NELER, NELER ve NELER YAPILMAMIŞ Kİ?

Evet sevgili SÖZ okurları!

Türkiye bir hukuk devleti mi sorusuna ne diyelim?
Eh!
Anayasa’nın dibacesinde yazılanlara göre, Türkiye Cumhuriyeti evrensel bir hukuk devletidir. Hiç kimse bunu inkar edemez.

Çünkü 1982 Anayasası’nın dibacesinde bu yazılıdır. Ama uygulamaya gelince de bir hukuk devleti olma vasfından daha ziyade askeri vesayetle yaşayan bir hukuk devleti gibi görünüyor.

Uygulamalar bugüne kadar hep bunu göstermiştir.
Elit tabakaya dokunulamamış, ve hala da dokunulamaz gibi geliyor.
Ancak ne var ki; Allahu Teala Türkiye’ye son bir şans tanımış gibi geliyor bize…

O da sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da Başbakan, sayın Bülent Arınç beyefendinin de Başbakan yardımcısı olma şansıdır.

Belki de Allah bu millete son bir şans vermesiyle deneyime tabi tutmuş olabilir düşüncesini taşıyorum.

Eğer bu yüreklilik AK Parti’nin başındaki kişi, yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yüreklilik göstererek bugünkü Ergenekon terör örgütünün melaneti onun döneminde ortaya çıkarılmamış olsaydı, inanın çok kısa bir süreç içerisinde Türkiye kendisini Ortadoğu devletçiklerinin başına musallat olan Sol Marksist Basçı partilerin durumuna düşmekten kendini kurtaramazdı.

Ben Şemdinli Olayı’nda hükümetin ve Başbakan’ın tutumunu çok yadırgadım.

"Nereye giderse gitsin, ucu nereye dokunursa dokunsun üzerine gideceğiz" diyen Başbakan hiç de Şemdinli olayının üzerine gidemedi.

Demek ki o günün şartları bunu gerektiriyordu.

Ama bugün şartlar değişti. Gün gelir devran döner misali bu Ergenekon mel’anetinin ortaya çıkarılması ve devletin can damarı durumunda olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesine birikmiş cunta mafyanın kokuşmuşluğuyla üst düzey yargı mekanizmasındaki olumsuzlukların üzerine gidilmesi ve çok kısa bir süreç içerisinde Anayasa’nın değiştirilmesiyle meşgul olan Başbakan’ın ve hükümetin tutumu gerçekten ümit vericidir, sevindiricidir ve Türkiye için büyük bir şanstır.

Bakınız Erzincan’da Ergenekon silahlı terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla haklarında 15 yıla kadar hapis cezası istenen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’in ve Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in birinci ve ikinci sırada Ergenekon Terör Örgütü’ne üye olmasıyla suçlanması kimin aklından geçerdi.

Gerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzeydeki generalleri olsun ve gerek yargının bünyesinde bir Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu tür suçlamalarla yakalanmaları ancak bu hükümetin ve bu Adalet Bakanı’nın döneminde olabilir düşüncesindeyim.

Kimin aklının kenarından bu geçiyordu ve hangi hükümet bu cesareti gösterebiliyordu.

İnanın 20 yıl önce Demirel hükümeti veya Ecevit hükümetleri bu yürekliliği gösterseydiler bu ülkede böylesine hain planların oluşabilmesi veya düşünebiliyor olması mümkün olmazdı.

Bu kadar insanın kanı dökülmezdi.

Anaların gözyaşları akmazdı.

Ama ne var ki; her hükümet sağın da olsun, solun da olsun gelen gideni arattı ve tümüyle yüreksizlikleriyle münafıkça pozisyondan pozisyona girerek, bu memleketi bu ülkeyi bu hale getirdi.

Evrensel bir hukuk devletinin kurumlarının bünyesinde böylesine hıyanet planları oluşuyorsa yasama, yürütme ve yargı gibi devletin en önemli erkleri görmezlikten geliyorsa, demek ki "Balık baştan kokar" sözünü bize hatırlatıyor.

Evet!
Bu devlet balığı hep baştan kokmuştur.

Artık şimdilik balık kokmuyor, devlet de rahatlıkla gemisini yürüterek tarihi karanlık okyanusların içinden yürüyüp aydınlık sahillere doğru yol almaktadır.

Ancak bu samimiyetle devlet, hukuk devleti olma vasfını taşıyabilir.

Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcısı vekili Taner Aksakal tarafından hazırlanan 61 sayfalık iddianamede ifadesi henüz alınmayan 3. ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk  Ergenekon Silahlı Terör Örgütü’nün lideri olarak gösterildi.

Örgütün üyeleri arasında bulunduğu ileri sürülen Başsavcı İlhan Cihaner, Eskişehir İl Jandarma Komutanı Albay Recep Gençoğlu, Jandarma Üsteğmen Ersin Ergut, MİT Bölge Müdürü Şinasi Demir, Astsubaylar Şenol Bozkurt, Murat Yıldız, Orhan Esirger, MİT görevlileri Kıvılcım Üstel, Sadri Barkın İnce olmak üzere 10 kişi tutuklu bulunuyor.

Orgeneral Saldıray Berk ile birlikte Erzincan İl Jandarma Komutanı Albay Ali Tapan, Astsubay Ahmet Saraçlar, Av Malzemeleri Bayisi Yaşar Baş ise tutuksuz olarak Özel Yetkili Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Yargıç karşısına çıkacaklar.

Orgeneral Berk niçin Askeri mahkeme’de yargılanmayacak?

Zira, Silahlı terör örgütünün lideri olarak gösterilen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’in, hazırlanan iddianamede hakkında silahlı terör örgütü kurmak (TCK’nın 314/2), 3713 sayılı terörle mücadele yasasının 5’nci, TCK’nın 53 ve 58/9 maddeleri uyarınca 15 yıla kadar hapis cezası isteniyer. Ve kamu haklarından yoksun bırakılması talep ediliyor.
İddianamede TCK’nın 314’üncü maddesinde yer alan Silahlı örgüt kurmak, üye olmak, yönetmek suçlarının askeri ceza kanununda askeri suç olarak düzenlenmediği ve hiçbir şekilde askeri suça dönüştürülmediğine vurgu yapıldı.

Bu konuda iddianamede şu ifadeler yer aldı:
"Bir suçun askeri mahkemenin görev alanına girebilmesi için asker kişilerin askeri olan suçlarıyla bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahkemelerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlardan olması gerekmektedir."

Yine 553 sayılı kanunun Askeri Mahkemelerin kuruluşu ve yargılama usulü kanunu 12’nci maddesindeki Askeri Mahkemelere ve Adliye mahkemelerine tabi bir suçun müştereken işlenmesi halinde, eğer suç askeri ceza kanununda yazılı bir suç ise, sanıkların yargılanmaları askeri Mahkemelere, eğer suç askeri ceza kanununda yazılı olmayan bir suç ise Adliye mahkemelerine aittir." Hükmünde de açıkça anlaşılacağı üzerine bu suç askeri ceza kanununda yazılı değildir.

Evet sevgili okurlar!

Gelelim fasülyenin faydalarına!

Bir hukuk devleti olarak, hem de evrensel bir hukuk devleti olarak bilinen bu devletimiz, ne oluyor da kendi bünyesinde yıllar yılı üstü kapalı suç işleyen hain anlayışları barındırmıştır.

Bu milletin vergisiyle bütçesini oluşturan ve bu bütçenin en önemli pay diliminden faydalanan Türk silahlı Kuvvetleri gibi bir kurum ile bir yargı mekanizması nasıl oluyor da millete rağmen milleti yönetmeye kalkışıyor.

Gerçekten düşündürücüdür ki, yargı mekanizmasının mensupları, yani hakim ve savcıların verdikleri her kararın başında "Türk milleti adına" ifadesi geçmekte ise de zaman zaman tümüyle olmasa da, 'keyfi uygulamalar' icra edilmektedir.
Örnek gerekiyorsa işte Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Başkanvekili Kadir Özbek.. Özbek suç örgütüne üye olarak bilinen ve tespit edilen bir başsavcıyı korumak için görevini yapan namuslu, dürüst ve şerefli özel görevle görevlendirilen dört savcıyı görevlerinden alıyor ve yetkisiz hale getiriyor.

Bu ne yaman çelişki denmez mi?

Hani hukuk devletinin taşıdığı temel faktör yargının bağımsız olmasıydı.

Bir yandan suç işleyen ve suçu tespit edilen, hem de 11 tane gizli şahitle tespit edilen bir başsavcı orta yerde dururken, HSYK Başkanvekili evini arayan savcıyı tehdit edercesine sicilini soruyor ve şüpheli sanık savcıyla da telefonla özel görüşüyor.

Bu durumda Orgeneral Berk de defalarca özel yetkiye sahip savcılar tarafından ifadeye çağrılıyor, gitmiyor ve hala da Genelkurmay Başkanı bu insanı, o Dursun Çiçek’in imzası gibi bünyesinde koruyor.

Hem de Evrensel bir hukuk devleti anlayışı içinde(!)

Biz yıllardan beri bunu yazıyoruz, çiziyoruz…

Şemdinli olayında tüm berraklığıyla, şeffaflığıyla ortaya çıkarttığımız olay tıpkı bugünkü yaşanmakta olan olayla birebir örtüşüyor.

Erzincan 3. Ordu komutanı Orgeneral Saldıray Berk ile Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ile Erzincan MİT Bölge Başkanlığı bünyesindeki elemanların ve Erzincan Jandarma İstihbaratıyla İl Jandarma Alay Komutanı’nın işledikleri suç nedir biliyor musunuz?

Suçsuz ve masum vatandaşı kasıtlı olarak suçlu göstermek.

İşlemedikleri halde suç işlemiş gibi haklarında sahte evrak tanzim edip fişlemek…

Ev ve işyerlerini arayıp suç malzemelerini yerleştirmek.

Ve bu işin baş organizatörü, birinci sırada da 3. Ordu Komutanı orgeneral Saldıray Berk ile ikinci sırada Başsavcı İlhan Cihaner geldiği belirtiliyor..

 

Sevgili okurlar!

Bakın ilahi kaderin tecellisine…

Türkiye ne gerçeklerle karşılaşıyor…

Zaman tüm olayları açıklayan en büyük faktördür…

28 Şubat 1998, 99, 2000’li yıllarda Diyarbakır’da yaşanan karanlık senaryoların aynısı ve aynı kurumlar tarafından 12 yıl sonra Erzincan’da işleniyor.

Bana göre bu bir ilahi adalet tecellisi olmalıdır.

Demek ki; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde bulunan darbeci cunta nerede olursa olsun, hangi tarihte olursa olsun, Anadolu’nun hangi yöresinde bulunursa bulunsun bu tür sahtekarlıkların yapılmasına alışıktır.

Bununla deyim yerindeyse özelleşmiş bir hal yaşamaktadır.

Keza ne hazindir ki yargı mekanizmasının bünyesinde de solcu, ideolojik Marksist anlayışlar da mevcut ve aynı askeri mekanizmanın bünyesindeki yanlışlıklarla örtüşmektedir.

Evet!

10 Mayıs 1998
Asayiş Bölge Komutanı kudretli, mağrur (!) komutan Orgeneral Çetin Doğan, şimdi tutuklu ve cezaevinde…

Aynı tarihte 7. Kolordu Komutanı Korgeneral Yaşar Büyükanıt,

Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Fikret Demirtaş,

Jandarma İstihbarat Başkanı Cemal Temizöz ve aynı kurumun bünyesinde çalışan Yüzbaşı Ali Osman Celasın ile Jandarma Astsubay Ali Kaya, nam-ı diğer Mutkili Ali..
Aynı dönemde DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar.

Düşünün geçenlerde de anlattığım gibi beni ve iki mesai arkadaşımı sahte fişlemeyle İran yanlısı Hizbullah terör örgütüne finansör olarak gözaltına aldılar.
İşyerlerimizi, tüm mekanlarımızı apar topar arama tarama ablukasına aldı.
Ve üç gün Jandarma’nın gözetimi altında nezarete koydular.

Nihayet tutuklanmak üzere nöbetçi mahkemeye sevk edildik. Vicdanına danışan, adil ruhlu hakimler sayesinde suç unsuru bulunmadığından dolayı bizi tutuklamadan serbest bıraktı.
Ondan sonra günü geldi, takipsizlik kararıyla neticelendi olay…

Ama olayın en çarpıcı tarafı ve en kirli alçalışın diğer yanı ise arada 15 gün geçmeden bu kez iki oğlumu Hizbullahtan değil, PKK’ya yardım ve yataklık etmiş gibi göstererek suçsuz, masum bu iki genç hakkında Ali Kaya ile bir itirafçının eliyle PKK ağzından sahte belge tanzim edildi. Ve masum insanları suç işlemiş gibi suçlu gösterdiler.

Ve böylece bir hiç uğruna keyfi ve cebri yetkilerini kullanan bu zalim ekip, bu bölgede bizim gibi daha nice masum ve suçsuz insanları suçlu göstererek haklarında sahte evrak tanzim etmişler ve sürüm sürüm nezarethanelerde, cezaevlerinde süründürmüşlerdir.

Tabi günü geldi biz bunları söyledik, yazdık.
Başta söylediğim gibi Başbakanımız ve AK Parti o zaman bunların üzerine gidemediler ve hala da gitmeye de pek niyetli değiller gibi geliyor.
Ama kim ne yaparsa yapsın, hak tecelli eder?

Eninde sonunda gün yüzüne çıkacak. Ama utanan yüzler varsa, bir gün gelecek ki o yüzler hem utanacak, hem de suçluları sakladıkları için suçlu duruma düşmekten kendini kurtaramayacaklar..

İşte burada kamuoyu nezdinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2006/19198 sayılı hazırlık dosyasının akibeti ne oldu diye soruyoruz..

Üç büyük klasörden ibaret olan bu dosya 28 Şubat 1997’li yıllardan 2000’li yıllara kadar olan tüm olup bitenler o dosyanın içindedir.

İşlenen suçlar, masum insanlara getirilen suçlamalar ve suçlu göstermek için tanzim edilen sahte evraklar işte o adı geçen ekip eliyle yapılmıştır.

Soruyoruz…

Özel yetkiyle görevlendirilen Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığındaki savcılar görevini yapıyorlar da, hem de nasıl yapıyorlar..

Suçu oluşturan birinci sırada bir Ordu Komutanı’nı sorguluyorlar, ikinci sırada da Erzincan Cumhuriyet başsavcısını sorgulayıp tutukluyorlar.

Çünkü deliller ortada…

Bizim Diyarbakır Cumhuriyet başsavcılığına ne oluyor ki; yıllardan beri bu suçlu ekibi adeta korurcasına haklarındaki şikayet dosyalarını ortaya çıkarmıyorlar ve tozlu raflarda tutuyorlar.

Mağdur bir vatandaş olarak kamuoyu adına bunu sormayı ve takip etmeyi kendimize görev telakki ediyoruz.
Ve anayasal bir hakkımızdır diyoruz.

En derin saygılarımla…