FİTNELER VE MUSİBETLER!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi bugünlerde Türkiye, Soma faciasında kaybettiği 284 vatandaşının acısını çekiyor.

Yas tutuyor, dua ediyor, duygulanıyor, ağlıyor ve ağıtlar yakıyor.

Elbette ki bu faciada meydana gelen yaralar derindir.

Bu yaraları, bu acıları, bu üzüntüleri dindiren, kalpleri teskin eden, Allah’ın yüce kudretinden başka hiçbir güç düşünülemez.

Allah’ın rahmet ve keremi ancak bu müteveffa olan kişilerin ruhlarını şad eder.

Yakınlarının yüreklerine düşen ateşin korunu söndüren tek unsur, yegâne çare ancak Allah’ın rahmetinde aranabilinir.

Bunun maddi karşılığını hiçbir güç telafi edemez.

Ama mana âlemindeki değer ölçülmez, biçilmez yüce bir değer olma hasebiyle, ancak bir Şehadet mertebesi inancıyla, insanı biraz teskin eder, üzüntüleri dağıtır, yoksa gerçekten yüce Allah’tan sabır dilemekten başka bir şey denilemez.

O yüce kudret, ölçtüğü, biçtiği böylesine faciaların karşılığını da sabırla, tevekkülle, doldurur.

Musibet, tarif edilemez kadar büyüktür.

Tabii bu musibetin; kader ve kaza inancıyla Allah’tan gelen bir musibet olduğunu ve onun yüce kudretine inanıp, bağlanarak, böyle bir musibetin içinde bir de kader tecellisinin varlığı söz konusu olmalıdır.

* * *                               

Önümüzdeki günlerde başımız rahat olursa, Üstat Bediüzzaman’ın “Sözler” mecmuasının 26. sözündeki kader risalesini sizlerle paylaşacağım.

Çünkü Üstad Bediüzzaman "Kader" risalesinde bu tür olayları çok güzel yorumlamaktadır.

Kader ve kaza meselesini bilimsel değerler çerçevesinde açıklamaktadır.

Ben şahsen, "o kader" risalesini herkesin okumasını tavsiye ediyorum.

Tabii ki bunun yanı sıra fitnelerin, musibetlerin, belaların getirdiği olayları da apayrı bir inançla, sabırla görmek ve araştırmak gerekir.

Zira yüce Allahû Teâlâ “Enfâl” suresinin 25. ayetinde belirttiği üzere, o ayetin derin okyanusuna inildiği zaman, yalnız musibete, belaya, fitneye duçar olan insanlar değil, ülkenin tümü o mana değerinin miracına girer.

Zira anılan ayetin bir bölümü mealen şöyle buyurmaktadır.

“Sadece içinizden zulmedenler ve günah işleyenler için gelmeyen musibetlerden sakının, belki içinizdeki masum ve günahsız insanlar da o dehşet saçan belalardan kendini kurtaramayabilir..”

İşte bu ayet ve bu ifade bize birçok şeyi anlatmaya yetiyor.

***

Üstat Bediüzzaman;

“Bu mesele kader tecellisine bağlı olduğu için kader risalesine bunu havale ediyorum” diyor.

“Enfâl” suresinin 25. ayeti, İslam dünyası için çok büyük önem taşımakta olduğunu da unutmayalım sevgili okurlar.

Ayetin mealini kısaca özetlediysek de Bediüzzaman’ın daha kapsamlı bir biçimde ayete bazı önemli mesajları getiriyor.

“Yani bir bela, bir musibetten çekininiz ki geldiği vakit yalnız içinizdeki zalimlere yönelik değil, onlara mahsus kalmayıp da belki içinizdeki masum ve günahsız insanları da beraberinde götürür.

Yani bu dünya bir meydan tecrübe ve imtihandır, sınav ve imtihan meydanıdır.

Dar-ı teklif ve mücahededir.

İmtihan ve teklif sırrı bunu ister ki: Hakikatler perdeli kalıp, (gerçekler perde arkasında gizli kalıp) kimse o sırra vakıf olamaz ve hakikatine de ulaşamaz.

Ta ki müsabaka ve yarış çabası Hz. Ebubekir’in ruhunu taşıyan insanlarıyla, Ebu Cehil’in taşıdığı habis ruhu birbirinden ayırt etmek içindir.

Bu imtihanda, bu sırda sabır eden, bela ve musibete duçar olan o sabırlı insanların taşıdığı ruh ve iman Hz. Ebubekir-i Sıddık’ın inancıdır.

Ona sabretmeyen ve inanmayan, tam tersi olan Ebu Cehil’in esfeli safiline giden ruhlar olur.

Eğer toplum içindeki masum insanlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, o zaman Ebu Cehil’ler aynen korkudan dolayı tevbe edip, Ebubekir-i Sıddık’lar gibi yüceliklere yükselirler.

Mücahede ile manevi terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.

Çünkü iyi ve kötü birbirinden ayırt edilemez duruma giriyor.

Madem mazlum zalim ile beraber musibete düşmüş, duçar kalmış ise hikmet-i ilahiye lazım gelir”

“Acaba o masum biçare insanların adaletten hisseleri nedir ve nerededir?” diye sorulduğunda Üstat cevaben hemen şunu yazıyor:

“O musibetteki gazap ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var, çünkü o masumların fani malları, onlar hakkında sadaka olup, baki olan bir malı hükmüne geçtiği gibi, fani hayatları dahi bir baki hayatı kazandıracak derecede bir nev-i Şehadet hükmünde olarak, nispeten az ve muvakkat bir şefakat ve azaptan büyük ve daimi bir kazancı kazandıran bu depremler, onlar hakkında aynı gazap için de bir rahmettir”

Adil ve Rahim Kadir-i Hakim olan yüce Allah; neden hususi hatalara hususi ceza vermiyor, koskocaman bir unsuru musallat eder.

Bu hal Cemal-i rahmetine ve şümul kudretine nasıl muvafık düşer, diye sorulabilir.

Yine Üstat Bediüzzaman şöyle cevap veriyor;

“Kadir-i Zülcelâl her bir unsura çok vazife vermiş ve her bir vazifede çok neticeler verdiriyor.

Bu asrın tek bir vazifesinde neticesi çirkin ve şer musibet olsa da sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir”

Anılan ayeti kerimenin yüce meali olan, “Öyle bir musibetten kendinizi sakındırınız ki geldiği zaman yalnız zalimleri değil, mazlumları da alıp götürür”

Bu ilahi uyarı karşısında inanan bir kitle, bir ümmet, devletiyle-milletiyle, bireyleriyle ve toplumuyla, herkes aklını başına alıp istikamet ve dürüstlük anlayışından ayrılmaması gerekir.

Sımsıkı, istikamet doğruluk gerçeğinden geçer.

Zira Allahû Teâlâ Kur’anda insanlara, hatta Peygamberlere dahi istikameti tavsiye etmiştir.

Nitekim dünkü sohbetimizde de “Yunus” serisinin bazı ayetlerini siz değerli okurlarımızla paylaşmıştım.

* * *

Tüm bunlara rağmen Allahû Teâlâ şöyle buyuruyor;

Müthiş musibetlere maruz kalıp da Allah’ın kaderine rıza gösterip, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyenleri müjdeleyin buyurmuştur.

Elbette ki inandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce kitabımız o Kur’an-ı Kerim, geçmiş kavimlere yönelik çok önemli olaylarla bizi uyarıyor.

Geçmişteki ve diğer Peygamberlerin kavimlerinin başına gelen ve çok büyük acı ile neticelenen ve hatta kökten savrulup, giden kavimlerin akıbetini bize anlatıyor yüce Allahû Teâlâ (C.C).

Tekrar diyorum ki:

İki bin metre ve dört bin metre yerin dibine inip, rızkını arayanlar, alın teriyle çoluk çocuğuna ekmek götürmek üzere çalışan o 284 insanın ruhları şad olsun, mekânları Cennet’ül âlâ olsun, rütbeleri de Şehadet olsun ki öyle inanıyoruz ki şehitlik mertebesindedirler.

Geride kalan tüm Türkiye’nin de başı sağ olsun diyoruz.

Ancak buna da inanalım ki gelen musibetler, belalar her ne ise yakamızı bırakmıyor, fitne ve bozgunculuğun yüksek seviyesine ulaşan bir Türkiye, artık ne zaman kendi benliğine döner ve dönmeleriyle Allahû Teâlâ bu bela ve musibetleri üzerimizden kaldırır, diye kendimize sormamız gerekir.

Ve hemen kendimize çekidüzen vermekle, “istikameti muhafaza etmek” inancıyla yaşamamız lazım.

Aksi takdirde yüce Rabbimiz bize şunları buyuruyor;

“Kâinat içerisinde sizin göremediğiniz, Allah’ın nice orduları vardır”

Bizim yaptığımız kötülüklerden dolayı ve işlediğimiz büyük suçlardan dolayı bu tür musibet ve fitne unsurları yakamızdan elini çekmiyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar...