TOPLUMSAL MUTLULUK İSLAMİYETLE KAİMDİR!

Sevgili okurlar…

Denenmiş olan her şeyin tekrar denenmesi hiç kuşkusuz ki insanı boşluğa çıkarır.

Hani demişler ya..

"Eski tas eski hamam" diye!

Hep bu gerçekleri yazıyor ve çiziyoruz..

Ama velakin kime dersin!

***

Bakınız...

Yaklaşık yüz yıldan beri bu toplum ve hatta tüm İslam dünyası kavram kargaşalarıyla hep yüz yüze gelmiştir.

Milli irade adı altında kullanıla gelen siyaset ne yazık ki, İslamsız bir siyaset olduğu için hiçbir zaman millete bir mutluluk kazandıramamıştır…

Ve bundan sonra da kazandıracağı da benzemiyor.

Zira toplumun yaşam tarzı ve hayat-ı erozyona uğramıştır.

Onun için diyoruz ki, onun mutlakı ancak ve ancak İslam’ın ana çizgisi paralelinde gerçekleşebilir.

İslamsız bir siyaset, cansız bir vücut gibidir.

Vücut cansız olunca artık leş durumuna düşer.

Manasız bir varlık!

***

Ama toplumun içine toplumun ab-ı hayatı durumunda olan İslamiyet ruhu yayılırsa, o toplumda adalet oluşur, mutluluk gelir, bireyler Allah korkusuyla donatılır, haramını haram bilir, helâlını da helal olarak tanır ve yoluna devam eder.

Ancak yıllardan beri Avrupa’dan, batı dünyasından ithal edilen bir siyaset, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi “İspanyol nezlesi gibi” toplumu helakete götürür.

Bir toplumun ayakta durabilmesi için o toplumun yaradılış paralelinde yönetilmesi gerekir.

Aksi halde İslamsız bir toplum, hiçbir zaman birbiriyle güvenilir bir hal yakalayamaz.

Bakınız, görüyorsunuz.

İslam hilafetinin dağılışından günümüze dek devlet hep güdümlü siyasetlerle yönetiliyor, en acı tarafı da buna “Milli irade” adı veriliyor.

İnanın ki siyasetçilerimiz de bunun “Milli irade” olmaktan başka her şeye benzediğini çok iyi biliyorlar.

Ama vesayetçi bir anayasanın getirdiği hukuksuz dayatmalar, toplumu birbirine düşürmekten başka her hangi bir hediyesi olmamıştır.

En kirli hediyesi, hiçbir şey üzerine anlaşıp ittifak edemeyen bir toplum yaratılmasıdır.

Ki bu nedenledir ki toplum, bir türlü adaleti yakalayamadığı gibi, demokrasiyi de, hukuku da yakalayamıyor.

Zira İslam duygularıyla büyüyüp oluşan bir toplumun mutlak sebeb-i saadeti ve gerçek mutluluğu yalnız ve yalnız “Hakaik-i İslamiye” denilen Kur’an anlayışı paralelinde İslam terbiyesini almasıdır.

“Yoksa adalet, toplumun içinde bireylerin kalp derinliklerinden yok olup gider.

Ahlaksızlık, pis hasletler, toplumun tüm gelenek ve göreneklerine, örf ve adetlerine galebe çalar.

İş; yalancıların, dalkavukların, yalakaların elinde kalır”

* * * 

Bunu diyen Bediüzzaman Hazretleri, şöyle devam ediyor;

“Size bu hakikati ispat edecek binler hüccet ve delillerinden bir küçücük numune olarak bir hikâyeyi nazarı dikkatinize gösteriyorum.

Bir zaman, bir adam, geniş bedevi Arap çölleri içinde giderken ehl-i hakikat olan bir zatın evine misafir olmak zorunda kalır.

Bakıyorlar ki onlar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar.

Yani kıymetli ev eşyasını ve evin sermayesi durumunda olan kıymetli mallar, saklanmıyor, kıyıda köşede bırakılıyor.

Ev sahipleri tarafından onu korumak için herhangi bir ehemmiyet verilmiyor.

Hatta paraları, altınları rasgele evin bir köşesine açık bırakmış durumda.

Misafir olan kişi, hayretler içerisinde dikkatini çekiyor.

Ve sorar:

‘Siz bu paranızı, altınlarınızı evin rasgele bir köşesine açık bırakıyorsunuz.

Siz çalınmasından, eve hırsız girmesinden korkmuyor musunuz?"

Hane sahibi ona cevaben şöyle diyor:

‘Bizim memleketimizde hırsızlık olmaz’

Bu söz misafirin dikkatini çekiyor;

‘Yahu arkadaş, biz paralarımızı, mallarımızı sakladığımız, koyduğumuz ve kilitlediğimiz halde defalarca harsızlık oluyor ve malımızı götürüyorlar’

Ev sahibi diyor ki:

‘Biz emr-i ilahi namına, adalet ve hukuk-i şeriye hesabına her şeyi koyduğumuz için, hukuk içerisinde hırsızın elini kesiyoruz’

Misafir cevaben diyor ki:

‘Ey arkadaş madem öyleyse, şimdi toplumunuzun çoğunun tek elli kalması lazım gelir’

Ev sahibi diyor ki:

‘Ben elli yaşıma girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm bu memlekette’

Misafir, hayretler içerisinde kalır. Ve der ki;

‘Yahu Allah aşkına, elli senede tek bir el kesilmişse, bizim memlekette değil elli senede bir tek adamın elini kesmek, her gün elli adamı hırsızlık yaptıkları için hapse sokuyoruz.

Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar bizim orada tesiri yoktur’

Ev sahibi diyor ki:

‘Siz büyük bir hakikatten, acip ve kuvvetli bir sırdan gafletler içerisinde uzak durmuşsunuz ve gerçeği görmezlikten gelerek, gaflet içerisinde gerçeği terk etmişsiniz.

Adaletin hakikatini gaip etmişsiniz, gerçek yüzünü görmekten uzak kalmışsınız.

Maslahat-ı beşeriye yerine adalet perdesi altında başka garezler peşinde, zalimane ve tarafgirane sizin yürütme ve yönetiminize başka yanlış cereyanlar müdahale eder.

Biz de ise bir hırsızın elini başkasının malına uzattığı dakikada İslam hukuku ve hududu içerisinde hareket edilir, o paralelde eli kesilir ve ona gerçekler okutulup, gösterilir.

Arş-ı ilahiden “Rahmeten lil âlemin” olarak nazil olan emir adamın hatırına gelir, imanın hassası, kalbin kulağı ile kelam-ı ezeliden gelen ve hırsızın elinin idamına hüküm eden sarık ve sarıka (erkek olsun-kadın olsun) her hırsızın elini kesiniz, diye emr-i ilahi var”

* * *

Bu emr-i ilahi Maide suresinin 38. ayetini hatırlatır

“Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir”

İşte sevgili okurlar.

Bediüzzaman Hazretleri bu ayetin ışığı altında hareket ederek, toplumun nasıl yönetildiğini ve gerçek adaletin ne olduğunu bize göstermektedir.

Demek hırsızlık ve haram yeme, toplumun hayatının altını üstüne getirir.

Geleceğini zehr-û zeber eder ve toplum dengesini yitirir.

Ruhun etrafından, vicdanın derin yerlerinden o sirkat (hırsızlık) meylini hücum gibi bir halet-i ruhiye hasıl olur.

Nefis ve hevesten gelen meyil parçalanır çekilir, git gide o haram yeme meyli (istek ve arzusu) bütün bütün kesilir.

Olaylarda akıl, kalp, vicdan birbiriyle paralellik arz eder, akıl ve vicdan derinliklerinde iman sayesinde yasakçı bir bekçi durumuna sokulur, pislik ve kargaşayı yaratan birer fitne unsuru durumunda olan haram yeme, hırsızlık yapma hevesini kırar.

Tam tersine toplumun bireyleri iman ve inanç paralelinde hareket eder.

Zira insanın fiilleri, eylemleri, öncelikle kalbin, hissin istek ve arzuları paralelinde yola çıkar.

Ruh ise iman nuru ile harekete gelir, hayır işleri yapar.

Şer ise kendini çekmeye çalışır.

Daha kör hisler onu yanlış yola sevk edip, hissiyatına mağlup düşürür.

* * *

Evet, Üstat Bediüzzaman Hazretleri beşeriyeti şu şekilde uyarır;

“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp, adalet-i ilahiye namına ve Hakaik-i İslamiye dairesinde toplumu suçlardan arındırmak için, İslam hukuku gerçekleşmezse maddi ve manevi kıyametler başlarına koparılacaktır.

Kargaşa, anarşilere maruz kalacak, ye’cüc ve me’cüclere kendi eliyle kendini teslim edecektir.”

Hali hazırdaki medeniyet sistemi dini cihada müsaade etmediği ve müsaade olmadığı gibi ona fetva da vermiyor.

Bunun yanında İslami düşünce paralelinde Kur’anın yüce ışığında yürümek üzere tüm gerçekleri bize gösteriyor olduğu halde her nedense o gerçek hukukun üstünlüğünü görmezlikten gelen toplumlar nasıl medeniyeti yakalayabilir, suç ve suçlular toplumun içerisinde ayrılıp, caydırıcılık ne ile kazandırılabilir ki?

Batı dünyasından ithal edilen ve kendine demokrasi ve hukukun üstünlüğü olarak adlandırılan bu tür hayat, toplumu hiçbir zaman baskıcı bir dayatmadan kurtaramaz.

Bu itibarla toplum ne yapıp yapıp, anarşi, terör ve rezillikten kendini kurtarabilmeli, haram, rüşvet, adam kayırma ve usulsüzlüklerden kendini arındırmalıdır.

Devlet otoritesini elinde tutanların da aynı düşüncede olması tavsiye edilir.

Aksi halde hiçbir zaman toplum kendine çekidüzen verip, “sıratı müstakim” denilen dosdoğru yolu yakalayamaz.

* * *

İşte her şeyden evvel hali âlem meydanda…

Görünen odur ki İslamsız bir toplum kendini terör ve kargaşadan kurtaramaz!

En derin sevgi ve saygılarımla.

İyi Cumalar dileğiyle, hoşçakalınız.