LAİKÇİ KEMALİSTLER VE KURTULUŞ SAVAŞI?!! (4)

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten ülkemiz yakın tarihimiz boyunca büyük bir bilinmezlik içerisinde, mutlak bir meçhulü atiye (gelecek bir meçhule) doğru sürüklenmek istenmiştir.

Bilinmeyen birçok perde arkasındaki uzanan eller hep ortalığı karıştırmış ve karıştırmaya da devam ediyor.

Tağuti karanlık bir madrabazlık içerisinde kıvranıp dururken zaman zaman adaletin külahı zulmün başına, kuzunun postu kurda giydirilmiş esaretin kametine, boyuna posuna hürriyet elbisesi biçilmek istenmiştir.

Böylesine gerçekler tersyüz edilerek, makyajlı işleri yapan anlayış tıpkı tarlalarda tarım ürünlerini kargaların yememesi için ağaçtan yapılan korkuluğa insan elbisesi giydirme aldatmacasından başka bir şey değildir.

Yani hep böyle gerçekdışı tuzaklarla toplumunu kandırarak bir yerlere gelmek isteyen anlayışlar, bazı siyasi partiler ve demokrat geçinen Bolşevik anlayışlar daha ne zamana kadar bu memlekette hükümranlık ve vesayet zorbalığına devam edecekler?

* * *

Evet, 2 Mart tarihli yazımızda da Sayın Altan Tan’ın “Kemalist diktanın bir huyu var; öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor ve ondan sonra da ‘İngiliz ajanı’ diyor”

Olup bitenlere ve Türkiye’nin gerçek yüzünü gösteren bu ifadeyi örnek olarak kaleme almıştık.

Ve gerçekten yeri yerinde olan değerli bir tespittir demiştik.

Zira görünen odur ki;

Ülkede yaşanmakta olan badireli bu hal söylediklerimizin birebir kanıtlayıcı delilidir.

Kendi halkıyla barışık olmayan halk arasında antidemokratik yasalarla nifak sokan, hak etmediği halde yıllar yılı askeri vesayetle inim inim inleten bir devlet anlayışı ülkeye ne gibi hayırlı işler getirebilir ki?

Ve nasıl terörle ve olumsuzluklarla mücadele başarısını sağlayabilir ki?

Uygulamalarda zulüm ibresi hep yükseklere vurursa o memleket ne derecede evrensel muasır medeniyet seviyesine ulaşabilir?

Hangi medeniyetten, hangi hukuktan, hangi adaletten dem vurabilir ki?

Onun için şairin dediği gibi;

“Ne mümkün zulüm ile beydad ile imhayı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten (insanlıktan)”

***

Üstat Bediüzzaman Hazretleri şöyle bir uyarıda bulunuyor;

“Cenabı Hak insan türünü binler nevleri sümbül verecek ve hayvanatın sair binler çeşitleri kadar tabakatı gösterecek, bir yaradılış kanunu olarak bilinen fıtratı beşeriye (insanoğlunun yaradılış) kanununu yaratmıştır.

Diğer canlılar gibi kuvvalarına (güçlerine), latifelerine, duygularına haddi konulmamış.

Serbest bırakıp hadsiz makamatta girecek kabiliyet verdiğinden bir nevi iken (çeşit) binler çeşit hükmüne geçtiği içindir ki, yeryüzünün halifesi ve kâinatın neticesi ve canlıların padişahı durumunda olan hükmüne geçmiştir insanoğlu.

İnsanoğlunun çeşitlemesi nevlere ve çeşitlere ayrılması en mühim mayesi ve zembereği müsabaka ile hakiki imanı elde edip faziletle yaşamasıdır.

Fazileti kendi arasından kaldıran insanoğlu içindeki beşeriyetin gerçek yüzünü tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir."

***

Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı zulmü taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmağa layık iken ve hâlbuki o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zatın yanlış olarak yüzüne savrulan kelamına şu şiiri söylemiştir:

“Ne mümkün zulüm ile beydad ile imhayı hakikat

Çalış kalbi kaldır muktedirsen ademiyetten”

Onun için yine o büyük insan Üstat Hazretleri şöyle diyor;

“Din ile yaşam kabili tefrik olduğunu (bölünmeye neden olduğunu) zannedenler gelecekteki felakete birer sebeptirler.

Şu jön türkün hatasını ve yanlışını bilmedi, o bizdeki din hayatın esası; ama millet ve İslamiyet’i ayrı ayrı zannetti”

Ve Üstat şöyle buyuruyor;

“Saadeti hayatı görüyordu, medeniyet sistemi bozuktu.

Hem muzurdu, kat’i bir tecrübe ile olup bitenleri bize gösterdi.

Oysaki din hayatın hayatıdır, hem nuru hem esasıdır.

Dinin ihyası ile olur şu milletin ihyası, İslam dini bunu anlattı bize.

Milletin tarihi tedennisi; dinin geri plana bırakılmasının temel nedenidir”

Zaman gösterdi ki dünyada tedennimizin, düşmana karşı zillete düşmemizin sebebi dinimize riayetsizlikten ileri gelmiştir.

Hem de intizamı din ihmal olunmaz, denilmiş onlara.

Biz vatanı din ve Haremeyn için severiz, dünyayı da din için onarırız.

Zira bir düstur ve bir ilke vardır, bize şunu gösteriyor;

Dinsiz bir dünyadan hayır beklenmez.

Mevcut 1982 anayasası bize şunları anlatmaktadır; ama kesinlikle anlatımla uygulama tam tersine birbiriyle zıttır.

Böyle olunca devletin hangi uygulamasına güvenilebilinir ki?

* * *

Bakınız, anayasanın 11. maddesinin bir gerekçesi şöyle ifade ediyor;

Temel haklar ve ödevler başlığı altında kelimesi kelimesine şöyledir;

“İnsan hakları doktrinin günümüzdeki gelişmesi ve durumu geçirmiş bulunduğumuz kötü deneyimlerden çıkarılan sonuçlar insan hakları konusunda Türkiye’nin imzalayıp onaylamış bulunduğu ve bu sıfatla milli hukukumuza dâhil sayılan hukuklar arası antlaşmalar özellikle 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve 1950 İnsan haklarının ve temel hürriyetlerinin korunmasına dair Avrupa sözleşmesi göz önünde tutulmuştur”

Evet, sevgili dostlar.

Gerek tarihsel, gerek kültürel, gerek insancıl olarak düşünülürse ve yansız bir gözle ülkemizin manzarasına bakılırsa orta yerde bulunan devletin bir anayasasının maddelerinin vurguladığı ifadeler ile uygulama biçimi arasında uçurumlar kadar fark vardır.

Uygulama ile vurgulama arasında fersah fersah uzaklık gösteren bir hükümler anayasası mevcutsa ülke nereden koşuyor, demekten kendimizi alıkoyamayız?

Sadece bilinen odur ki bugüne kadar ülkemizi yönetenler başta değindiğimiz gibi hep göstermelikte kalmış, insan temel hak ve özgürlüğü adına Türkiye tersyüz edilerek çürük ve kaygan bir zemin üzerine oturtturulmuştur.

Bu nedenle devlet kendini barışın yerinde görmesi gerekirken, terörle mücadele yapıyorum derken kendini terörün içinde bulmaktan bir türlü kurtaramıyor.

En iyi dileklerimle, gününüz mutlu olsun.