İSLAM DÜNYASI VE SIKINTILARI (2)

Evet, sevgili okurlar.
Dün de anlattığım gibi; gerçekten İslam dünyası bugün çok büyük travmalar geçiriyor!
Hayret ve dehşetler içerisinde kıvranıp duruyor.
Neden mi?
Başsız olmak, söz sahibi olması gereken ulema kesiminin susturulması, görevleri ellerinden alınıp mutlak bir cehaletin eline verilmesidir.
Durum böyle olunca İlmin, Ahlakın, İrfanın ve İnsanlık karakterine yakışır üstün seviyenin yerini cehalet, ihtilaf, ahlak çöküntüleri, güvensizlik ve vurdumduymazlık almaktadır.
Ve bu grift yapının eline geçmektedir.
Ne hazindir ki; şu anki tablo böyle.
Bu paralelde ekonominin, teknolojinin, "teavün ve tesanüt" (yardımlaşmanın ve dayanışmanın) yerine tecavüzün, acımasızlığın, zulmün ve zalimin oluşması, kan emiciliğin, istismarın, nifakın, sapmanın ve saptırılmanın gittikçe revaç bulması İslam dünyasına en ağır bir darbenin indirilmesidir.
Darmadağınıklık, her kafadan çıkan sesler, ulema kesiminin muattal duruma (görev yapmaz durumuna) sokulması lem-i İslamı çok büyük zorluklarla karşı karşıya getirmiş durumdadır.
Hac ve Umre mevsimlerinde Hicaz topraklarına akın eden Müslümanlar ne çare ki; sünnete uygun olarak ibadet görevini yerine getirememelerinin başlıca sebeplerinden birisi de İslam dünyasının başıboş ne yaptığının farkında olmama pozisyonudur.
İşte buna da madalyonun ters yüzü denir. Ve diyoruz!
Aslında yeryüzünde bulunan Müslümanların tümünün oraya büyük bir potansiyel olarak bir araya gelip bu kutsal görevlerini yerine getirmek isterken büyük bir ittifak içinde bunu yapmak istemektedirler.
Bundan değil midir ki milyonlarca insan o Mekke vadisinde bir araya geliyor. Dilleri, renkleri, ırkları, hatta coğrafyaları ve ülkeleri değişik olduğu halde, bir ahenk içerisinde Allah’ın emrini ve Resulullahın sünnetlerini yerine getirme aşkını yaşamaktadırlar.
Haz alıyorlar, mutlu oluyorlar.
Yedi yabancı erkekler ve kadınlar tümüyle bir araya gelirken büyük bir namahremiyet içinde olmakla beraber kavgasız, gürültüsüz, yanlış birbirine bakma şekli veya şehvani arzular hiç kimsenin aklının kenarından bile geçmiyor.
Adeta herkes her iki şehirde de yani Mekke olsun Medine olsun adeta insanlık cibilliyetinden çıkıp melaike ve ruhaniyetleşme halini yaşıyor.
Bu da İslamiyet’in ne kadar yüce bir din olduğunu, ne kadar beşeriyet karakterine uygun bir inanç olduğunu, kurtarıcı olduğunun bir göstergesidir.
Bu nedenledir ki yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de değişik versiyonlarla ama aynı manayı taşıyan iki yerde geçen şu Ayet-i Kerime'yle hükmediyor.
Dünden beri anlattıklarımın bir simgesidir ve olayların kanıtlayıcısıdır.
İslam dünyasında tarih boyu yaşanan gelişmelerin mana değeridir.
Örneğin; El Enfal suresinin 53. Ayeti mealen bize şöyle ferman buyuruyor.
"Bunun hikmeti şudur, bir kavim nefislerinde olan (iyi hal ve davranışları) değiştirinceye kadar Allah onlara ihsan ettiği nimetlerini değiştirmez."
Yani Ayet-i Kerime’nin somut mana değeri şöyle olması lazım.
Bir toplum kendini ahlaki değerlerinden, kültüründen ilminden tüm insanlık değerlerinden sıyrılmadığı müddetçe Allah o millete o kavme vermiş olduğu nimetlerini esirgemez, verdiklerini geri almaz.
Mefhumu muhalifinden yorumsal olarak anlaşılan odur ki; tam tersine belleğinden, benliğinden, varlık değerlerinden sıyrılmasıyla Allah da ona rahmet gözüyle, şefkat gözüyle bakmaz.
Yok ettirinceye kadar mahkûm eder.
Nimetlerinden mahrum bırakır.
O nesil gider yerine daha yenisini pırıl pırıl yepyeni bir toplum getirir ve ona görev verir.
Bu da Allah’ın değişmez sünnetlerindendir.
İkinci ayet ise aynı mealde, bünyesine aynı versiyonu taşıyan Râd süresinin 11. Ayeti.
"Sizden her birinizin önünde ve arkasında kendisini izleyen takipçi melekler vardır. O kişiyi Allah’ın emriyle korurlar, muhafaza altına alırlar. Bir topluluk inanç ve davranışlarını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez. Bir topluluğa da fenalığını diledi mi artık onun reddine de hiçbir çare yoktur, kimse onu önleyemez ve onların Allah’tan başka bir dost ve yardımcıları da yoktur ve olamaz."
Sevgili dostlar..
İşte bahse konu olan bu her iki Ayet-i Kerime’nin tüm açıklığıyla İslam dünyasının bugün karşı karşıya kalmış olduğu tarihi gerçeklerin ta kendisidir.
Yeryüzünde bulunan tüm İslam coğrafyalarındaki İslam topluluklarının iniş ve çıkışlarının nedeni bu her iki ayetin gölgesinde yaşayagelmiştir.
Müslümanlar Kur’an ve sünnete uygun olarak derlenip toparlandığı müddetçe daima tefevvuk, üstünlük kazanmışlardır.
Başta söylediğim gibi olayın ters yüzüne de baktığında yani din ve inanç gereği olarak yaşayamayıp başka kulvarlarda oynadıkları zaman kendilerini zalim ve acımasız sistemlerden esir olmaktan kurtaramazlar.
Ne kadar çoğunlukta olurlarsa olsunlar fark etmez.
Yine yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Nur suresinin 55. Ayet denilen "TEMKİN ve İSTİHLAF" ayeti bugün İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı halin ta kendisidir.
Bu yüce ayet bize şu gerçeği ortaya koyarak şöyle buyuruyor:
"Sizden iman edip, salih ameller işleyenlere Allah şöyle vaat bulundu, yani söz verdi. Yemin ediyorum ki sizlerden öncekileri halef ve hakim kıldığı gibi kendilerini mutlak ve muhakkak yeryüzüne halef ve hakim kılacak onlara kendileri için razı olduğu dinlerini kuvvetle tatbik kudreti verecek ve mutlaka onları korkular yerine emniyete korkmazlığa erdirecektir. Hakkımda hiçbir şeyi ortak koymayacak hep bana ibadet edecekler. Herhangi birileri de bundan sonra nankörlük ederse benim varlığımı ve yüceliğimi inkâr edip karşı gelirse artık onlar hep fasıktırlar. Yani gerçek yoldan sapmışlar demektir."
Sevgili okurlar!
Nur suresinin 55. Ayeti olan bu yüce Ayet bize şunları hatırlatıyor.
Eğer İslam dünyası kendi yönünü şaşırmadığı müddetçe yeryüzünün hâkimiyetini ve temkinini yerleştirilmesini onların eline verecektir.
Yeryüzünün hilafetini, yönetimini ancak ve ancak bu topluluğa verecektir.
Tek kelimeyle özetlemek gerekirse yeryüzünün hâkimiyetinin elde edilmesi ancak ve ancak sağlam imanla yaşanan topluluklara aittir.
Boşu boşuna hiç kimse "Ben Müslümanım" deyip de istediği kulvarlarda oyun oynama hakkı yoktur.
Başarının, yücelmenin, büyümenin sırrı bu ayetin yüce mana değerinden geçiyor.
Ayette geçen istihlaf ve temkin kelimelerinin mana değerleri şudur:
"Yeryüzünün kudretli bir biçimde inşası ve ıslahı imandan ve temiz yaşamdan geçiyor. Adaletten ve hakkaniyetten geçiyor, zulümden, saldırganlıktan, güçlünün güçsüzler üzerine zulüm etmesinden geçmez. Beşeriyetin ruhaniyet karakterinin üstünlüğünü ve kaliteli sistemlerin gerek bireylere ve gerek toplumlara ait olan seviyeden geçiyor.
Kültürden, ilimden, irfandan güvenilir bir yaşamdan geçiyor ki o zaman seçkin bir toplum oluşur.
Yeryüzünün hâkimiyeti onlara verilir."
Sevgili okurlar.
İnanın Peygamber Efendimizden sonra 4 büyük halife olan Hz. Ebubekir-i Sıddık, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin kısa bir süreç içerisinde yeryüzünün ekseriyetine getirdikleri İslam hâkimiyetinin halinin anlatımı ve görüntüsü bize yeter ve artar bile.
Yoksa bugünkü yeryüzünü emperyalist haçlı zihniyetleri hâkimiyeti veya emperyalist siyon dünyasının gücü onların inançlarının üstünlüğünden değil dünya işlerinin sağlam ve sorumluluk içerisinde yaşamlarından oluşmuştur.
Ne hazindirki İslam dünyasının da zafiyetiyle, daha da bir güçlenmişlerdir.
Yoksa Allah onların elinde bulunan güç ve başarı Allah’ın onlara vermiş olduğu herhangi bir mucize değil, tümüyle sistemli çalışmanın sonucudur.
İşte yazımıza başlık olarak koymuş olduğumuz İslam dünyası ve sıkıntıları anlattıklarımın kısaca bir gerçeğidir.
İslam dünyasının tarih boyunca yaşadığı olumsuzlukları sıralamakla tümünü buraya sığdırmayız.
Zira bu anlatmak istediğim yaşana gelenler devede kulak bile değil.
En derin saygılarımla.