"HUKUKUN KAFASINI, GÖZÜNÜ YARMAK"?!

Evet, sevgili okurlar.

                  

Bugünkü yazımızın ana stratejisi ve temel çizgisi Türkiye’deki yargının, ehliyetli insanların elinde olup olmamasıyla ilgili olacaktır.

Her zaman bu köşede yargıyla ilgili yazmış olduğumuz yazılar, kendimize göre Türkiye’deki hukukun gerçek manada işleyip, işlememesi hakkındaki tespitlerimizdir.

Ki bu tespitleri de zaman zaman kamuoyuyla detaylı olarak paylaşmaktayız.

Şahsen ben hukuk fakültesi mezunu değilim.

Medeni hukuku da okumamışım.

Ama doktorla hasta misali, mevzuuya yabancı değilim.

Nasıl ki, Doktor hastayı muayene ederken “neren ağrıyor?” diye sorduğu zaman, doktor çok iyi bir doktor olmakla beraber, adamın iç hastalıklarına ulaşamadığı için onu teşhis edemiyor?

Sorarak öğreniyor.

Yani hastanın maruzatına göre teşhisi koyuyor.

Hasta her ne kadar doktor değilse de kendi hastalığını bildiği için o hastalığa duçar (maruz) kaldığı için rahatlıkla ifade edebiliyor ve doktor da ona göre tedavisini uyguluyor.

Tıpkı mevcut yargılama sistemi gibi.

Sanık ve yargıç misali.

***

Hep deriz, yargının içindeki "hukuku uygulayanların" ehliyetli olması gerekir.

Çünkü, Vicdanına danışarak, hukuku iyi bildiği için adilane bir şekilde hukuku uygulamaktadır.

Terazinin tartısı gibi hukukun çizgisinden şaşmazlar!

Zaman zaman burada kamuoyuyla paylaştığımız gibi böylesine hâkim ve savcılarımızın varlığı kesinlikle söz konusudur ve eli öpülecek değerli insanlardır.

Mesleğini icra ederken, hiç ama hiçbir hissiyatına, ideolojisine ve siyasi maceracılığa kapılmadan inceden inceye karar verir.

Bu da adaletin tecellisinde isabetli olur.

Bir de ehliyetli olmayan, hukukun semtinden bile geçmeyen, hukukun “H” harfini bilmeyen, ancak hukuk cübbesini giyip, hukuk fakültesinden şeklen diplomalı olarak mezun nice, sözüm ona hukukçular vardır.

Ve bu tür hukukçular yargı ellerine geçtiği zaman tam manasıyla eğitilmedikleri için hukukun uygulamasında zorlandıkları gibi, yanlış kararlara da neden oluyorlar?

Bu durumda, çok ağır bir günaha ve hukuksuzluğa sebebiyet veriyorlar.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu köşede tespitlerimizi siz değerli okurlarımızla paylaşırken, bizi çok yanlış anlayanlar var.

Ve diyorlar ki;

“Bu yazıyı yazan kalem, Türk yargısına karşıdır, hâkim ve savcılar hakkında rastgele yazı yazıyor”

Böylesine duyumları zaman zaman alıyoruz.

Hâlbuki kesinlikle şahsen benim, Türkiye’de uygulanmakta olan hukukun, yargının ve yargı mensuplarının hakkında yanlış hiçbir düşüncem yoktur.

Olmaz da.

Peşin hükümlü de değilim.

Herhangi bir kin, garez, kasıtlı ve maksatlı bir şekilde kişilere yönelik bir düşüncem de söz konusu değildir.

***

Ancak yanlışı görmek gerektiği gibi, hakikati gizleyen her kim olursa olsun, karşısında da susmamak gerekir.

Çünkü mesleğimizin de gereği budur.

Evet, araştırmalarımız gereğince birçok kitap, özellikle İslam hukukuyla ilgili fıkhi kitaplardan almış olduğumuz, hukukun ana meselelerine az çok muttaliiyiz.

Hukuk terazisinin uygulama şeklinde, hiçbir zaman hissiyata yer yoktur.

Hele hele bir de ideolojik ve siyasi yönler olduğu zaman “hukuku uygularım” derseniz, kesinlikle hukuku katletmiş olursunuz.

Hukuk ve adalet, böylesi kimselerin elinde adeta zulme ve katliama dönüşür.

Gerçekten hukukun kafasını, kaşını ve gözünü yararlar ki yarıyorlar.

Çünkü böylesi zevat, hukuku uygulamada tam ehliyet sahibi değildir.

***

Bugünkü köşemize bu hukuk meselesini taşımamızın nedenine gelince?

YARSAV tarafından Gazetemiz hakkında Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasının dün ilk duruşması vardı.

Dava ilk duruşmada, mahkemece reddedildi.

Evet, YARSAV eski Genel Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun Genel Başkanı bulunduğu sırada veyahut daha sonra bu kez YARSAV sendikası başkanı olmakla ilgili zaman zaman gerek şahsıma ait, gerek Söz Gazetesi’ne ait dava açmış durumda.

Ama dünkü ilk duruşmada reddedilen bu dava anlaşılan odur ki demek Türkiye’de vicdanına danışan, hukukun değerini bilen, yargının ne kadar ağır başlı bir makam olduğunu anlayan nice yargıçlarımız varmış.

Bu yargıçlarımızı sadece bizi haklı bulup, davayı reddettiği için değil, tarafsız, meslektaşlarını ön plana taşımadıkları için buradan tüm kamuoyu nezdinde şükran ve minnettarlığımızı arz etmek istiyorum.

Ümit var olunuz, Türkiye’de böylesine nice değerli hâkim ve savcılarımız vardır ve olacaktır.

***

Bakınız, Sabah Gazetesinin dünkü nüshasında deneyimli kalem sahibi Yavuz Donat yargının önemine binaen aynı konuyu köşesine taşımış.

Sayın Donat’ın yazısının önemine binaen bir iki paragrafını sizinle paylaşmak istiyorum.

Yazının başlığı aynen şöyledir;

“YARGININ ÖNEMLİ SORUNU”

“Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan emekli Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü…

Yargının önemli bir sorunu var.

Hâkim adayları iyi eğitilmiyor

Dün yazmıştık, bugün devam edeceğiz” diyen Sayın Donat yazısına şöyle devam ediyor;

“TBMM Adalet Komisyonu Başkan Vekili Hakkı Köylü ile Bahçe lokantasında öğle yemeği yerken bu konuları konuştuk.

Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan emekli Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü dedi ki; Yargının önemli bir sorunu var.

Hâkim adayları iyi eğitilmiyor.

Hâkim açığı sebebiyle iki yıllık eğitim süresi kısaltılıyor.

Sonra kura çekip, bir yere gidiyor.

Bazen tek başına bir mahkemeye bakıyor, müstakil hâkimlik yapıyor.

Eğer çok becerikli ise sorumluluk duygusu yüksekse, araştırıyorsa, kendisini yetiştiriyor, geliştiriyorsa sorun yok.

Aksi halde hâkimliğinin ilk yıllarında pek çok davanın kafasını gözünü yarıyor.

Yılların hukukçusu Hakkı Köylü görevdeyken stajyerlerime hep şunları söylerdim, dedi:

Sorun... Sormak ayıp değildir.

Gece yarısı saat iki bile olsa beni aramaktan çekinmeyin.

Kafanıza bir şey takılabilir... Bana sorun.

Benim de bilmediklerim olabilir... Ben de sorar, araştırır öğrenirim.

Hukukta yanlışı düzeltmek zordur...

Önemli olan işin daha başındayken yanlış yapmamak... Onun için aman dikkat”

***

Evet, sevgili okurlar.

Biz yıllardan beri bu köşede aynı konuyu dile getiriyoruz ve hukuk mercileri, yargı erkinin ne kadar kutsal bir müessese olduğunu ve bu kutsal müessesenin ehliyetli insanların eline verilmesi gerektiğini açık ve net olarak söylüyoruz.

Bunu söylerken bazen mesleki taassuba dayalı kişilerin zülfüyâra dokunduğundan dolayı “yanlış anlamaya neden oluyor” diye bize karşı nice davalar açılmıştır.

Özellikle Diyarbakır’da haklı bulunduğumuz halde birçok davamız, bağımlı ve yanlı olarak tersyüz edilerek, yanlış kararlar verilmiştir.

Ya siyasi, ya ideolojik ya da kişisel kin ve garez nedeniyle hukukun adeta gözü, kaşı yarılmış ve birçok vatandaşın mağduriyetine sebebiyet verdiği gibi bizim de aynı mağduriyetimize neden olunmuştur.

Bu nedenle zaman zaman şikâyetlerimiz olmuştur.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na bildirilmiş olduğu halde maalesef orada da şikâyetler vurdumduymazlığa alınmış, hâkimin dokunulmazlığı var denilmiş ve takdirini kullanmış gibi rastgele cevaplar almışız.

Ama bugünkü Türkiye’nin içine girmiş olduğu manzaranın hemen hemen nerdeyse yüzde 60’ı, 70’i bu yöndedir ve bugün HSYK, adeta Türkiye’nin sorunu durumuna gelmiştir.

Yıllardan beri özellikle Diyarbakır’da yanlış anlayışlara sahip olan bazı mahkemelerin, özellikle İş mahkemelerinin yanlı ve taraflı vermiş olduğu kararlara rağmen aynı şahsiyetler aynı makamda, aynı koltuğu işgal etmeye devam etmektedir.

Bu nedenle emekli Başsavcı Hakkı Köylü’nün görüşleri paralelinde diyoruz ki; hukuk sorunu çok önemlidir.

Hukukun kaşı, gözü yarılmasın.

Nitekim dün Ankara’da görülen YARSAV’ın tazminat davası reddedildi.

Bu karar ve adalet hükmü, işte hukuk, işte hukukçu, işte hâkim dedirtti.

İşte böylesine hâkimler, böylesine yargıçlar, böylesine hukuk uygulaması, toplumun kalbinde yer aldığı gibi, örnek olarak da gösterilecektir.

Hayırlı Cumalar.

En derin saygı ve sevgilerimle.