KAMUDA RADİKAL REFORMLARA İHTİYAÇ VAR!

Evet, sevgili dostlar.
Bilindiği gibi Türkiye’de önemli bazı kurum ve kuruluşlara ait uygulamalar ve bu uygulamaların ülkeye getirdiği bütçe ağırlığı Türkiye’yi ileriye değil gerilere sürüklemektedir.
Devlet sırtında adeta kamburlaşmış taşınması çok ağır birer yük durumunda olan bazı kamu kurum ve kuruluşlarındaki yanlış uygulamalar gerçekten bariz bir şekilde Türkiye’yi çağdaş muasır medeniyet standartlarına ulaşma noktasında geri bırakmaktadır.
Hukukun, demokrasinin, çağdaşlığın, cumhuriyetçiliğin gölgesinde yıllardan beri uygulanmakta olan bu tür yanlışlıklar Türkiye’yi bilinmeyen meçhullere doğru itmektedir.
Adeta devleti çıkmaza sokmuş, toplumla devlet arasındaki görüş ve inançlar paralelliği nerdeyse sıfıra düşmüş durumda.
Bu nedenle diyoruz ki;
Acilen Türkiye her yönüyle yepyeni pırıl pırıl, ter-u taze insan temel hak ve özgürlüklerine yakışır biçimde büyük reformlara gitmesi gerekir.
Çünkü cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne dek yapılan uygulamaların birçok yanlışlıkları ile devleti ve ülkeyi çok büyük sıkıntılara sokmuştur.
Bunun kanıtlayıcı delili de mevcut toplumsal yaşam gerçeğidir.
Durum böyle iken artık otorite mevcut iktidar ve devlet otoritesi hangi günü bekliyor?
Ülke reformlardaki gecikmeyi kaldıramayacak durumda.
Büyük harcama gerektiren kamunun önemli bazı kurum ve kuruluşları devletin sırtında taşınması çok zor bir sıklet yaratmıştır.
Acımasız tahsil edilen vergiler, milletin alın terinden alınıp ve yeri yerinde harcanamayan bir bütçe...
Milleti gittikçe yoksulluğa, fakirliğe itmektedir.
Oysaki bilimsel olarak tarihi deneyimlere dayanarak devlet kendi bünyesini israfsız fuzuli harcamaları önlemek için hantallaşmış devlet yükünü hafifletmeye gitmesi gerekir.

* * *

Helal haram demeden bazı önemli kamu kurum ve kuruluşlarınca halktan alınan cezalar, rüsum harçları ve rasgele vergi tahsilâtları birçok yönüyle antidemokratik ve tabi ki hukuksuzluk içermektedir.
Bu nedenle gadre uğrayan özellikle yargının birçok yönüyle yanlış olan kararları yüzünden mağdur olan vatandaşlar sık sık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaktadır.
Ve başvuranların yüzde 90’ı da davalarında haklı olarak görülmüş ve devlet ağır tazminatlara mahkûm edilmiştir.
Demek ki kamunun bünyesinde uygulanmakta olan acımasız yanlış bazı uygulamalar bugün yeryüzünün adil standartlarına uymamaktadır.
Bu nedenle başta yargı olmak üzere polis ve asker, mülki ve devletin daha birçok önemli kurumları bünyesindeki görünen haksızlıklarından dolayı zaman kaybetmeden bunların, iç yapıları temizlenmeli..
Ve reformalarla, gerçek yapılarına kavuşturulmalıdır.
Bu reformların başını çeken de mevcut anayasanın değiştirilmesi olsa gerek.
Yerine milli duyguları okuyan, tarih ve kültürümüze uyan, insanların temel hak ve özgürlüklerini koruyan çağdaş medeni dünyanın standartlarına uyan yepyeni bir anayasayı bünyesine alması lazım.
Günlük yazılı medyamızın görüntüleri de bunu kanıtlamaktadır.
Zira ülkede her kafadan değişik seslerin çıkması ve mevcut huzursuzluk, mevcut kargaşa ve terör endişelerinin paralelinde devletin yanlış uygulamalarıyla birçok değişik versiyonlarla devlet terörünün de varlığı söz konusu..
Bu nedenle yasaların uygulama genelliği yaşla kuruyu bir arada yakmakta olduğunu görüyoruz.
Bu durumda bu halk başta yargıda olmak üzere önemli reformun ve değişikliğin getirilmesini istiyor..
Zaman kaybetmeden gerçekleştirilmesi gerekir.
Bizim bu görüşümüz paralelinde muhterem Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de her platformda dile getirmektedir.

* * *

Nitekim iki gün önce Yemen’e giderken basına verdiği açıklamalar bunun bariz delilidir.
Gül’ün başlık olarak ileri sürdüğü ifade şöyledir;
"EL BİRLİĞİYLE REFORM YAPALIM" diyor.
Demek istediği reformların öncelik kazanan en önemlisi adalet sistemindeki yaşanan anti demokratik uygulamalardır.
Gül, Adalet sisteminde yaşananların Türkiye’ye yakışmadığını belirterek, tüm siyasi parti ve çevrelere çağrıda bulundu.
"Köklü bir adalet reformu için herkes bir araya gelmelidir, kanunlar modernleşmelidir" diyen Gül, haklı olarak yargı erkinin birçok uygulamaları hakkında endişelerini dile getiriyor.
Gerçekten objektif ve demokrat bir gözle bakıldığında, sonbaharda ağaçtan sararmış dökülen yapraklar gibi yargı da neresinden tutarsan tut elinde kalır misali, yanlış, keyfi ve ideolojik uygulamalarıyla yavaş yavaş dökülüyor.
Bunun en bariz delili de son 102. maddenin uygulamasında gördük..
Yargıtayın rasgele ideolojiye ve keyfiliğe dayalı bazı yanlış içtihatlarıda, yok değil.

* * *

Bilindiği gibi hukuk literatüründe ve hukuk standartlarına uygun olan şu ifade var,
"1- Kişiler hakkında beraat-ı zimmet esastır
2- İnsan yaradılış kanunu gereğince kişi bir suçtan iki defa cezalandırılamaz
3- Verilen ceza veya mahkûmiyet kesinlikle yapılan eylemin cinsinden olması gerek"
Yani, el ceza-u min cinsil amel..
Bu ifadenin açılımı ise şöyle;
"Ceza eylemin türünden olmalı..."
Bu anılan her üç kavramın ne yargının uygulamasında ne de anayasamızın ve yasalarımızın hiçbirnin kıyısından ve  kenarında geçmiyor.
Yoktur da.
Uygulaması hiçbir alanda düşünülememiş ve bundan sonra da düşünülemez gibi görünüyor.
Bu nedenle adaletsizliğe, hukuksuzluğa ve kirli ideolojilere davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir.
Örneğin; suçu tespit edilmemiş veya herhangi bir karine ve delil yok iken sanal olarak vatandaşı herhangi bir suçtan dolayı yakalayıp tutuklayamazsınız.
Eğer herhangi bir suçtan dolayı delilleri yok etme endişesi söz konusu ise devlet güçlüdür her an için kanıtlayıcı delilleri bir yere tescil eder dava neticesinde suçlu hak ettiği cezaya çarptırılır.
Böylece mahkûmiyet gerçekleştirilir.
Bu durumda açılan dava bir kaziye-yi muhkeme haline getirilir ve suçlu hak ettiği cezaya çarptırılır.
Yoksa rastgele topluma potansiyel bir suçlu olarak bakmak ve her yönüyle herkesi sanal suçlamalarla yakalayıp cezaevlerine tıktırmak ve insanı zindanlara sokup, depolama haline getirmek her yönüyle yanlıştır, zulümdür, badiredir ve kargaşadır.
Aynı zamanda devlet bütçesine de çok büyük ağır yük getirmektedir..
Ekonomiksel olarak bunca insanların cezaevlerinde tutulması büyük bir küflettir.
Herhangi bir mahkûmiyet gerçekleşmeden cezaevlerinde tutulması hukuk standartlarına da terstir.

* * *

Hele, hele yıllar öncesi Kemalizm ve laikçilik adı altında gerçekleşen bir hukuk sistemi ve o hukuk sistemi ile eğitilen ve yetiştirilen hâkim ve savcıların kaçta kaçı acaba vicdanına danışabiliyor?.
İnanç, düşünce ve vicdan paralelinde karar verebiliyor?.
Zira ideolojik bir dayatma ile eğitime tabi tutulan insanlar hukukta allame-i cihan olsa dahi objektif karar veremezler.
Hele, hele Hizbullah adı altında büyük suç potansiyeline itilmek istenen insanlar hiçbir suç işlemedikleri halde sadece ve sadece inançları nedeniyle ve Hizbullah kavramı yüzünden 10 sene gibi uzun bir süre davalarını karara bağlamadan sürüm-sürüm süründürülen bu insanlar hukukun hiçbir literatüründe yeri yoktur.
Bakınız, Hacı İnan adlı vatandaş 11 yıl boşu boşuna yattım diyor.
Hakkımda tek bir delil kırıntısı bile yok. Hizbullah’ın silahlı kanat sorumlusu olduğu iddiasıyla tutuklu yargılanırken CMUK’un 102. maddesinden tahliye edilen Hacı inan, hakkında verilen tahliye kararını adliyeye gelerek aldı.
Bu arada Hacı inan 11 yıl yattığını hatırlatan aleyhinde en küçük bir delil kırıntısı dahi bulunamadığını söylüyor.
Peki, bu durumda delilsiz, şahitsiz, Şuhutsuz açılan bir dava sadece dayanaksız ve mesnetsiz bir iddianame ile bunca mağdur vatandaşlar potansiyem suçlu olarak görülmüş ve bu insanları Türk yargısı mağdur etmiştir.
Her ne düşünce olursa olsun..
Her ne suç işlemişse işlesin, sadece bir suç işleme isnadı yüzünden iki yönden cezalandırılamaz.
Yani hem yıllar yılı hapse sok, içeriye tık, hem de  delilsiz cezalandır..
Olmaz böyle!.
Gerçekten hukuksal olarak hapis gerektiren bir şey ise hapse sokulur ama beklenmeden karar verilir.
Eğer, hapislik bir şey değilse ağır bir müeyyide gerektiriyorsa hemen infaz et.
Yoksa bir insanı bir suçtan birçok yönüyle cezalandırmak çağın ayıbıdır, utanç vericidir ve yaradılış fıtratına da aykırıdır.
En derin saygılarımla.