HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!? (11)

Sevgili Söz okurları, yazı serimizi sizlerden gelen mesajlar doğrultusunda biraz daha devam edeceğiz.

Zira başlık olarak konulan ifade çok anlamlıdır.

“HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK!?” ifadesinin yerini dolduran şimdilik yeni bir ifade bulamıyorum...

Bilindiği üzre milletlere uzun ömür biçen adil, hukuka dayalı, objektif, ideolojisiz devletlerin varlığıdır.

Eğer devletlerin bünyesinde icra edilen adalet ve yargı sistemleri gerçek hukuk uygulamasıyla bağdaşmıyorsa o zaman o toplum devletiyle, milletiyle, ülkesiyle bir bütün olarak düşünülemez.

Hukuka dayalı adalet sistemleri devletlerin vazgeçilmez olgularıdır.

Hukuk kavramı ise inanan bir toplumun bünyesinden çıkıp tarihine, ahlakına, kültürüne, inancına uygun olarak biçimlendirilmesi gerekir.

Anılan bu kavramlardan birisiyle ters düşen bir hukuk sistemi hukuk olarak ifade edilemez.

Olsa olsa hukuk yerine guguk olur.

İnsanların veya siyasetin ideolojik hegemonyasından kendini kurtaramaz.

Hele hele bizim hukuk sistemimiz gibi dış mihraklardan ve dış ülkelerden ithal edip milletimize dar gelen bir elbise gibi giydirilmeye çalışılırsa, hiç kuşkusuz ki o elbise yırtılmaya mahkûmdur.

Yani zulmün başına adalet külahını giydirilmesi, kurdun kuzu postuna girmesine benzer.

Hiçbir zaman sahte makyajlı boyamayla gerçekler yakalanamaz.

O zaman o toplum için, o ülke için biçilen ömür ve yaşam şansı çok kısa olur veya sıfıra iner.

İşte her zaman diyoruz ya, halkın varlığı hukuka ve adalete dayalı ciddi bir devletin varlığına bağlıdır, olmazsa olmazıdır.

Nitekim yakın tarihimizin cumhuriyet döneminden günümüze dek sağdan soldan İsviçre’den, İtalya’dan, İngiltere’den, Fransa’dan ithal edilen yasalarla bu toplum zor yönetilmektedir.

Bu halkın yaşamına, kültürüne, örf ve adedine, devletin nizamına ters düştüğü her geçen gün biraz daha tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmaktadır.

Örneğin,

Önümüzdeki iki gün sonra, "yeni yıla" giriyoruz.

Yeni yılın Hıristiyanlığa dayalı haçlı anlayış paralelinde birey olsun, toplumsal olsun kutlanması, inancımıza terstir. Hiç bir suretle meşruiyet verilemez.

Eğer devlet eliyle, bu gayri meşru olan "Yeni Yıl" kutlamasına meşruiyet kazandırılırsa, bu hukuk dışılıktır. Anti-demokratiktir.

Milletin inancına ve iradesine terstir.

Hukuk realitesine dayandırma, yönü yoktur. Zira, yılbaşı gecesi "akşamdan-sabaha" kadar kumar, içki, fuhuş, uyuşturucu gibi partili eğlenceler özellikle devletin himayesinde gerçekleşiyorsa, halk için o devletin varlığı düşünülemez.

Nitekim,

Burda adalette, hukuka paralel işlenmiş sayılamaz. Zira gayri meşru olan bu yapılar ve yaşantılar, Milletimizin malı değil, dışardan ithal edilmiş, gelenek ve göreneklerimize aykırıdır.

Milletimize kasıtlı olarak giydirilen dar gömlek gibidir.

 

 

Bizim toplumsal inancımıza göre hukukun ve adaletin derin ve ciddi ilkelerinden birisi hatta başlıca olanı insanımızın mutlak surette kötülüklerden arındırılması ve iyiliklerle donatılmasıdır.

Yani ne kadar ahlak dışı insanlık cibilliyetine uymayan, fuhuş, uyuşturucu, mafya, rüşvet, kumar, içki ve zina gibi olgular devlet eliyle hukuka dayalı bir biçimde yok edilip kökten silinmesi gerekir.

Bunlara karşıt olarak ta ne kadar ahlakın ciddiyetine yakışır "kazanımlar" varsa onu elde etmesi, yeşertmesi lazım.

Ama heyhat bakıyor ve görüyoruz ki, her şey tam tersine icra edilmektedir.

Devletin çarkıfeleği ters dönüyor.

Tıpkı yılbaşı uygulamaları gibi.

Onun için her Allahın günü "badireler" geçiriyoruz.

Öyle ki her günün sabahında güneş doğar doğmaz uykudan uyanan her vatandaş mutlaka kötü bir haberle, yüz yüze geliyor. Onunla uyanıyor.

Antidemokratik uygulamalarla gözünü açan bir toplum ne zaman huzur bulabilir, nerde istikrarı elde edebilir.

Mümkün mü?

Eşyanın tabiatına ters düşen gayriciddî uygulamalar bu milleti nereye götürüyor acaba, diye düşünmemek elde değil?

Günlük medyanın manşetlerine bakıldığında her zaman vurguladığımız gibi mutlaka insanları garipliklerle karşı karşıya bırakan haberlerle karşılaşılıyor.

Bakınız, dünkü bazı medya gruplarının manşetlerine göz atıldığımızda şöyle bir haberle karşılaştık.

“Başörtülülere bozulan BMW’ler toplatılsın”

Haberin büyük puntolarla yazılan şekli bu.

Evet, takip edelim sevgili okurlar.

“Başörtülü binince BMW bozuluyor” manşeti ile teşhir edilen Borusan’ın ayrımcı tutumuna tepki yağdı.

Motosiklet Federasyonu ve Spor Toto teşkilatı BMW’yi pistlerden çıkardı”

“En anlamlı tepki ise Tür-Çet’ten geldi.

BMW başörtüsü ile imajı zedelenen bütün araçlarını geri çağırsın”

“Fatura Bayülgen’e kesildi.

BMW’nin Türkiye distribütörü Borusan’ın “başörtülü sunucu imajımızı bozuyor” gerekçesiyle rallici Burcu Çetinkaya’nın sponsorluğundan çekildiğinin ortaya çıkması Türkiye’yi ayağa kaldırdı.

Firma yaptığı çelişkili açıklamada bütün faturayı maksadını aşan sözler kullandığı gerekçesiyle marka direktörü Hakan Bayülgen’e kesildi”

Evet, başörtü bir İslam simgesidir.

Milletimizin tarih boyunca olmazsa olmazıdır, vazgeçilmez bir iman gerçeğidir.

Ama ne faydaki ülkemizin yıllar yılı ekonomisini, teknolojisini kültürünü elinde tutan önemli bazı ticari grup ve kurumlar maalesef ülke insanının suyuyla, ekmeğiyle, parasıyla beslendikleri halde hep nankörce bu milletin varlığını inkâr edercesine hep milletle ters düşmeyi yeğliyorlar.

Sanki başörtülü bir hanımefendi bünyesinde bulaşıcı veba taşıyorcasına muamele görmekte.

İşte onun için demek odur ki hukuk, halkın yanında yer alan adalet ve hukuka dayalı bir devlet kavramını taşımıyor.

Ülkemize gizliden gizliye ithal edilen, ne kadar ahlakdışı ve insanlık dışı, kötü mefkûre ve ideolojik unsurlar varsa maalesef sokulmuştur.

Ve ülkenin her tarafına yayılmış durumda.

Bu olguların birer temsilcisi olarak ajan ve piyonlar ülke çapında kol gezmektedirler.

Ticari hayatta olsun, eğitim alanında olsun, teknolojide olsun, siyasette olsun her nerede ararsan ara mutlaka karanlık odaklarla karşılaşırsın.

Onun için memleket kendini bir türlü badireli olgulardan kurtaramıyor.

 

* * *

 

Başka bir yöne baktığımızda, bu sefer darbe haberleriyle karşılaşıyoruz.

“HÜKÜMET ALEYHİNE ÇALIŞMA YAPAN TEĞMENLERE SORUŞTURMA”

Genelkurmay Başkanlığı bir grup teğmenin Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümet aleyhine internet üzerinde faaliyet yürüttüğü iddiaları üzerine soruşturma başlattığını duyurdu.

İnternet sitesinden yapılan açıklamada, işlem yapılmadığı yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır, bilgi Jandarma Genel Komutanı’na özel olarak iletilmiş, 2 Aralık 2011’de adli soruşturma emri verilmiştir, denildi”

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Türkiye bir türlü bünyesini terörden, darbeci anlayıştan, askeri vesayetten kurtaramıyor.

Gelen giden hükümetler ne kadar iyi niyetli olursa olsun, illaki karşılarında engel teşkil eden anarşi unsurlar çıkmaktadır.

Demek görünen o ki, devlet halkının yanında hukuka ve adalete dayalı bir biçimlendirme şeklini yakalayamıyor.

Bakınız, çarpıcı bir haber daha.

Dün sabah savaş uçakları gece Irak sınırında PKK’ya yönelik hava operasyonu gerçekleştirirken, ancak teröristleri değil sivilleri vurdu, olayda 35 kişi öldü, 5 kişi de yaralandı.

Yani gerçekten bu haber çok ilginç, çok dikkat çekicidir.

PKK terör örgütüyle yapılan mücadele şekli hep böyle yanlış hedefleri mi vuracak yani?

Aktütün, Şemdinli, Dağlıca vs. vs. daha neler neler.

Hakkari, Beytüşşebap, Uludere coğrafyasında terörü vurmak isterken kendimizi vuruyoruz?

Ne oldu bizlere, diye düşünmemek elde değil.

Türk savaş uçaklarının Şırnak’ın Irak sınırında düzenlediği hava operasyonu beraberinde birçok soruyu gündeme getirdi.

Saldırıya ilişkin ilk yansıyanlar, vurulan konvoyun mazot kaçakçılığı yapan köylüler yönündeydi.

TSK saat 11:30’da yaptığı açıklamayla kafaları karıştırdı.

Açıklamada köylülerin vurulduğu iddialarına yalanlama getirilmemesi dikkat çekti.

Peki, istihbarat şimdiye kadar neredeydi?

Madalyonun ters yüzü ise TSK’nın en üst düzeyde sağladığı güvenlik önlemleri var.

Saldırı aynı zamanda PKK’nın artık bölgede eskisi gibi cirit atamayacağını gösteriyor.

Sınırdan toplu halde sızan teröristlerin karakol basma vakalarının minimuma ineceğine de işaret ediyor.

İstihbaratta gelinen noktayı görünce geriye tek bir soru kalıyor, böylesi istihbarat mümkünse Dağlıca, Küpeli, Aktütün, Gediktepe ve Çukurca’da niye bu kadar şehit verdik?

29 kişinin soy isimleri aynı.

Reuters’e konuşan bir güvenlik yetkilisinin bu kişilerin örgüt üyesi mi, kaçakçı mı olduklarını bilemezdik; çünkü sınırdan geçiş yapıyorlardı.

İfadesi üzerinde durulması gereken bir başka husus, vurulanların terörist olabileceği ihtimali İHA’nın görüntülerine dayandırılıyor.

Bunun dışında şu ana kadar net bir delil yok.

Vurulan 35 kişinin neden 29’unun aynı aileden olması kaçakçılık yapan köylülerden olması ihtimalini güçlendiriyor.

Yine aralarında korucu çocuklarının da olduğu gelen haberler arasında.

TSK’nın açıklaması dikkatlice okunduğunda aydınlatılması gereken noktalar olduğu görülüyor.

 

* * *

 

Evet, değerli dostlar.

İşte ülkemizin başına gelen felaketler silsilesine her gün değişik bir halka daha eklendiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Gâh terör örgütlerinin devletin polisine, askerine karşı hazırladıkları tuzaklar ve yağdırılan anarşik hareketler.

Diğer bir yanda Van ilimizin deprem felaketiyle karşı karşıya kalması.

Ki yaraların sarılması, nerdeyse tarihten silinecek hale gelen Van'ın inşa edilmeye çalışılmasına rağmen çırpındıkça batar bir hal yaşanmaktadır.

Yani burada olumsuzlukları sergilersek içinden çıkamayız.

Çünkü her gün olumsuzluklar zincirine yeni bir paslı halka ekleniyor.

Bizce bunun kanıtlayıcı delili 11 günden beri yazımıza başlık olarak kullandığımız ifadenin özüdür.

“HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK”un var olmamasıdır.

Devletin siyasi ideolojik paraleline dayalı altı oklu rejimin bünyesinde “Kemalist” ve “laisizm” anlayışı doğrultusunda yola çıkmakla hakkı, hukuku, adaleti yakalamıyor ve devlet de halkın yanında değil “Kemalist” bir anlayışın benimsenmesiyle yatıp kalktığı için takdiri ilahinin tecellisiyle kendilerini bir türlü badirelerden kurtaramıyorlar.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.