RAMAZAN AYINA GİRERKEN! (VIII)
Evet, sevgili okurlar.
Malumunuz üzre mübarek Ramazan ayındayız.
Her zaman bu köşede ifade etmeye çalıştığım gerçek;
İster Ramazan orucu olsun, ister Namaz olsun, ister
İslam’ın emrettiği diğer ibadetler olsun…
Bunların temelinde yatan gerçek ve ana strateji,
insanları birbirine kardeşçe bağlı kılmak ve yekvücut olarak Allah’a kulluk
görevini yerine getirmektir…
İnsanları yüce Allah’a yaklaştırma ilke ve stratejisidir.
Diğer bir deyimle ifade etmeye çalışırsak, şöyle
demeliyiz.
İslam’ın temel amacı, ana hedefi; insanlar arasında
insicamı sağlamak, yani uyuşmayı, birlikteliği ve beraberliği sağlamak, aynı
anlayışla Allah’a yaklaşma gerçeğini sağlayabilmektir.
Bu düşünce paralelinde ister mübarek Ramazan ayı içerisinde
olsun, ister diğer ibadetlerin yapılış şekli olsun…
İbadetin hakkını vermekle ancak ibadetten
faydalanabilinir.
Eğer hakkını vermezsek, şekli bize fayda vermediği gibi
Allah’a yaklaştırma beklentisi yerine tam aksine Allah’tan uzaklaştırır.
Burada büyük önem taşıyan gaye ve hedef; ihlâs ve
samimiyetle Allah’a kulluk görevini yerine getirmektir…
İnsanlar arasında aynı anlayış paralelinde samimi diyalog
ve birlikteliğin sağlanmasıdır.
Bunun dışında bu ibadetlerin gölgesinde maddeyi, dünyayı
veya makam, mevki hedefleyen varsa bilsinler ki, Allah’ın vazgeçilmez kanunu
gereği onlar hiçbir zaman hedefini yakalayamazlar.
* * *
Sevgili okurlar!
Bu paralelde Türk Divan Edebiyatı şairlerinden Bağdatlı
Ruhi’den bir iki mısraı sizinle paylaşmak istiyorum.
Bakınız, merhum efsanevi o Bağdatlı Ruhi şöyle diyor;
“Vardım seher-i taât içün mescide nagâh
Gördüm oturur halka olup bir nica gümrâh
Girmiş kimisi vahdete almış ele tesbih
Her birisinün vird-i zebânı çil ü pencâh
Didüm ne sayarsız ne alırsuz ne satarsız
K’asla dilinüzde ne nebi var ne hôd Allah
Didi biri kim şehrimizün hâkim-i vakti
Hayretmek için halka gelür mescide her gâh
İhsânı ya pencâh u ya çildür fukarâya
Sabreyle ki demdür gele ol mir-i felek-câh
Geldiklerini mescide bildüm ne içündür
Yüz döndürüp andan dedüm ey kavm olun âgâh
Sizden kim ırağ oldı ise Hakk’a yakındur
Zira ki dalâlet yoludur tuttuğunuz râh”
Türkçesi şöyle;
Bir seher vakti ansızın ibadet etmek için zamansızca
mescide gittim.
Yoldan çıkmış kimselerin halka şeklinde oturduklarını
gördüm.
(Bu beyit bir hikâyenin başlangıcıdır.)
Bu
topluluktan kimisi vahdete dalmış, eline tespih almış, hepsinin dilinde kırk
veya elli sözü var.
“Ne
alıyorsunuz, ne satıyorsunuz, ne sayıyorsunuz? Dilinizde ne nebi, ne Allah
var.” dedim.
Biri;
“Şehrimizin valisi her zaman hayırda bulunmak üzere mescide gelir.” dedi.
“O ikbali
gökyüzü kadar yüksek olan mürüvvetli kişinin lütufları kırk veya elli akçedir.
Bekle, şimdi onun gelme zamanıdır.”
Buraya kadar
olan mısralarda şair, mescidi dolduran ve asıl amaçtan sapmış olan kişiler
topluluğunu kınamakta, onları komik ve zavallı bir tablo içinde anlatmaktadır.
Kırk elli sözünün ne anlama geldiğini anladıktan sonra:
“Mescide
gelişlerinin amaçlarını anladım. Onlardan yüz çevirerek, ey cemaat biliniz ki
dedim…”
“Sizden kim
uzak olduysa o, Hakk’a yakındır. Sizin tuttuğunuz yol yanlıştır. Sizler dalâlet
yolundasınız.”
“Doğrusu bu
ki bütün işimiz ikiyüzlülüktür. İbadetlerimizin hepsi (böyle yapınca)
boşunadır.”
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
16. yüzyılda yaşayan merhum İslam şairinin
söylediklerine, cümlesi cümlesine uymamak elde değil.
Şairin anlatmak istediği olay şu;
Sabahın erken saatlerinde dahi ibadete giden o zamanki
insanlar, Allah’ı anma yerine, maddiyat için gidiyorlarmış…
Bağdat Valisi sabah namazına gelip ibadetini yaparken
oradaki fakir fukaralara para dağıtıyormuş..
O insanlar da ibadete gitmek yerine “sabah sabah gözleri
maddeye bürünmüş, ibadetlerini arka plana atmış, Bağdat Valisi ne zaman
gelecek” kırk elli kuruş para dağıtma beklentisi içerisinde olmuşlar…
Tabi ki, bu yapılan ibadetler ihlâs ve samimiyetten uzak
olduğu için…
Şair diyor ki, "ey kavim sizden ne kadar uzak olan
herkes, bir o kadar Allah’a yaklaşır."
Bu efsanevi tarihi olayı günümüze mukayese edersek, vay
bugünkü samimiyetimizin haline!
İslam nereden yürüyor, günümüzdeki insanlar nereden?
Mukayesesi ve yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz.
* * *
Oysaki yüce İslam’ın yeri olayın pozitif ve negatifi
arasındaki vasat ve ortanca halidir.
İslamiyet hiçbir zaman şiddeti, zorbalığı, zulmü
bünyesine taşıyamadığı gibi tesahül'ü (gevşeme), korkaklığı, ihanet ve tahavunu
kabul etmez.
Yani İslam aşırılık içinde olmadığı gibi kör taassup da
olamaz.
Tembeli hiç istemez.
Madde ile ruh arasında denge sağlar.
Keza toplum ile devlet arasında da dengeyi sağlayan yüce
bir dinin hükümranlığı bir toplumda yaşayamıyorsa, tıpkı günümüzdeki gibi o
toplum, hiçbir zaman kendi bünyesinde bireyler arasında olduğu gibi devletle
millet arasında da insicam sağlayamaz.
İltiam koruyamaz.
İkiz kardeş olma mefhumu gerekirken, hiç de onu elde
edemez.
Yani bir diğer ifadeyle, özetleyerek şöyle diyelim;
Ruh ile ceset arasındaki insicam sağlanmadığı takdirde, o
ceset çürümeye ve yok olmaya mahkûm olur.
Ruh da uçar gider.
Yüce İslam dininin temel hedefi; birey ile toplum
arasında dengeyi sağlamak, dengeyi kurmak olduğu gibi toplumla devlet arasında
da aynı uyumluluk ve insicam sağlanmalıdır.
Eğer İslam’ın anlayış ve hükümranlığı paralelinde bir
insicam sağlanmıyorsa, o toplum başka yasalarla, başka siyasi felsefelerle,
hele hele dışarıdan ithal edilmiş batı dünyasının vesayetiyle hiç bir zaman
barışı sağlayamaz..
O toplumda ne barış sağlanır, ne kardeşlik sağlanır, ne
de devletle millet arasında "uyum" sağlanabilinir?
İşte felaket o zaman kopar ki nitekim hali âlem meydanda.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Evvelki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti
milletvekilleri ve MKYK üyelerine Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde iftar
verirken, çok birleştirici, uyum ve insicam sağlayan önemli mesajlar verdi.
O mesajlardan birkaç başlık özetleyerek sizinle paylaşmak
istiyoruz.
“Üstadın ifadesiyle, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava
taşını gediğine koymadan, size durmak asla yakışmaz.
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, ABD'de son vazifemizi
yaptığımız Muhammed Ali bizim için niçin önemliydi biliyor musunuz?
Çünkü o tüm dünyadaki mazlumlar, mağdurlar, Müslümanlar
için dövüşüyordu.
Muhammed Ali'nin rakibi dünyadaki tüm zalimler, tüm
kötüler, tüm alçaklardı”
* * *
Evet, sevgili can dostlar.
Bu mesajlar, rasgele söylenen mesajlar değildir.
İyi düşünen, iyi gören, devletini sağlam zemine
oturtturmak isteyen mütefekkir bir devlet adamının sözleridir.
Erdoğan’ın konuştuğu her kelime yüce anlamlarla
dopdoludur.
Havada kalabilir, içi boş ifadeler değildir.
Gerçekleştirmek istediği; İslam dünyasının
birlikteliğinin, ittihadının sağlanmasıyla birlikte Türkiye’nin de içinde
bulunduğu çok kötü badireleri de işaret ederek, Türkiye’yi o kaygan zeminden
çıkarıp, teru taze yepyeni bir Türkiye ile sağlam bir zemine oturtturmaktır.
Bunun yolu da İslam’dan geçer ki o yüce İslam dini vasat
bir dindir.
Şiddeti kabul etmez, ihaneti kabul etmez, tahavun ve
gevşemeyi hiç kabul etmez.
Milletin bireyinden toplumun her kesimi arasında ruhla
ceset gibi bir insicam ve uyumun sağlanmasına işaret ediyor Cumhurbaşkanı.
Bize göre milletçe aynı paralelde İslam’ın ana ahlak ve
kuralları doğrultusunda bireylerimizle toplumumuzla devletimiz arasındaki
tarihi insicam ve uyumluluğu kazanmaktır, sağlamaktır ve onunla yaşamaktır.
En derin saygı ve sevgilerimle.