ŞEFFAFLANMASI GEREKEN BİR TÜRKİYE!

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi, çağdaş muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için uğraş veren bir Türkiye’nin varlığı söz konusudur.
Önümüzdeki günler, haftalar, aylar, hatta saatler tüm hızıyla nefes nefese seçim sath-ı mailine yönelik sürec işlemektedir.
İktidar olsun, muhalefet olsun, tüm siyasi partiler bu seçimde bir meydan muharebesi gibi siyasi taarruzlarda kendini bulmaktadırlar.
Her zaman bu köşede belirttiğimiz gibi, kimin ağzı varsa konuşuyor, kimsenin ağzına kilit vuracak halimiz yok; ancak keşke konuşan yalan değil yalnız ve yalnız gerçek olmalıydı.
Konuşan gerçek olunca karşımıza karanlık bir siyaset atmosferi değil, şeffaf ve berrak bir siyaset atmosferi çıkardı. Ki böyle olmalıdır.
Ama ne hazindir ki, hiçte şeffaf ve berrak bir siyaset icra edilmiyor.
Üç aydan az bir süre kalan seçim acaba Türkiye’ye yep yeni bir değişim mi getirecek, yoksa "eski tas eski hamam" aynı atmosfer mi devam edecek.
Statükoculuk, skolastik boş beyinler mi Büyük Millet Meclisi’ne girecek?
Yoksa ter-û taze pırıl pırıl parlayan, ilimle, irfanla, imanla, dopdolu beyinler mi girecek?
İşte üzerinde düşünülmesi gereken de bu noktadır.
Türkiye, özellikle Güneydoğu Anadolu ve özelliklen de Diyarbakır’ımız, son yakın tarihimizde bir arpa boyu kadar medeni, çağdaş bir dünya atmosferini yakalayamamıştır maalesef.
Hep tabuculuk!
Eski Roma İmparatorluğu’ndan kalıntı anlayışlar.
Yunan Put Perestliği gibi sistem olarak bazı boş tabulara endekslenmiş gençliği, kültürsüz, tarihsiz ne idüğü belli olmayan bir yozlaştırma icra edilmiştir.
Yani tek kelime ile bu toplum yediden yetmişine kadar statükoculuk gibi yoz anlayışlarla karşı karşıya bırakılmıştır..
Şeffaf, berrak, nurlu ve aydınlıklarla dolu bir Türkiye arayışı içinde olan bu halk tam tersine, karanlık odaklara saptırılmış, baskıcı yasalar antidemokratik tabularla karşı karşıya getirilmiştir.
İşte son sekiz yıllık süreç içerisinde iktidarı elinde tutan AK Parti ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük çabalarıyla iyi niyetle bir yerlere getirilmek istenmiş ve anılan o statükoculuk, bayat anlayışların önüne biraz da olsa set çekilmiş ise de fakat hiç de beklenen elde edilememiştir, bugüne kadar.
Ama inşallah bu sefer bu halkın salt çoğunluğu bu iktidara bir daha fırsat verir.
Yorulmamış yeni beyinler, inançlı bir kesimin Milletvekilleri olarak Meclis’e taşınmasını istiyor bu halk.
Dinini, inancını, ibadetlerini, çıkar uğruna, gösterişli, şekilcilik bir anlayışla değil gerçek manada şeffaf, berrak aydınlıklarla dopdolu bir Büyük Millet Meclisini oluşturmak istiyor. Ve biz de bunu düşünüyoruz.
Ve halkın beklentisi de bu.
Bazı tabulara bağlı statükoculuk klasiğine müptela, skolastik boş beyinlerle Türkiye bir yere gidemez.
Onun için, muasır medeniyet seviyesine tırmanan, dünya atmosferi içine girmesi gereken bir Türkiye ve bu Türkiye’nin de önemli mevkilerde yerini alan Güneydoğu Anadolu ve özellikle Diyarbakır’ımız, özgür iradesiyle hareket etmelidir.
Artık klasik özelliklerle, hatıra ve katıra binaen, aşiretçilik zihniyetiyle, cahil cühela veya menfaatçi, çıkarcı kimliklere oy vermemelidir.
Yıllardan beri Güneydoğu halkı özellikle Diyarbakır’ımız, hep at bakışıyla bakmış, etrafını görememiş, şeyhlik, ağalık, seyitlik ve daha nice kesimlere kurban edilmiştir.
Kaderi boş veya çıkarcı insanlara teslim edilmiştir.
Büyük Millet Meclisi’ne hiç layık olmayan insanları göndermiş, ağır faturayı da yine bu halk ödemiştir.
Öncelikle melek suretinde kendini gösteren, oraya gittikten sonra deyim yerindeyse adeta ahlaken şeytanlaşan bu tür anlayışlar, hep bu halkı hayal kırıklığına uğratmıştır.
İki gün önce de ifade ettiğim gibi, Sayın Erdoğan’a düşen ilk iş; inanç ve iman ferasetini kullanarak, niceliklere aldanmadan yüce niteliklere sahip karakterli, beyinleri iman ve irfanla dopdolu şekilcilikten uzak insanları bu sefer kadrosuna dahil etsin.
Onları seçsin göndersin.
Önceden de belirtmiştik, kıymet nicelikte değil, nitelikte olmalıdır.
Bu toplum hiçbir zaman yazboz tahtası olmamalıdır.
Hele hele karavana denilen deneyim tahtası hiç olmamalıdır.
Yöremizde hakim olan, aşiret anlayışı, ağalık, şeyhlik anlayışı, feodal aile baskıları hep böyle gelmiştir ama bu mağdur mustazaf halk istemeye istemeye korku veya utanma belasından hiç de layık olmayan insanları Büyük Millet Meclisi’ne taşımışlardır.
Öyle inanıyoruz ki bu zorba, faşist anlayış artık bu halkı kandıramayacak.
Zaman ilim zamanıdır, teknoloji zamanıdır.
Dünya artık internet siteleri üzerinde göklere uçuyor.
Ama halkımız heyhat, hala da bu benim şeyhimdir, bu benim seyidimdir, bu benim müridimdir, bu benim ağamdır, paşamdır diyor.
Veyahut da teröre yakın bazı siyasi partilerin tehditvari baskılarından kendini kurtaramayarak, boyun eğmektedir.
Böyle olunca olan yine halka oluyor.
Tavsiyemiz buna kanmasınlar.
Kaderini şeffaf olan anlayışlara teslim etsinler.
Dünya ve Türkiye’nin şeffaflaşmasında Diyarbakır’ın da payı olmalıdır.
İstek ve temennimiz, bundan ibarettir.
Gazetemiz de medya gruplarımızla da gerçekten bu yöne doğru çabalamaktayız.
Allah izin verirse Diyarbakır’ın ve yöremizin de yeni, şeffaf, aydın bir siyaset dünyasın da yer alabilmesi için önümüzdeki aylar içerisinde medya grubumuzu daha güçlü, daha yaygın bir raya oturtturacağız.
Gerekse ulusal televizyon ve gerekse ulusal büyük tirajlı bir gazete devreye sokmak niyetindeyiz.
İnşallah, Allah bizi utandırmayacaktır.
Zira, "Görünen köy kılavuz istemez misali" Türkiye’nin ve Güneydoğu Anadolu’nun siyaset atmosferi hiç de iç açıcı değildir ve bir kapalı kutu gibi kimliklerini gizli tutan veya da görünümdeki güler yüzlü gülümsemeler ve nutuklar, günümüze kadar hep boş çıkmıştır.
İşte milletimiz adına bu mücadelemiz süratle devam edecek, dev adımlarla ilerleyecektir.
Bu durum boynumuzun borcu olsun diyoruz.
Şeffaf bir Türkiye, şeffaf bir Güneydoğu Anadolu, şeffaf bir Diyarbakır ve şeffaf bir siyaset arenası istiyoruz.
Akşam bir dünyada yaşayan, sabah başka bir dünyaya giren, öğle zamanı apayrı bir dünyada seyreden münafık tinetli siyasete artık son verilmelidir.
En derin saygılarımla.