MUASIR MEDENİYET VE DEMOKRASİ (!)

Evet, sevgili okurlar.

Dün, bu köşede sizinle yaptığım sohbette; "Çağdaş cahiliye devri olarak nitelendirdiğim İslam dışı uygulamaları" ele almıştım.

Bugün de “Muasır Medeniyet ve demokrasi” ifadesini sohbetimize başlık olarak paylaşmak istiyorum.

Dünkü “Muasır (çağdaş) cahiliyede insanoğlunun rolü” başlığı olan ve bugünkü “Muasır Medeniyet ve Demokrasi” başlığıyla ifade etmek istediğim; çağımızdaki olup bitenlerdir…

Ülkeleri, milletleri hegemonyası altına alıp, hukuk dışı uygulamalarıyla inim inim inleten sistemlerin tümü nerde ise çağdaş demokrasiden, muasır medeniyetten, insan temel hak ve özgürlüklerinden dem vurarak yola çıkılmaktadır.

Oysaki dünkü yazımda da ifade ettiğim gibi tüm bu ifadeler kandırmaca olup, yanıltıcıdır.

Tam tersine günümüzdeki yaşanmakta olan insanlık dramının neresinden bakılırsa bakılsın, muasır medeniyet ve demokrasi diye telaffuz ettiğimiz kavramlara kurguludur.

Bu da, gerçekten insanlar için bir dramdır, sıkıntıdır, işkencedir, çifte standarttır, vurdumduymazlıktır.

Zaten çağdaş cahiliye döneminde savaşım da bunu çağrıştırıyor.

İnsanoğlunun rolü de bu tür uygulamalara karşı zaman zaman ayaklanmakta olup, kendi sistemleriyle savaşmaktadır.

Verilen savaş insanlığın fıtrat kanunu gereğidir.

Zira insan, insanların getirmiş olduğu köleleştirme sistemiyle değil, kâinatı hiçten yaratan bir yüce kudretin hâkimiyetiyle yaşayabiliyor, benimsiyor ve uygulamak istiyor.

O zulümsüz bir uygulamadır, tahakkümsüzdür ve dayanışmadan ibaret olan gerçek bir sistemdir.

Bu ruhla, bu inançla, insan bulunduğu yerde yücelir ve halet-i ruhiyesi de yüceliklere manen ve maddeten tırmanabilir.

İnsanın en yüce haleti ve en karakteristik ruhaniyeti, yüce rabbini hak bir rab olarak görüp, ona boyun eğip, rükûa ve secdeye kapılma anıdır.

Bu an, insanlığa fıtrat kanunu gereği yakışır bir mevkiidir ve bir zirve şerefidir.

Zira kulluk görevi insanlara yönelik değil, kâinatı yoktan yaratan yüce kudrete karşı kulluk görevini yapma halidir.

Ne vakit ki bu kutsal görevini tenkis ederek (nükse uğratıp), inanmayarak kendi benliğini ve varlığını hiçe sayarak, Allah’ın kulluk görevinden sıyrılıp, inanmaz bir halet-i ruhiyeye düşerse, Allah korusun ki buna da “esfeli safilin” denir, yani cehennemin en derin çukur deresidir.

Ki oraya gömülüp, yok olmaktan başka bir çaresi yoktur.

Zaten insanın görevi de odur.

Zira vahşi âlemde bulunan insanlık dışı ve hukuk dışı bir yaşamın varlığı söz konusuysa o da insanın kerametine yakışır bir seviyeden düşmesi demektir.

* * *

Kur’an-ı Kerim’in “A’râf” suresinin 179. ayeti mealen şöyle diyor;

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir”

Dün de bu satırları yazarken bu paralelde demokrasinin insan temel hak ve özgürlüğüne uygun bir sistem olmadığını, muasır cahiliye döneminde insanların, insanlık dışı oynadığı rol ve sahneye koymuş olduğu entrikalı uygulamalar, tağuti sistemlerin vahşetine yakışır bir cahiliye biçimidir.

Zira demiştik küfrün ve inançsızlığın karanlığında yürüyen ve mezalim zirvelerine tırmanan bir haydutlaşmaya, demokrasi ve insan temel hak ve özgürlüğü kılıfı giydiriliyor.

Ki bu da aldatıcı ve kandırmaca demokrasi putunun adıdır.

Bakın, bugün yeryüzündeki Marksist, inkârcı, hukuk dışı bir uygulamayla acımasızca dökülen masum insanların kanı, her nedense sözüm ona medeni dünyayı sükût-u hayale uğratmıştır ve büyük bir suskunluk içerisinde bocalayıp durmaktadır.

Demek ki insanlığın hürmetine ve kutsiyetine yakışır bir hal, bugün yeryüzünde uygulanamıyor.

Tam tersine “A’râf” suresinin 179. ayetinin mealiyle karşı karşıya kalmaktadır, bugün insanoğlu.

Yani ne?

Nesi var mı?

İşte o yüce Kur’an diyor ki;

“Onların kalbi var, ama anlayamıyorlar, gözleri var ama hiç gerçekleri göremiyorlar, kulakları var bir türlü mazlumun sesini duyamıyorlar, işte onlar dört ayak üzerine dolaşan hayvanlar gibidirler, belki daha beter”

***

İşte bakın, sevgili okurlar.

Kur’an, bugün muasır medeniyet denilen sözde demokratik sistemin ve ona inanıp da bel bağlayan insanların ve sistemlerin portresini bize böyle çizmektedir.

İşte Kur’anda tarif edilen insanlık fotoğrafı..

Bugün dünya Birleşmiş Milletlerin, Cenevre’de 15 günden beri ortaya koyduğu resimi izliyor.

Gerçekten insanlık adına değil, bayağılaşmış, kibirlenmiş, büyüklenmiş, kendini beğenmiş, insanlık dışı yabancı bir gösteriş ve bir fotoğraf.

Suriye inim inim inliyor, taş üstünde taş kalmadı.

Nice nice aileler, yok olup gitti.

Masum bebeler, erkekler, kadınlar demeden ölüyor.

Tüm bunlara rağmen hala da dünya bugün insanlık hürmetinden, kerametinden bahsediyor.

* * *

Evet, bugünkü fotoğraf bize şunu gösteriyor.

Demokratik hukukun üstünlüğü denilen kavramlar, ne yazık ki hiç de insanlığa yakışmıyor.

Bu fotoğraflar, gerçekten çok kirli ve net olmayan insanlık dışı fotoğraf insanları çileden çıkarıyor.

İnsanlığın yaradılış karakteri ve fıtrat kanununa yakışır gerçek fotoğraf, “Âli İmran” suresinin 104. ayetle 110. ayetin gösterdiği fotoğraftır.

Bu fotoğraf, insanlık âleminde uygulanmıyorsa, gösterilmiyorsa o zaman insanlık benliğini yitirmiş, behimete düşmüştür.

Yani hayvanileşmiştir.

İşte bu sistem ve insanlık “Â'raf” suresinin 179. ayeti kerimenin mealini taşımaktan kendini kurtaramaz..

Evet, “Âli İmran” suresinin 104. ayeti bize şöyle sesleniyor;

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır”

“Âli İmran” suresinin 110. ayeti ise şöyle buyurmaktadır;

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir”

İşte bu her iki ayetin hedeflediği strateji, yüce İslam dininin her inanan Müslüman’dan istediği şu;

“Ey insan!

Sana yakışır bir mevkide dur ve ümmetin tümünü hayırlı işlerde çalıştır. İnsanları yakışır bir kurtuluşa doğru yönlendir.

Aksi takdirde sen bu görevin uygulamasını kendinde bulamıyorsan, o zaman görevini ihmal etmiş durumdasın. Ki o zaman da ümmetin tümü olarak korkulur bir tehlikeyle karşı karşıya kalır.

Ezilme, eziklik, lanetlenme, dışlanmış bir ümmet olmaktan kendini kurtaramazsın.."

En derin saygı ve sevgilerimle.