ERGENEKONUN DERİN CUMHURİYETİ!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi bugün Cumhuriyetimizin 90. yılını kutluyoruz.

Gerçekten cumhuriyet yalnız kelime itibariyle kullanılırsa..

Hele ki, mana değeri arka plana atılıp yanlış uygulamalara konulursa..

Hiç kuşkusuz ki, herhangi bir hukuki değeri kalmaz.

Toplum da ne olduğunu anlayamaz.

Büyük bir şaşkınlık içerisinde kalır ve gayretlere düşer.

***

Bakınız..

Cumhuriyet, kelime ve kavram itibariyle bir fazilet rejimidir.

Ve topluma karşı devlet tarafından verilen yüce hizmetten ibarettir.

Yoksa kalkıp da;

Cumhuriyeti mana değerinden çıkarıp, yörüngesinden uzaklaştırıp, dayatmalı zorba bir hale getirirseniz,

Cumhuriyet Halk Fırkasının ideolojisine alet ederseniz,

Yani devleti ve milleti birbirine düşürüp de tek parti şeflik ve dipçik dönemine dönüştürürseniz,

Ülkeyi kan gölüne boğarsanız,

Toplumun birer aydınlık dağıtan güneş gibi ulemalarını idam ederseniz,

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki aileleri sürgüne tabi tutarsanız,

Hatta daha doğrusu devlettin kuruluşunda, milli egemenliği değil, İngiliz projesine dayalı bir cumhuriyeti uygularsanız,

İngiliz politikası paralelinde İsviçre’nin Lozan şehrinde İngiliz murahhası Lord Gürzonun hükümranlığı paralelinde milletine birtakım yanlışlıkları dikte ederseniz,

Ve olup-bitenlere Lozan zaferi derseniz,

Hiçbir zaman ona cumhuriyet denilemez, denilse denilse ancak cumhursuz kelime itibariyle manasız bir cumhuriyet şekli olur ki ona da “cumhuriyet fazilettir” demek yerine “cumhuriyet rezalettir” denilir.

Ülkeyi karanlığa sürüklemekten geçer.

***

Ki, hal-i alem ortada.

Kalkıp da yalandan, aldatmacadan, kandırmacadan, politik yollarla milleti aldatarak Kemalizm ve laikçilik gibi tek parti zihniyetine cumhuriyet denilemez.

Aksi takdirde kandırmacadan başka bir şey olamaz.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

1923’ten beri kurulan cumhuriyet, bu ülke insanının devletiyle milletiyle beraber iki yakası bir araya getirilememiştir.

Neden mi?

Nedeni belli.

Zira çoğulcu parlamenter sistemi adı altında kurulan TBMM’nde, bugüne dek iktidara gelip, giden muhafazakâr partiler bir türlü milli hâkimiyet paralelinde ülkeyi yönetemediler..

Çünkü karşılarında 1924’te kurulan Cumhuriyet Halk Fırkasının tek parti zihniyeti çıktı..

Ve bu hâkimiyetle hep iktidarlar gelip-gitti.

***

Her ne kadar adı Cumhuriyet Halk Partisi olmuş ise de.

Bakınız dünkü yazılı medya olsun, görsel medya olsun.

Açık ve net olarak AK Parti’li iki-üç bayanın hacca gidip, hac farizalarını eda ettikten sonra, dönüşte TBMM’ne “Artık baş açık değil başörtüyle meclise geleceğiz” diyen milletin birer temsilcisi olan bayanlara karşı, sözde Atatürk’ün kurmuş olduğu Halk Fırkası yani bugünkü ismiyle CHP’ye mensup milletvekilleri nerdeyse isyan çıkaracaklar..

Özellikle Faruk Loğoğlu’nun beyanları gerçekten memleketin yüz karasıdır.

Bu memleketin böylesine serbestçe inancına karşı çıkıp, hala da haçlı ve Siyonist anlayışların paralelinde devleti ve milleti idare etmeye kalkanların ne kadar dürüst olduğunu ve ne kadar bu millete saygılı olduklarını Hindistan’daki “Sağır Sultan” bile keşfetmiştir.

***

Bilinmelidir ki bu memleket taşıyla, toprağıyla, mezar taşlarıyla, yediden yetmişe kadar tüm insanlarıyla Müslüman’dır.

Hz. Muhammed (s.a.v)’in dinine intisap etmekle bünyesinde, kanında şeref ve haysiyet taşıyor.

Tarihi İstanbul’u istila eden İngilizlerin politikalarına ve onların projelerinin uygulamasına artık geçit verilmiyor bu memlekette.

Cumhuriyet Halk Parti neredeyse hiç bu ülkeyi tanımamış.

Bu milletin içinden çıkmamış.

Uzaydan gelmiş birer yabani türden insan harikası gibidir.

Yoksa bu milletin yegâne dayanak noktası olan yüce Kur’an-ı Kerim’in kesin bir hükmüne dayalı kadının örtünmesine karşı çıkması, Türkiye’nin ayıbı olduğu gibi çağımızın da bir ibret levhası olmalıdır.

Kur’anın bu hükmüne karşı çıkıp da tevhit inancına dayalı milli birlik ve benliğine karşı çıkan CHP zihniyeti hala da 1930 ve 1940’ların dayatma projesini uygulamaya kalkışıyorsa halk buna dayanamaz.

Demokrasiye karşı bir inatlaşmadır.

Zaten anılan bu partinin cumhuriyetin kuruluşundan beri, cumhuriyetle oynamış, cumhuriyeti cumhursuz bırakmış, batıl yolları seçmiş ve her yönüyle batılı ve yanlışları bu millete dikte etmiş, milletin beynini ve inancını bunamıştır.

Cumhuriyet rejimi fazilet rejimiyken, kahraman TSK’ni ele geçirip, üç beş tane Ergenekoncu, cuntacı, BÇG’ci generallerin vesayeti altına alınmasına cumhuriyet denilemez.

Tıpkı Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliğinin Bolşevik rejimine dayalı Lenin’den sonra Stalin’in liderliğinde yaşayan bir Rusya tipi..

Ya da İtalya’nın Mussolini’si, Almanya’nın Hitler’i, yahut Franco liderliğindeki İspanya, Salazar liderliğindeki Portekiz’in yanı sıra Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Yugoslavya, Arnavutluk gibi devletleri hegemonyasına alan mezalime cumhuriyet denilemez.

* * *

27 Ekim 2013 tarihli Taraf Gazetesinin yazarlarından “Tarihin Sesi” köşe adlı Ahmet Demirel’in beyanlarına göre cumhuriyeti tarif ederek, biçimlendirdiği paralelinde bakılırsa, Sayın Yazarın görüşlerine katılmamak mümkün değildir.

Cumhuriyet’in temel kavramından çıkarılıp, kişisel övmelere çevirip, milleti baskıcı uygulamalarla inim inim inleten şeflik dönemine cumhuriyet demek budalalıktır.

Ahmet Demirel’in bu yazısı gerçekten şayanı tebriktir.

Tarihi, tüm gerçekleriyle kaleme almış, kimin bu dönemde, bu cumhuriyet sürecinde ne yaptığını ortaya koymuştur.

Zira Ahmet Bey’in attığı başlık şöyledir;

“Türkiye’yi değiştiren yirmi yıl”

“Yani 1918 ile 1938 arasındaki geçen yirmi yılda Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamında büyük bir değişim yaşandı.

Atatürk’ün Genel Başkanlığını yaptığı, Cumhuriyet Halk Partisi tek partili bir sistemle toplumu eğiterek, çok partili sistemin alt yapısını kurmak için mi çalışıyordu?.

Yoksa tek partili sistem kalıcı olarak mı düşünülmüştü?”

Gerçekten Ahmet Bey’in bu sorusuna kimsenin bir şey söylemesine gerek duymadan bu yirmi yıl arasında gerçekleşen ve oluşan vukuatlar her şeyi gösteriyor.

4 Mart 1925’te kabul edilen Takrir-i Sükûn kanunundan tututunda, İslam’ın temel şartlarının değiştirilmesine kadar, ezanın Türkçeleştirilmesine kadar, kadının giyim ve kuşamına kadar, Milli Eğitim camiasının kelimesi kelimesine milletin kültüründen uzaklaştırmasına kadar, bu süreçte uygulanmakta olan tüm bu olup bitenler zaten o soruya bir nevi cevaptır.

28 Şubat da bu yanlış uygulamanın uzantısı değil midir?

Keyfi ve cebri uygulamaya tabi tutularak, Ergenekoncu generallerin vesayeti altına almak, bunca dökülen kan, gözyaşları, nice ocakların söndürülmesi, evlerin-köylerin yakılması bu cumhuriyetin neresinden geçiyor Allah aşkına?

Bunlar hangi cumhuriyette vardır,

Şahsen kişisel olarak buna bir çözüm bulup da işin içinden çıkamıyorum.

Yorum siz değerli okurlara aittir.

En derin saygılarımla.