir gariplik içerisinde. Gelen-giden iktidarlar ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, bir türlü milletin istediği demokratik hedefine ulaşamıyor.

Bu nedenle halk AK Parti iktidarına yüksek bir haykırışla seslenerek "Artık yeter elinizi çabuk tutun, bu halkı bu antidemokratik mezalimin pençesinden kurtarın" diyor.

 

***

 

Nitekim;

Sittin senedir imandan inançtan, milli değerden ve ahlaktan, tarihinden ve kültüründen nasibini alamayan diplomalı bir cahil potansiyelle karşı karşıyayız.

Bunun ana sebebi de, milli olmayan bir eğitim sistemiyle kendimizi avutmuşuz yanıltmışız ve körü körüne yanlışlara uyum göstermişizdir.

Oysaki çağdaş, demokratik, muasır bir medeniyet atmosferi içine girmek isteyen bir Türkiye, tüm kurum ve kuruluşları ile zulme değil, zulmün karanlığına değil, adaletin aydınlığına ve nuraniyetine doğru yürümelidir.

 

***

 

Düşünün cumhuriyet döneminde siyasetin lügatinde kullanılan ifade ve kavramlar kelime olarak ters yüz ederek yanlış tefsirler ve manalarla halka götürülmüştür.

Demokrasi denilmiş, antidemokratik bir muamele ile karşı karşıya bırakılmışız.

Cumhuriyet denilmiş, cumhursuz bir cumhuriyet algılanmış.

Yani arkasında toplumun gitmediği bir cumhuriyet, sosyal bir hukuk anlayışı ileri sürülmüş tam tersine zulüm ve adaletsizlik uygulanmış. Hiçbir anayasa paralelinde uygulanmak istenen yasaların hiçbirisi ciddi mana da caydırıcı fonksiyonunu yaşayamamıştır.

Örneğin tam tersine cinayet yasalarına rağman gittikçe cinayetler katliamlar, adam öldürmeler Türkiye’de son safhada.

Hırsızlık yasalarına rağmen gittikçe hırsızlık potansiyeli artmaktadır. Uyuşturucu ile mücadele söz konusu ise tam tersine gittikçe bu halk uyuşturucu belasından bir türlü kendini kurtaramıyor.

Hele hele uyuşturucu tacirleri, milli eğitim kurumu olan bir çok okulların ve üniversitelerin kapılarında kol geziyor. Terör demişiz mantar gibi gün geçtikçe terör odakları üreme yapmış ve büyük bir acımasızlıkla masum insanların kanı dökülmüş ve dökülmeye devam ediyor.

Peki, sorarım size sevgili dostlar?

Çağdaş hukukun üstünlüğüne inanmış, demokratik muasır bir devlet şekli böyle mi olmalıydı?

Gittikçe fakru zaruret artmakta, işsizlik dizboyuı, kargaşa, terör had safhada. Cehalet ve ahlak çöküntüsü..

İşte daha nereye kadar bu rezaletler devam edecektir?

 

***

 

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin manşetinde şöyle bir haber okuduk.

"Doğu ve Güneydoğu’daki 42 baro başkanı ve yönetim kurulu üyeleri Diyarbakır’da Kürt Açılımını tartışıyor."

Barolar konuştu diye bir manşet vardı ve haber şöyle devam ediyor:

"45 baro başkanı farklı görüşler ortaya koyarken temel hedefin; barış huzur ve kardeşlik olması gerektiği ifade edildi.

İnanın sevgili okurlar.

Bu haberi okuduğumuz zaman, aklıma şöyle tarihi bir vaka geldi. Osmanlının son döneminde devleti ele geçiren İttihat Terraki’nin elebaşlarının kullandığı üç tane sözcük vardı.

***

İttihat (Birlik) Uhuvvet (Kardeşlik) Musavvat (Eşitlik)

Bu her üç kavramda bir milletin can damarı olarak bilinmekte olduğu halde, olmazsa olmazı durumunda iken, ama hey hat gün geldi devran geçti bu her üç güzel kavram devlet bünyesinde ters yüz edilerek masonların kullandığı kavramlar oldu. Ve bu üç aldatmaca kavramla Osmanlının sonu geldi.

Tıpkı bugünkü kullanılan barış, huzur ve kardeşlik kavramları gibi!.

Hep yakın tarihimizde politikacıların ve bürokrasinin, siyasetin kullandığı güzel ifadeler; ama ne çare ki, güzel söylemler olarak belirtiliyor ise de, ama uygulamada kelimeler tam ters yüz ediliyor.

Yani ehliyetsiz ve kasıtlı insanlar, bu kelimelerin arkasına sığınarak bir yerlere gelmeyi başarıyorlar.

"Altta kalanın canı çıksın" misali, olan yine millete oluyor.

Hali alem meydanda, bu millet artık kendine gelmelidir.

Bu toplum artık bazı gerçekleri görmelidir. Bu halk artık birilerini tanımalıdır.

Yoksa bu su daha çok hamur çeker. Pardon burada bunu yazarken aklıma şöyle bir atasözü geldi.

Zannedersem bu yazımızın manasının tümünü özetlemektedir.

"Tatlı ve temiz suyun tadını acı diye hisseden ağız mutlaka hastalıklıdır. Eğer bir göz güneş ışınlarını bulanık görüyorsa hata güneşte değil, gözdedir. Artık bu toplum parlak makyajlı sözlere kanmamalıdır. Bilene sivrisinek saz, bilmeyene davul zurna bile az.

Saygı ve sevgilerimle!.