TÜRKİYE ARTIK ASLINA RÜCU ETMELİDİR!

Bilindiği gibi;

Bugün Diyarbakır’da kitlesel büyük bir ihtişamla (!) nevruz kutlanmaktadır.

Nevruz demek kelime telaffuzundan da anlaşıldığı üzere yeni gün demektir.

“New” yeni, “Roz” gün, kavramından da anlaşıldığı üzere Farsçadır.

Eğer Kürtçe olmuş olsaydı Newroz değil, “Roja nû” denilecekti.

Ama kesinlikle kelime itibariyle Farsça bir kelimedir.

Tarihi akış içerisinde günümüze dek devam ede gelen bugün, hemen hemen Doğu, Ortadoğu, Uzakdoğu, Orta Asya ülkelerindeki Kürtler başta olmak üzere tüm Acem kavimler tarafından “bahar bayramı” olarak kutlanıyor.

Bu bayram,

Tüm Kürtler’e oldiğu gibi, diğer kavimlere de hayırlara vesile olmasını temenni ederim.

***

Aslında 21 Mart yerine Rumi hesabına denk gelen, yani Osmanlıda kullanılan takvime göre 9 Mart gününe tesadüf edilmektedir.

“Acem” dedik, yani Arap olmayan değişik dillerde konuşan kavimler demektir.

Keza bu kavramın karşıtı olan “Mihrican” kavramı da sonbaharın ilk günü anlamına gelmektedir.

Bu gün de 21 Eylül gününe rastlamakta olup, Rumi takvime göre 9 Eylül gününe tesadüf edilir.

Aslında “Mihrican bayramı” ise eski ateşperest İran’ın sonbahar ekinoksu günlerinde kutlanan ikinci bir büyük bayramıdır.

İran güneş yılının 7. ayı olan Mihri’nin 16. günü (başlayıp 21’ine kadar devam eder) kaynaklarda nevruzla (ilkbahar ekinoksu) yılbaşı bayramı aralarındaki gün sayısı konusunda 167, 169, 174, 194 gibi farklı rakamlar verilir.

Bunun sebebi mucibesi muhtemelen İran güneş takviminde bir yılın 360 gün olarak kabul edilmesidir.

Bu bayram Helenistik dönemde Batıya da geçmiş ve Romalılar tarafından güneş ilahı Mithra’nın yeniden doğan ve karanlıkları mağlup eden güneşin bayramı olarak aynı zamanda 25 Aralık günü kutlanmış.

Daha sonra Hıristiyanlık “Natalis Solis invictfyi Mesih’in doğum günü bayramı olarak benimsenmiştir”

“Mihrican” kelimesi Ârî panteonunda ışığın (güneş kursuyla sembolize edilir) ve gerçeğin tanrısı olan Mithra’nın (Mihr) adından (Orta Farsça’nın batı kolu) akana ekiyle türetilmiştir.

* * *

Nevruz ise başta ifade ettiğim gibi; bilimsel olarak da aynen şöyle tarif edilir.

Gerek Nevruz Bayramı ve gerekse Nevruz olsun!

Farsça Nuroz, Kürtçe Newroz, Özbekçe Navroz, Türkmence Nowroz, Kazakça Naoriz, Azerice Novroz vs… Doğuda, Uzakdoğu’da ve Ortadoğu’da değişik dillerde konuşan birçok millet bu günü bayram olarak kutlamıştır.

Yazılı olarak ilk kez 2. Yüzyılda Pers kaynaklarında adı geçen Nevruz, İran ve Bahai takvimlerine göre yılın ilk gününü temsil eder.

Günümüz İran’ında her ne kadar İslami bir kökeni olmasa da bir şenlik olarak kutlanır.

Bazı topluluklar, bu bayramı 21 Mart’ta kutlarken, diğerleri Kuzey Yarım Küre’de ilkbaharın başlamasını temsilen 22 veya 23 Mart’ta kutlarlar.

Aynı zamanda Zerdüştlük hem de Bahai’ler için de kutsal bir gündür ve tatil günüdür.

Kürtlerde Nevruz bayramının Kürt mitolojisindeki Demirci Kawa efsanesine dayandığına inanılır.

Türkler de ise Göktürklerin Ergenekon’dan çıkışı anlamı ve baharın gelişi olarak kutlanır.

2010’da BM Genel Kurulu üç bin yıldan beri kutlanmakta olan Pers kökenli bu şenliği Dünya Nevruz Bayramı ilan etmiştir.

28 Eylül ile 2 Ekim 2009 sırasında Abu Dabi da hükümetler arası toplanan milletler manevi kültür mirası kurulu nevruzu dünya manevi kültür mirası listesine dâhil etmiştir.

BM Genel Kurulu 21 Mart’ı Dünya Nevruz Bayramı olarak kabul etmektedir.

Kelimenin aslı eski Farsçadan gelir, yeni anlamındaki “Nava” ve gün anlamındaki “rezahn” birleşerek oluşturmuşlardır.

Anlamı yeni gün güneşidir ve günümüzün Farsçasında da hala aynı anlamda kullanılmaktadır.

“New” yeni “Roz” gün anlamı taşıyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yazımızın başında ifade etmeye çalıştığım bilimsel gerçek, Nevruz’un tarifi paralelinde gelişen bir usuldür.

Milletler herkes kendi tarafına çekerek, bu günü bayram olarak kutlamaktadır.

Ama inanan Müslüman bir ümmet olarak ister Türk olsun, ister Kürt olsun, ister Fars olsun, yani Araplar dâhil olmak üzere inanan tüm Acem dünyası şuna inanmalıdır ki;

Artık dünya çağdaşlığa, medenileşmeye, gelişmeye her gün biraz daha adım atarlarken hala da eski putperestlik veya ateşperestlik, batıl inançlara dayalı hallerin gelişmesine artık paydos demelidir ve yepyeni bilimselliğe doğru dev adımlarla yürüyerek, kendilerini biçimlendirmeye çalışmalıdır.

Değişik dillerle konuşan toplumlar yeryüzünün elbette ki vazgeçilmez temel kanunlarıdır ve esaslarıdır.

Hiç kimse, kimsenin diline, rengine, ırkına hor bakamaz, inkâr edemez ve asimilasyona paydos denmelidir.

Hele hele yüce İslam dinine inanarak intisap eden bir toplum, yüce kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’in “Enfal” suresinin 46. ayetinin ruhuna uygun olarak hareket etmelidir.

Eski cahiliye devrinden vazgeçip, bu ruhla yaşadığı takdirde kesinlikle bölünmeye, parçalanmaya, gücünü kaybetmeye değil, tam tersine birlikteliğe, beraberliğe, bütünleşmeye yönelik güçlenerek büyüyecektir.

Ve yeryüzünün başı dik, alnı ak olan toplumlar silsilesine girecektir.

***

Bundan değil midir ki yüce Allah anılan ayetin mealinde şöyle buyuruyor;

“Birbirinize de girmeyin ki maneviyatınız sarsılmasın, devletiniz, gücünüz, elinizden gitmesin”

Bu paralelde istiklal marşımızın şairi merhum Mehmet Akif Ersoy “Safahat”ta şöyle buyuruyor;

“Sen ben desin efrat aradan vahdeti kaldır (birliği kaldır)

Milletler için işte kıyamet o zamandır

Mazilere in mahşer-i edvar-ı bütün gez

Kanun-i İlahi göreceksin ki değişmez

Tarih o bizim estiğimiz kanlı harabe

Saklar sayısız lehd ile milyonlarca kitabe

O taşlar ki birer parçadır üstünde zeminin

Manayı perişanı birer nakş-ı cebinin (alındaki yazılan nakış)

Eczasını birleştirebildinse elinle

Gel şimdi o elfaz-ı paragendeyi dinle

Her hufre bir ümmet şu yatanlar bütün akvam

Encama bu ahengi veren aynı serencam”

* * *

Evet, sevgili can dostlar.

İşte toplumsal, küresel insanlık dünyası artık bilimsel gerçeklere yönelmelidir.

Toplumları, insanları yıllar yılı öncesine küfrün, şirkin, cehalet karanlığının varlığına son veren yüce İslam dini 1400 yıldan beri dünyaya yepyeni terû taze medeniyetler üstü İslam Medeniyeti getirmiştir.

Bu medeniyet insanlığı Allah’a yaklaştırır, yüce ubudiyet kavramıyla tanıştırırken, insanlık; egoizme dayalı ateşperestlik (Zerdüşt) veya putperestlik gibi ranta dayalı boş şeylerle artık tanışmamalıdır ve hangi dilden olursa olsun, hangi ırktan olursa olsun, her şey tüm hızıyla İslam’ın getirmiş olduğu medeniyet paralelinde yaşanmalıdır ve toplanmalıdır ki yılda iki tane bayram kutlanıyor, tüm İslam dünyasında.

Biri Ramazan Bayramı, diğeri ise Kurban Bayramı’dır.

Gerisi laf-ı güzaf.

Yazımızın başlığı olarak kullandığımız kavram “Artık Türkiye aslına rücu etmelidir” gerçek bir kavramdır ve Türkiye; Doğusuyla, Batısıyla, Kürt’üyle, Türk’üyle, Arap’ıyla, Acem’iyle Kur’an bayraktarlığı yaparak, sancaklaştırarak kendilerini yeni bir dünyaya tanıtmalıdır ve tanışmalıdır.

En derin sevgi ve saygılarımla.