TOPLUMSAL HUZUR, GÜVEN VE İSTİKRAR NE İLE GERÇEKLEŞİR?!

Evet, sevgili okurlar.

Hiç kuşkusuz ki;

Toplumların geleceğini belirleyen devletlerdir ve o devletlerin yönetimleridir.

Bundan dolayı da bünyesini sağlam oluşturan yönetimler; çağdaş, demokratik hukuk ilkeleriyle adım atmaları gerekir.

Bunun da başını çeken ilk ana tema öncelikle ve özellikle milletin inancı paralelinde yürümesi lazım.

Bu meyanda hareket edip, milletin kalbini kazanması ve duygularını yakalaması gerek.

Toplum bireylerinin A’dan Z’ye kadar bilimsel, tarihi, kültürel ve inanç babında, toplumla omuz omuza vererek adım atılmalıdır.

Elbette ki buna da yürek ister ve inanç ister.

***

Bakınız, dünkü yazılı medyamızın sürmanşetlerinden birisi şöyle yazıyor;

“Kefenimizle yola çıktık, korkmuyoruz, endişe etmiyoruz”

Bu ifade Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a aittir.

“9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in iki gün önce meclis araştırma komisyonuna açıkladığı beyanda, 28 Şubat’ı sorgulayanları da birileri gelir sorgular” gibi çirkin, tehditkâr ve sorumsuzluk taşıyan ifadelerine karşı, sevgili Başbakanın verdiği sözlü cevap şöyleydi;

“Kefenimizle yola çıktık, ya sen?”

Madalyonun diğer yüzü ise, aynı sayfada çok dikkat çekici bir fotoğraf karesi var.

Muvazzaf bir subay, bir de gencecik üniversite diplomasını alan başörtülü bir genç kızımız.

Adıyaman Üniversitesinin Mezuniyet Töreninde bölüm ikincisi başörtülü Fadime Akkuş’a diplomasını Garnizon Komutanı Albay Yusuf Yalçın veriyor.

Centilmen.. Ve olması gereken, bir tavır sergiliyen Komutan Yalçın.

Önyargıları bitiren tablo.

“Normalleşen Türkiye’de geç bile kalındı” yorumlarına neden oldu..

İnanın, hemen hemen dünkü yazılı medyanın tüm sayfalarında bu haber vardı.

Zaman gazetesi dahi önemle bunu konu etmişti ve işlemişti.

Sabah gazetesi ise manşetine önemli bir haber taşımış.

“Son üç gün şantajcıları”

“Yeni bir ihale mafyası türedi: Son üç günde ihaleye itiraz ediyor ve haraç karşılığı dilekçelerini geri çekiyorlar.

Belediye, hastane ve üniversitelerin ihalelerine giren çok sayıda şirket, son anda itiraz edip haraç isteyen şantajcılardan yaka silkmiş durumda. Mafya, itirazı çekmek için ihaleye göre 50 bin TL ile 1 milyon TL arasında para istiyor”

* * *

İşte sevgili okurlar.

Türkiye’nin manzarası.

Hangi iktidar gelmişse, olayların üstüne titizlikle gitmek istese de bir türlü başaramamıştır.

Türkiye bir türlü kamu kurum ve kuruluşları içerisinde biten yolsuzluk ve usulsüzlüklerden kurtulamıyor.

Kimliği meçhul çıkar gruplarından bir türlü kendini arındıramıyor.

Tıpkı bugünkü AK Partinin taşıdığı haleti ruhiyesi gibi.

Başbakan ne kadar güzel icraatlar yapıyorsa yapsın.

Fakat bir türlü kendini sahili selamete taşıyamıyor.

İllaki badire illaki yanlışlıklar.

Bizim burda tavsiyemiz AK Partiyedir.

Özellikle de Sayın Başbakanımızın taşıdığı ince kalp, merhamet ve şefkat dolu bir insan olma hasebiyle, buna rağmen yine yetmez.

Şu halde bu olumsuzluklara karşı çare ne?

Bize göre tek çare ve temel unsur İslam’la tanışmak.

Toplumun yeniden İslam’la tanışıp, çizgisini belirlemelidir.

Meçhule yürüyen, yani bilinmezliğe yürüyen kirli atmosferden dönüşünü alıp, cadde-i Kübra, en büyük ve en geniş cadde olan İslam yörüngesine girmesi gerekir.

Aksi takdirde hiçbir zaman böylesine kirlenmenin, böylesine kimliği meçhul ucube insanların varlığından ve kötülüklerinden ülke kendini kurtaramaz.

Gittikçe  de badirelere maruz kalacaktır.

* **

Evet, sevgili okurlar.

Bu yazıyı kaleme alırken, biraz da yazılı medyanın önemli konuları irdelemek üzere bazı gazeteleri inceledim.

Yeni Akit gazetesi elime geçti, baktım ki manşet olarak büyük puntolarla atılan başlık ve hemen o haberin altında meşhur şapkasıyla tanınmış 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bir fotoğrafı.

Atılan manşet;

Eski Milli Eğitim Bakanlarından Sayın Celal Güzel’in bir tepkisiyle öne çıkan ifadesi manşete taşınmış.

“28 ŞUBAT’IN BABASI”

Darbeleri araştıran komisyona verdiği ifadesinde, “28 Şubat’ın yasal bir süreç olduğunu” savunan ve hükümeti tehdit eden Demirel’e bir tepki de Hasan Celal Güzel’den geldi.

Güzel, “28 Şubat’ın yapımcısı da, senaristi de, başrol oyuncusu da Süleyman Demirel’dir” dedi.

Haber şöyle devam ediyor.

“Demirel cuntacılarla beraber oldu, böyle birine darbeler sorulur mu?

Akit’e konuşan Güzel, Demirel’in 28 Şubat’çılarla birlikte hareket ettiğine dikkat çekerek “Demirel daha önce millet iradesini temsilde acizlik içinde olmuş, hep şapkasını alıp gitmiştir.

Sonunda 28 Şubat’ta tezkere bırakıp, cuntacılarla beraber olmuştur, 28 Şubat’ın öncülüğünü yapmıştır” diyen Hasan Celal Güzel’i yürekten tebrik ediyoruz.

Bakınız, sevgili okurlar.

Başta anlatmaya çalıştığım gibi, kimliğini meçhul tutmak, siyaset arenasında olsun, bürokraside olsun, akademisyenlikte olsun, her nerede olursa olsun.

O toplum için en tehlikeli bir badiredir.

Bu yazıyı yazarken, yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “El-Bakara” suresinin münafıkların halini anlatan ve portresini çizen 8. ayet aklıma geldi.

Bu hususta Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “İşaratü’l-İcaz” isimli kitabına şöyle bir göz gezdirdim.

Üstat bu ayeti yorumlarken, uzun uzadıya açıklamada bulunuyor, ama ben burada özetleyerek önemli bazı vecizelerini sizinle paylaşmak istiyorum.

Ki bunlar devrisaadette, Medine’de Resulullah Efendimiz (s.a.v)’e karşı İbnü Selüller gibi münafıklar ne yapmışlarsa, 1433 yıl sonra da aynı münafıklar aynı karakterde, aynı pozisyon ve gizlilikler içerisinde hep kimliğini meçhul tutarak, devletin kilit noktalarında rol almışlardır.

Ve ülkeyi uçurum kenarına kadar götürmeyi başarmışlar, ama sonuç itibariyle de yine zafer İslam’ın olmuştur, tıpkı bugünkü gibi.

Anılan ayetin yüce meali aynen şöyle;

“İnsanlardan bazıları biz Allah’a da iman ettik, kıyamet gününe de iman ettik diyorlar ise de, oysaki iman etmiş sayılmazlar ve mümin olamazlar”

Zira o söylemleri gerçek ruhi manalarını ifade etmek için değil, gerçek kimliğini saklı tutmak için yüzlerine karanlık şal çekmekten başka bir şey değildir.

Üstad dikkatini çeken bu konunun inceliklerini şöyle yorumluyor;

“Kâfirler hakkında yüce Kur’an iki ayetle konuyu bağlar.

Ama münafıkların nifakları hakkında ise konuyu daha uzun tutar, kâfirler konumu gibi iki ayetle değil, tam 13 ayetle konuyu ele almış durumda”

Bunun sebebi mucibesi nedir? Diye sorulursa, şöyle cevaplanır.

Bunun sebebi şudur diyor Üstat.

“Münafıkların konusunu uzun tutan Kur’an, birkaç sebepten dolayı olayın üzerinde durmuştur.

1- Zira düşmanın kimliği meçhul olduğu müddetçe zararı daha fazla olur.

2- Ne kadar kandırıcı olursa, daha fazla habis olur.

3- Ne kadar aldatıcı olursa, bozgunculuğu o kadar fazla olur, hele hele kimliğini gizli tutan dâhili düşman olsa zararı ve tehlikesi daha çok büyük olur.

Zira dâhili düşman içteki milli gücü dağıtır, halkın cesaretini de azaltır.

4- Harici düşman ise tam tersine sinsi değil, belki açık kimliğiyle senin karşına çıkıyor, onun inanç salâbeti ve asabiyeti daha şiddetlenir.

Zira münafığın ektiği nifak tohumu cinayeti İslam üzerine pek büyüktür, tarih buna şahittir.

Âlem-i İslam’ı zelzeleye maruz bırakan her dönemde küfürden daha fazla nifak söz konusudur.

Bundan dolayıdır ki, o yüce Kur’an ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve tekbihatta bulunmuştur (kötülükler ve alçalışları) çok fazla tutmuştur”

Üstadın bu görüşünü burada izah etmeye çalışırken, tabii haddimiz olmadan, onun yaptığı izahatlar gibi yapamayız, haddimiz de değildir.

Ancak ondan ders alıyoruz.

İşte, bu “El-Bakara” suresinin 8. ayet ve ondan sonra gelen ayetleri kendimize düstur ve ilke olarak kabul edersek, ne mutlu bize ve toplumumuza.

Zira en azından içten tahribat yapan düşmanı sezmiş oluruz.

Dost görünen karanlık ruhların hıyanetini daha tez fark etmiş oluruz ve suçüstü ederiz.

Ama ne hazindir ki, bu tür durumlar hiç de bizi uyarmıyor.

En derin saygılarımla.