İÇTEN VURULAN İSLAM DÜNYASI!!!?

Evet, değerli okurlar.

Gerçekten bugün yerküremiz üzerinde bulunan bir İslam dünyası; nerede ise bir buçuk milyar civarında büyük bir çoğunluk içerisinde iken ne yazık ki İslam’ın emrettiği gibi ümmetçilik vasfını bünyesinde taşıyamıyor.

Bilakis dağınıklık, bölünme, kargaşa ve kavgadan kendini bir türlü kurtaramıyor.

Ümmet kelimesinin mana değerinden çok uzak kalan bir ümmet, nerede ise yüzeysel bir görünüm ve mana değerini taşımayan sadece bir isim görüntüsü vermekten öteye gitmiyor.

Oysaki İslam’ın yüce peygamberi fahri kâinat Efendimiz (s.a.v)’in Kur’anın tüm buyrukları paralelinde “Müslümanlık vasfını taşıyan ümmet, bir vücut gibidir, o vücudun herhangi bir yerinde ağrı veya sızı olursa tüm vücut ondan rahatsız olur ve hastalanır” hadisiyle ispat etmiştir.

O yüce İslam Peygamberi; ümmetini bir vücuda benzetmiş, bilimsel olarak eşyanın tabiatı gereğince insan vücudunun en ufak parçası olan bir diş, hastalandığında tedavi görmeyinceye kadar, tüm vücut ağrı ve sızıntılarla karşı karşıya kalır.

Sıtma mikrobu, insanın bir organını istila etmişse, tüm vücudu istila etmiş durumdadır.

Demek ki vücut dili yalan söylemiyor.

Ve İslam Peygamberinin o yüce buyruklarını onaylıyor.

Ama eğer bir ümmet, yekvücut olarak kendi mana değerini taşıyamıyorsa, vücuda da benzetme gibi gerçeğine de sahip çıkmıyor.

Yani eğer İsrail, Gazze’yi vuruyor ve kundaktaki bir haftalık bebekleri acımasızca kurşun yağmuruna tutuyor.

Ve her Allah’ın günü biraz daha şımararak, maymunlaşan İsrail’e karşı ses çıkaramayan bir ümmet nereye gidiyor acaba?

Nasıl ümmet denilebilir?

Yüce Kur’an-ı Kerim’deki geçen ümmet kavramının mana değerinin nerelere dayandığını herkes biliyor.

Dost, düşman tüm çıplaklığıyla bunun ne olduğunu biliyor ve onaylıyor.

Ama bilimsel olarak, bu yüce mana değerini sadece yüzeysel kavramlarla yetinen bir İslam ümmeti, İslam’ın ruhunu bünyesine taşıyamıyorsa, yani cihat, emr-i maruf, nehy-i münker gibi İslam’ın ana ilkelerini bünyesine taşıyamıyorsa, ucuzdan ucuza ümmetlik vasfıyla yetiniyorsa bize göre bu aldatmaca olur.

İslamiyet’e gittikçe karşı tavır alma şekline giriyor ki Allah korusun, mutlak bir küfre giriyor ve irtidada giriyor.

Devletçiklere bölünmüş olan bir İslam ümmeti bugün kendi bünyesinde yaşamakta olduğu durum, İslami yaşam tarzı değildir.

Her kafadan ses çıkan bir toplum, İslam’ın en ana hükümlerinden olan namaz gibi bir emr-i ilahiyi arka plana bırakıp da namaz kılanlar veya kılmayanlar bir arada yaşayıp, aynı yolu takip ederse, namaza inanmayan, oruç tutmayan, kıblesini tanımayan sistemleri ve yanlış yönetimlerini görmezlikten geliyorsa, hiçbir zaman o ümmet, hanif ve İbrahim ümmeti vasfını taşıyamaz.

* * *

Bakınız, tüm İslam ülkelerini yönetenlerin adları her ne kadar İslami ad olsa da, şekli olarak cami cemaatlere de devam ediyorlarsa da, yaptıkları ve düşündükleri İslam’a aykırıysa, İslam’la ters düşüyorsa ve onun yaptıkları yanlışları da görmezlikten gelip, onun o mutlak riddetine, dinden çıkma şeklini görmüyorsa Kemalizm gibi, Laisizm gibi, manasız ve içi boş cumhuriyet ve demokrasi kavramları gibi, milletin inanç ve temel özgürlükleriyle bağdaşmıyorsa ve bu millet de onlara oy verip, onun gayrimeşru olan varlığını meşrulaştırmaya çalışıyorsa, o toplum hiçbir zaman ümmet olamaz.

Zira ümmet olma vasfı, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de tüm gerçeği ortaya koymaktadır.

Münafık Tinetli ruhları, söz sahibi eden bir toplum, kendi fermanını kendi eliyle çekmiş durumda.

Her halükarda alev alev yanan İslam toprakları, birbirine düşüp, birbirine silah çeken ve İslam’ın kanını döktüren güdümlü çeşitli terör örgütleri, ne idügü belirsiz, hangi odaklara hizmet ettiğini belirtmeden birbiriyle kavga ediyorsa, İslam nasıl payidar olur?

Bu soruya cevap aramak biraz zor.

Zira İslam’ın gerçek cevheri orta yerde, yüzeysel İslam’la hiçbir yere gidilmemiştir ve gidilemez de.

Yüce Kur’an hangi yolda ve hangi vadide yürüyorsa ve ümmet de onunla tam tersine vadinin başka yönünden yürüyorsa, her an için vadinin derin ve ormanlıklarda saklanan vahşi canavarların hücumundan ve saldırısından kendini kurtaramaz.

Çok büyük tehlikelerle karşı karşıya kalan bir ümmet, hiçbir zaman ittifakını, birlikteliğini dengeleyemez.

Zira Kur’an-ı Kerim’in hükümleriyle ters düşmüş durumda ve Kur’an da buna artık sahip çıkmayacak.

İşte yıkılan, yakılan, büyük hüsrana uğrayan bugünkü İslam ülkeleri artık kendine çekidüzen vermelidir.

Aksi halde Kur’anın gölgesinden çıkmış bir toplum, hiçbir zaman ümmet vasfını taşıyamaz.

Taşısa da kendi kendine bir aldatmaca olur.

* * *

Bakınız, kurtuluş savaşımızın, istiklal marşımızın şairi merhum Mehmet Akif şöyle diyor;

“Doğrudan doğruya Kur’andan alır ilhamı

Asrın idrakine anlatmalıyız İslam’ı”

Bediüzzaman Hazretleri ise “Sözler” kitabının 25. Söz’ün başında şöyle diyor;

“Elde Kur’an gibi bir mucize-i baki varken, başka burhan aramak aklıma zayit görünür.

Elde Kur’an gibi bir burhan-i hakikat varken, münkirleri (inkârcıları) ilzam için gönlüme sıklet mi gelir”

Evet, o yüce Kur’an nereden gidiyor, birbirine düşmüş Müslüman olmadıkları halde kendine İslam abasını, kürkünü yahut cübbesini ve sarığını giydirmiş nice nurlu akıl yoksunu ve kalpsiz topluluklar var.

* * *

Bakın, nereden nereye geldik.

Bu meyanda yine Üstat Bediüzzaman, 80 yıllık bir ömrünün yaşlarını sayarken, şöyle diyor;

“80. olmuştur mezara bir mezar taş, beraber ağlıyor hüsran-i İslam’a

(İslam’ın hüsranına ve aşağılanmaya ağlıyor)”

Ama tüm bunlarla beraber, ümitsizliği önlemek için de şöyle diyor;

“Yakinim var ki istikbal semavatı ve zemin-i Asya bahem olur teslim yed-e Beyza-i İslam’a.

Asya kıtasının gök ve yeri, İslam’ın hükümranlığına teslim olacaktır.

Zira böyle olmazsa, yani ilahi bir mucize söz konusu olmazsa, bu kervanla, hiçbir zaman yol kat edilemez.

Bu nedenle Üstat şöyle diyor;

“Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kur’andır”

Zulmün başına adalet külahını giydirmiş, hıyanet ve alçaklığa hamiyet ve koruyuculuk libasını giydirmiş, İslam cihadına zulüm ismini takmış bir sisteme uyan bir toplum, hiçbir zaman ümmet olamaz.

Mevcudiyetimizin (varlığımızın) yegâne hamisi olan yüce İslam dininden elini gevşetmiş bir ümmet, dört elle o İslam’a sarılmadıkça yok olmaya mahkûm olacaktır.

Yine Üstat Bediüzzaman şöyle diyor;

“Azametli bahtsız bir kıtanın (Asya kıtasının, çok büyüktür ama şansı yoktur), şanlı talihsiz bir devletin, değerli ama sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslam’dır.

Kurtuluş çaresi İslam’la barışıp, ittihat etmek, birlikteliği korumaktır”

O olmadığı müddetçe, hiçbir zaman bir ümmet, ümmetçilikten dem vuramaz ve İslam’ın gölgesine kendini sığdıramaz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Yaramız çok derindir.

Zira Gazze’de her Allah’ın günü yüzlerce masum insanların kanı dökülüyor ve elden gelmediği için pis pis durup seyretmeye de üzülüyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.