SİYASET VE TERÖR AĞALARI MI, YOKSA ÜNİFORMALI AĞALAR MI?

Sevgili okurlar!
Üç günden beri Türk medyasının birinci sayfaları gerek manşetten ve gerekse sürmanşetten olsun Genelkurmay Başkanımızın Mardin’in Nusaybin ilçesindeki Sınırtepe köyünde yaptığı konuşmalara dikkat çekiyor.
Ama nasıl dikkat çekiyor?
Gerek Türkiye ve gerek dünya kamuoyunun dikkatine mazhar olan ilginç konuşma gerçekten önemli?.
Önemli olduğu kadar da ilginç.
Evet!
Sayın İlker Başbuğ ne yapsın?
Halkla Genelkurmay’ın ve TSK’nın arasındaki yavaş yavaş kopan ipleri yeniden bağlamaya, hem de sımsıkı bağlamaya çalışıyor ise de, samimi çabasına rağmen bize göre bir türlü dikiş tutturamıyor.
Zira sayın Başbuğ’un konuştuğu her platformda mutlaka bir kaç cihetle açık vermekten kendini kurtaramıyor.
Bu nedenle medyanın keskin kalemlerinin dikkatini üzerine çekiyor.
Hani bir mesele var, "Dikkat çeken olaylar" türündendir bu da…
Özellikle yazılı medyamızda bu haberle ilgili çok değişik görüşler, fikirler, düşünceler ortaya konuluyor.
Çünkü konuşmanın medyaya yansıtıldığı şekliyle bazı cümleler muallakta kalmaktadır.
Bir türlü kalıba oturtturulamıyor.
Ne yapsın sayın Genelkurmay Başkanımız?
Yazar değil, köşe yazarı değil, edebiyatçı da değil, her şeyden evvel kışladan gelen bir askerdir…
Ancak asker olma stiline göre konuşur.
Elbette ki der demez cümleler ve ifadeler arasında açık vermekten kendini kurtaramıyor…
Örneğin, Güneydoğu gezisi sırasında siyaset ve toprak ağalarından şikayet eden Orgeneral İlker Başbuğ şöyle diyor:
"Artık halkımızı siyaset ve terör ağalarından kurtarmalıyız."
Bayramı sürpriz bir şekilde Mardin’de geçiren Orgeneral İlker Başbuğ, daha ileriye yönelik tartışılacak çok önemli açıklamalar yaptı.
"Esas temelden sorunlardan bir tanesi halkımızın bu siyaset ağalarından, terör ağalarından kurtarılmasıdır" dedi.
Ve özellikle şöyle devam etti.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki insanların ağalardan çok çektiğini ifade eden Başbuğ, "Bugün bu noktalardaysak altında yatan temel nedenlerin bir tanesi bu.
Bu zamanın ağalarından çeken insanlarımız, siyaset ağalarından, terör ağalarından muzdarip" diye konuştu.
Cümleler arasında atılan ifade şöyle:
"Evlatlarını terör örgütüne kaptıran anne ve babaların da acılarını anlamak gerektiğini ifade ederek, "Silahla, kanla bir yere varılamaz, tek çıkar yol bölücü terör örgütünün silahlarını bırakmasıdır" vurgusunu yapıyor.
Evet sayın dostlar!
Genelkurmay Başkanımız Sınırtepe köyündeki mutedeyin bir aileye misafir oldu.
Bu, elbette ki çok sevindirici bir olay.
Hele hele evin sahipleri olan Abdulrezzak – Emine Aslan çiftinin evinde konuk olarak gördükleri devletin bir Genelkurmay Başkanı karşısında doğunun geleneği olarak ellerinden gelen saygı, sevgi, izzet ve ikram geleneğini son derece ihtimamla göstermişlerdir.
Terbiyeli, nur yüzlü ehli salat, namazında niyazında bir hanımefendi, ama mütesettire başörtülü ve baştan ayağa kadar uzun elbiseli bir fiziksel hal.
Amma konukseverliği de gerçekten kamuoyuna parmak ısırtacak kadar dikkat çekici…
Tüm bunlara rağmen Genelkurmay Başkanımızın da yüzünden memnuniyet ve sevinç yağıyordu.
Hele yanı başında oturan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner paşanın da daha fazlasıyla yüzlerindeki memnuniyet ifadeleri dikkatlerden kaçmıyordu.
Bu iki devlet büyüğünün böyle halkın nabzını almak için ve askerin halkla birlik ve beraberlik içerisinde olduğu mesajını vermesi sevindiricidir ama samimi olmak kaydıyla…
Bu tür olaylar tarih sayfalarına yerleşecek olaylardır.
İlker paşa birlikleri de denetlerken basın mensuplarının karşısına çıkıp askerleri sorguluyor.
"Sen nerelisin?"
"Ben Karslıyım, Erzurumluyum.
"Sen nerelisin?"
"Ben Çanakkaleliyim" gibi…
"İşte bakınız demek ki Türk Silahlı Kuvvetleri milli bir ordudur" diye yüksek sesle tekrarlaya tekrarlaya vurguluyordu bunları..
"Milli bir ordu olma kanıtı da Türkiye’nin doğusundan batısına kadar, kuzeyinden güneyine kadar her ilden, ülkenin tüm yörelerinden Kürt, Türk, Arap, Acem demeden asker topluyor ve bu askerlerden ordu teşekkül ediyor.
Bu durumda demek ki Türk ordusu milli bir ordudur.  Niye milli ordu değildir diyorsunuz." diye basına serzenişte bulunuyor.
Tabi bu tarihi konuşmanın karşısında basın elbette ki görevini yapacaktır.
İfadeler, cümleler, kelimeler ve oluşan bu vurgulayıcı ifadelerin pür dikkatliliği üzerine basının önemli kalemleri harekete geçmişlerdir.
Ve her birisi değişik görüşlerini ortaya koymuştur…
Ama eleştiri bölümü daha çok ağır basmaktadır.
Ve haklı olarak da biz de ona katılıyoruz.
Örneğin, 23 Eylül 2009 Çarşamba tarihli bir gazete şöyle manşet atmıştır:
"Bu da Asker Ağası" haber şöyle devam ediyor:
"Güneydoğu gezisi sırasında siyaset ve toprak ağalarından ş;ikayet eden Orgeneral İlker Başbuğ’a tepki gösteren STK temsilcileri, ‘Uygulamaları ve siyasetçi söylemleri ile Başbuğ da asker ağasıdır’ dediler.
Başbuğ’un her konuşmasında siyasetten ekonomiye, dış politikadan eğitime kadar pek çok konuda adeta bir devlet başkanı edasıyla açıklamalar yaptığına işaret eden STK temsilcileri, ‘Eğer Türkiye’de ağalık kurumu varsa; bunun en önemli örneği bizzat TSK’nın kendisidir" derken; Başbuğ’un ziyaret ettiği vatandaşın evine postallarını çıkarmak yerine üzerine galoş geçirerek girmesinin de nezaket kurallarıyla bağdaşmadığını söylediler."
Biz de bu paralelde Orgeneral Başbuğ’u gösterdiği açık ve samimi (!) tavırlarından dolayı Türkiye ve dünya kamuoyu nezdinde gerçekçiliğe ve ciddiyete davet ediyoruz.
Ve diyoruz ki;
Sayın paşam!
4 Haziran 1998 günü 7. Kolordu Komutanlığı’nca "kişiye özel" ve "Gizli" damgası taşıyan "Komutan adına" Kurmay Kıdemli Albay Erhan Tavşanlı’nın imzasını taşıyan resmi yazı, sahte, yalan ve düzmecelerle dopdolu bir fişleme yazısı "Kişiye özel" olarak o günün DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’a hitaben yazılan resmi yazının gerçek yüzü nedir?
Bu sahte belgeye dayanarak açılan bir dava neticesinde 4 nolu DGM başkanlığınca bu belgenin resmi birliklerden sorulması karşısında ısrarla 7. Kolordu Komutanlığı’nca ikinci defa bu kez Kıdemli Kurmay Albay Reha Şatana tarafından komutan adına imzalanan resmi yazı tümüyle bir sahte belgenin, sahte bir fişlemenin, bir aileyi yok etme pahasına oluşagelen bu kötü niyetli girişime karşı Genelkurmay suçlular hakkında ne gibi bir işlem yaptı?
Soruyorum…
"Bu millet şimdiye kadar siyaset ve terör ağalarından neler çekmiştir?" ifadenize göre geçmişe yönelik JİTEM’in üniformalı ağalarından da milletin çektiği olmuştur.
Hem de acımasızca, hem de edepsizce…
Genelkurmay Başkanlığı olarak askerin ciddiyetine yakışır bir biçimde bu tür yanlışlıklara karşı ne gibi önlemler almışsınız ve kimler hakkında soruşturma yapılmıştır?
Yine haykırarak tüm dünya kamuoyu nezdinde sizi anılan bu ifadelerinizden dolayı gerçekçiliğe davet ediyorum…
Eğer konuşmanızdan siyaset yapmayıp, devleti vesayet altına almak istemiyorsanız, Albay Cemal Temizöz’ün, Jandarma Astsubay Ali Kaya, nam-I diğer Mutkili Ali’nin PKK’lı itirafçılarla işbirliği yaparak bu bölgede bir çok aileyi mağdur etmişlerdir.
Halkın eğer çektiği bir ızdırap sözkonusu ise bunların elinden çekilen ızdırap ağaların da, terörün bir çok değişik yüzünden de çok çok öte ağır bir ızdıraptır ve işkencedir.
Siz bunlar hakkında bugüne kadar bırakın herhangi bir işlemin yapılmasını, asrın davası olan Ergenekon Terör Örgütü davasıyla ilgilenen mahkemeler karşısında hala da Albaylık gibi yüksek rütbeli sıfatını taşıyan Cemal Temizöz niye açığa alınmamıştır.
Benim iki çocuğum hakkında 4 Haziran 1998’de Ali Kaya ile PKK itirafçısı Nizamettin Öztoprak’ın eliyle PKK adına yazılan sahte dokümana onay veren 7. Kolordu Komutanlığı bünyesinde işlenen bu iğrenç suçlama ve iftiraya karşı ne gibi bir girişimde bulundunuz?
Bu sahte belgeye dayanarak gözaltına alınan bu masum evlatlarım netice itibarıyla 4 nolu DGM hakimlerince beraat kararıyla neticelenmiş, suçsuzlukları ortaya çıkmış, Yargıtay’ca da onanmış olduğu halde tam seneyi devriyesinde, yani bir sene sonra oğlum Mehmet Emin Altındağ ile arkadaşı mühendis Münir Mennan’ın 24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan akşam üstü Bingöl’den Diyarbakır’a gelirken yollarını kesen bir zırhlı araç neticesinde çocuklar orada dereye yuvarlanmış ve akşamdan sabaha kadar can çekişerek ölen bu iki genç, askeri bir bölgenin kontrolü altında olan bu alan tümüyle termal kameralarıyla donatıldığı halde ve olayın meydana geldiği yerin karşısında hakim olan tepede bir askeri birliğin olduğu halde niye görmezlikten gelinmiştir. Ve o iki genci bilerek ölüme terk etmişlerdir..
Acı haberi alan ve olay yerine giden Diyarbakır Söz’ün muhabirleri tarafından çekilen görüntüler, Diyarbakır’a gelirken arkasına düşen bir yüzbaşı, tekme tokatla o görüntü kasetlerini muhabirlerden almıştır ve kaybetmiştir.
Neden? Neden? Neden?
O yüzbaşı kimdi?
Genelkurmayca ve TSK tarafından hiç önemsendi mi?
Ve dahası olayın tamamiyle gerçek yüzünün değiştirilerek adi bir trafik kazası olayına sokulması kimin marifetiyle olmuştur?
Tekrar ediyorum…
Bir sene önce Emin Altındağ hakkında 7. Kolordu Komutanlığınca düzenlenen bir sahte belge ve o günkü JİTEM’in mutlak iradesi Cemal Temizöz’ün elindeydi…
Hukuksal olarak suçsuz bu iki genç hakkında yargılama neticesinde verilen beraat kararına rağmen sene-i devriyesinde askeri bölgeden geçen Emin Altındağ’ın ölmesi, daha doğrusu öldürülmesi ve bu ölüm olayının birilerinin izzet ve namusunu (!) kurtarmak için trafik kazası süsü verilmesi, adil, demokrat, çağdaş bir TSK ve Genelkurmay Başkanlığı’nca ne gibi bir araştırma yapıldı.
İşte burada Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Başbuğ’dan kamuoyuna bu namusu kurtarmak için cevap bekliyoruz….

En derin saygılarımla…