ESER, MÜESSİRİN KANITIDIR!

Evet, sevgili okurlar.

Yaklaşık kırk günden beri bu köşede yazılarıma ara vermek durumunda kaldım.

Zira kutsal Ramazan, mübarek Bayram süreci derken, ancak bugüne geldik.

Allah nasip ederse bundan sonra aralıksız olarak sohbetlerimize devam ederek, güncel olayları sizinle paylaşmak istiyorum.

Özellikle Ortadoğu’daki olup bitenleri, İsrail’in Gazze’ye yapmış olduğu acımasız katliamı günü gününe dile getireceğiz.

Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimine bir hafta kala Türkiye’de de yapılan seçim propagandası ve adayların miting meydanlarındaki konuşmaları yönündeki görüşlerimizi de buradan aktarmaya çalışacağız.

Zaten, Başbakan ve Cumhurbaşkanı adayı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın halkın her gün biraz daha teveccühüne mazhar olduğunu, miting meydanları söylüyor ve kendini gösteriyor.

Dosta, düşmana adeta ders-i ibret olarak miting meydanlarındaki görüntüler herşeyi tüm açıklığıyla anlatmaya yetiyor.

* * *

Evet, bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız “ESER, MÜESSİRİN KANITIDIR” ifadesi yine Sayın Erdoğan’ın yıllardan beri vermiş olduğu mücadelenin bir ölçüde tanımıdır.

Elbette ki zaman dilimleri içerisinde daha Başbakan olmadan, İstanbul Belediye Başkanı iken verdiği mücadeleden dolayı çektiği çileler, ızdıraplar ve buna rağmen davasını hiçbir zaman arka plana atmamış olması ve gittikçe sistemin aleyhinde oluşturduğu engellerin tümünü aşarak bu seviyelere gelmesi de "apayrı bir mucizedir" diyebiliriz.

Zira Erdoğan, bugünkü Filistin’e, Gazze’ye, İsrail tarafından yapılan acımasızca saldırılara karşı susan dünyayı karşısına alarak, hatta Türkiye’deki sistemin tarihi hain planlarına rağmen pes etmeden göğüs gelerek önce Allah’ından sonra da halkından almış olduğu gücü kullanarak, bu seviyeye gelmesi bize göre on beş sene evvel Siirt’te okuduğu şiirin bir mükâfatıdır.

Bakınız, sevgili okurlar.

Nereden nereye?

Erdoğan’ın inancı paralelindeki hiç sinmeden yürüyen, hiç korkmadan mücadele eden, davasını zerre kadar arka plana atmadan manevi ve maddi mücadelesindeki azmin bir mükâfatı olarak bugün yeni bir mücadele süreci başlatma aşamasındadır.

Erdoğan’ın hak yolundaki verdiği mücadele bir müessirse geldiği nokta ve daha da tırmandığı maddi ve manevi mevkilerin varlığı o mücadelenin kanıtlayıcı eserleridir.

Zaten yüce Allah’ın değişmeyen sosyal kanunları da bu yöndedir.

Evet, tek kelimeyle özetlemek gerekiyorsa; Erdoğan, hak dava uğruna yürüdüğü hak yol gittikçe genişleyerek, mesafeler kat ediyor ise yıllardan beri o yaptığı mücadelenin oluşturduğu eser, Erdoğan’ın müessir durumundaki haklılığının kanıtlayıcı bir delilidir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Maymun iştahlı İsrail…

Domuzvari karakterinin Filistin halkına karşı acımasızlığı tüm dünya, özellikle demokrat geçinen dünya, özellikle insan temel hak ve özgürlük mücadelesini kimseye kaptırmak istemeyen Birleşmiş Milletler ve tüm medeni dünya tarafından izlenilmesine rağmen suskun kalmaları utanç verici.

Hatta birçok İslam ülkeleri dahi!

Yaklaşık üç-dört yıldan beri gerek Libya, gerek Mısır, gerek Suriye, gerek Irak ve gerekse Gazze, en önemlisi ve en çarpıcı konumu da Filistin olayına karşı bir tek "sesini yükselten" karşı çıkan Erdoğandır.

Dimdik ayakta kalarak, tepki koyan tek İnsanlık lideridir.

Yalnız kalmış, ama vermiş olduğu hakkaniyet paralelindeki mücadele sayesinde fikren de olsa, hükmen de olsa adeta medeni dünyayı (!) mağlup etmiş durumdadır.

Kendisi galiptir ve inşallah bu galibiyet içerisinde en yakın kısa bir süreç içerisinde daha fazlasıyla hak ettiği makama oturacaktır.

Ama bunu da burada ifade etmeden geçmek istemiyorum.

Yıllardan beri mevcut Kemalist, laik sistemin ürettiği yurdumuzun değişik coğrafyalarında meydana getirdiği terör odaklarının yüzünden unutmayalım ki çok büyük mazlum insanların kanı dökülüyor.

Erdoğan’dan önceki iktidarların ve devletin önemli kurum ve kuruluşlarının yanlış politikaları yüzünden gittikçe terör artmış, kavga körüklenmiş, terör tüm hızıyla devam etmiş olduğu halde hiç kimse bir çare bulamamıştır buna.

Sayın Erdoğan’ın üç dört yıldan beri hedeflediği süreç olayı, bu terör odaklarının adeta önünü kesmiş ve o süreç, barış süreci olarak ortaya konulmuştur.

Yalnız PKK değil diğer terör odakları olan örgütlerle de barış sürecini ortaya koymuş, sistemin tüm olumsuzluklarına rağmen önüne geçmiş, en azından şimdilik kaydıyla kanın dökülmemesini sağlamıştır.

Artık, ailelere dağdan ve kırsaldan cenazeler gelmez durumuna girilmiştir.

Bu da elbette ki ümit verici bir teselli kaynağı olmalıdır.

Amma velâkin bunu da burada kaydetmeden geçemiyorum.

Türkiye çapındaki kesilen veyahut azalan terör odakları, kan dökme olayları, her ne kadar azalmış ise de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki önemli bazı feodal yapıya her nedense el atılmamıştır ve o feodal yapı, Güneydoğu coğrafyasında hala da amansız acımazlığını sürdürmektedir.

* * *

Aşiretler arasındaki yapılan kavga ve gerçekleştirilen katliamlar bu topluma nerdeyse terör odaklarını unutturmuş durumda.

Daha bir senesi bitmedi..

Silvan ve Bismil arasındaki arazi anlaşmazlığı yüzünden feodal yapı gözünü kırpmadan, bir aileden sekiz insanın katline girilerek öldürüldü.

O vahşet hala gözler önünde..

Halkın vicdanından bir türlü silinmeyen bir olay.

Ve daha iki gün önce Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı Örensu köyünde yaşanan katliam..

Bir çoban tarafından gerçekleştirilen vahşette, 4’ü kadın olmak üzere 7 kişi öldürüldü.

Ve bu bir sene içerisinde yalnız Batman’da göze çarpan, dehşet veren iki olay.

Bunun yanı sıra bireysel olarak da yapılan mezalimler ve hükümetin, siyasetin ve hatta bölgenin hükümet tarafından kanat önderleri olarak gösterdiği kimlikler, kişiler veya STK birimlerinin bu acımasızlığa karşı suskun kalmaları, gerçekten düşündürücüdür, düşündürücü olduğu kadar da vahimdir.

Ve nerdeyse diyebiliriz ki arkası kesilmeyecek daha vahim olayların vuku bulması söz konusu olabilir.

Peki, Sayın Başbakan, iktidarı ve bölgeden seçilen bazı önemli mevkileri işgal eden Bakan ve milletvekilleri, buna ne gibi bir çare düşünüyorlar veya düşünmektedirler?

Bize göre bu soruya hali hazırda verilecek kocaman bir “HİÇ” cevabı söz konusudur.

Nitekim bölgede nam veren elit tabakalar, kendi halkına kuş bakışıyla bakıyorlar.

Bu paraleldeki feodal yapı bölgede halen hakimiyetini sürdürmektedir.

Şeyhlik, ağalık ve din adamları olarak geçinen zevat!..

Sormak lazım, bu bölge insanına ne gibi İslami bir ahlak sağlayabilmişlerdir?

Acaba yıllar öncesinden bugüne kadar gelen medreselerin sözde ulema kesimleri, tarikatların sözde şeyhleri ve daha feodal yapının ağa ve beyleri, bu memleket insanına ne gibi maddi ve manevi katkılarda bulunmuşlardır?

Bu soruya karşı verilen cevap da, inanıyorum ki kocaman bir “HİÇ” kelimesidir.

Ne var ki bu feodal yapı hep kutsal unvanlar, geçmişlerinden aldığı makam ve mevkiler sayesinde bu milletin oylarını almışlar, siyaset alanlarına tırmanmışlar, şiştikçe şişmişler, büyümüşler, mal-mülk, servet, şöhret ve şehvet alanlarına tırmanmış olmaları gözlerden kaçmamakla beraber, millette tek bir kazanım sağlamış değiller.

Hep ihmal etmişlerdir.

Bu millet, bu halk, bu tür siyasi madrabazlıkların kandırmacaları altında inim inim inlerken, deyim yerindeyse birbirinin kanını acımasızca dökerken, bu anılan feodal yapılar da hep arka planda seyirci kalmışlar ve halkı iliklerine kadar emmişlerdir.

Elbette ki başta da söylediğim gibi!

Bu olumsuzlukları oluşturan müessirlerin birer eserleridir bu olup bitenler.

Yazıklar olsun diyoruz, başka bir şey demiyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.