TÜRKİYE CUMHURİYETİ GERÇEKTEN BİR HUKUK DEVLETİ Mİ?

Evet, sevgili okurlar.

Bu köşede sizlerle her zaman paylaşmak istediğim olay; toplumsal huzurun sağlanmasıyla ilgilidir.

Eğer bir toplum, içinde bulunduğu kargaşa, kavga, kan ve gözyaşlarını pervasızca yaşıyorsa, devlet olsun, millet olsun, bu antidemokratik hukuksuzluğu bertaraf etmelidir.

Kanunlarla yasalarla defedip onun yerine milli barış ve kardeşlik unsurlarını yeşertemiyorsa, o toplum nereye giderse gitsin, her ne hukukla kendini savunursa savunsun, "huzur ve istikrarı" bulması mümkün değildir.

Olağan dışıdır.

Çünkü, barışın hükmü, adaletin temel dayanağı ortada yok!

Çoğulcu demokratik parlamenter sistemi diyoruz, çağdaş medeni bir dünyanın seviyesinde yürümek mükellefiyetini kendimizde buluyor isek de heyhat, hiç de göründüğü gibi değildir.

Mümkün değil, bulamıyoruz.

Bizim inandığımız ve bağlı bulunduğumuz, onun intisabıyla şerefyap olduğumuz o yüce İslam dininin ana kurallarına dayanarak, kendimize çekidüzen vermedikçe batıdan ithal edilen ve buna da Avrupa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi demekle yetiniyorsak aldanırız.

Ve hiçbir şey de yapamayız.

Bugüne kadar ne yapmışız ki bundan sonra ne yapabiliriz?

* * *

Toplumsal adalet dengesinin temel dayanaklarından birisi de toplumsal adaletin yekvücut olarak, yani çifte standartlara dayalı değil, İslam’ın nizamnamesi içerisinde yürümekle gerçekleşebilir.

Her şeyden evvel bunun gerçekleştirilebilmesi için ekonomide sağlam dayanışma içerisinde yürümek, iktisadi nizami, kilit ellerde tutmak lazım.

Eğer iktisadi nizam, yani toplum ekonomisini düzeltebiliyorsa veyahut düzeltmişse sorun yok, her şey yerinde.

Eğer toplumsal ekonomik sorun söz konusuysa o toplum kendi geleceğini çizemez, mümkün değildir.

Evet, bu iktisadi nizam İslam’ın ana çizgilerinden geçiyor.

Zenginlerin zekatını malından çıkarıp, kırkta birini yoksulların, dulların, tüyü bitmemiş yetimlerin uğruna harcamıyorsa, bir de aynı paralelde faizi de fakirin fukaranın gırtlağından zorla, tefecilik yollarıyla alıp yemekle o toplum peşinen diyelim, ekonomiksel olarak çökmüştür.

Onda adalet nizamnamesinin gerçekleşmesi söz konusu olamaz.

Zira yüce İslam dini şöyle buyuruyor;

İslam’da ana kural iki cümleyle çözülür.

Birisi: “Der’i mefasit”, yani ne kadar bozgunculuk ve kargaşa varsa onu defetmek, “Celb’i menafi”den önde gelir.

Yani toplumsal yararı sağlamaktan önde gelir.

Kaide, kural olarak budur ki eğer toplumda bozgunculuğa neden olan kötülüğün varlığı söz konusuysa onu defetmek için öncelikle devlet gücünü kullanacak, ondan sonra milli menfaatleri ve celbi düşünecek.

Ama devlet tüm yasalarıyla kötülüğü, devletin her kademesinden alıkoyamıyorsa o zaman demektir ki o toplum medeniyetin çok gerisindedir.

Yüce İslam dinimiz bize bunu emrediyor.

“Der’i mefasit” yani bozgunculuğu defetmek, sonra “Celb’i menafi” yani menfaat yararlarını ön planda tutmak değil, özellikle ön planda tutması gereken bir gerçek varsa o da “Der’ül mefasit”tir.

Yani fitne ve fesat unsurlarının öncelikle yok edilmesidir.

Eğer bir toplum bunu düşünmüyorsa hiçbir zaman çağdaş medeniyet seviyesine ulaşma hazırlığı içine giremez.

Zira “Görünen köy kılavuz istemez” misali, bakıyorsun ki sokaklarımızdaki dolaşım insanlık şeref ve haysiyetine yakışır bir biçimde görüntü vermesi yerine, tam tersine haydutlaşmış, saldırgan, canavar ruhlu gençlikle karşı karşıya!

Helalinden yiyip, çoluk çocuğunun rızkını temin etme yerine haram yemeyi, başkasının malından, canından, ırzından yararlanmayı ön planda tutan bir potansiyelle karşı karşıya kalındığı zaman o toplum kendini medeniyetin neresinde arayıp bulabilir ki?

* * *

Evet, yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresinin 29. ayeti bize aynen şöyle diyor;

“Ey iman edenler!

Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.

Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka.

Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir”

Yani başkasının malını, canını, ırzını, kendine mübah gören ve ona göre gününü gün eden insanlar varsa, o toplum demek bozgunculuk yaşamı diz boyu ama hangi alanda olursa olsun.

Evet, yine bu ayetin yüce mealini adeta tefsir olarak açıklayan bir Hadis-i Şerif de şöyle buyuruyor;

“Kesinlikle kanınız, malınız, ırzınız, diğerinin üzerine haram kılınmıştır”

Anılan ayeti kerimenin manasını bu hadis net olarak bize bildirmektedir.

Sokak, ahlak dışı fesat ve bozgunculuk unsurlarıyla hergün dopdolu boşalıp doluyorsa..

Ve o çocuklar genç yaşta ya hırsızlık, ya gasp, ya soygun veya uyuşturucu, her ne pahasına mal olursa olsun, eğer bu seviyede yürüyen bir gençlik potansiyeli varsa..

Ki hal-i hazırda var..

O zaman bu devlet hangi potansiyelle kendini demokratik hukuk devleti olarak tanımlayabilecektir.

Heyhat!

Hiç de öyle değildir.

Zira demin de söylemeye çalıştığım gibi eğer bir hırsızlık potansiyeli söz konusuysa veyahut zorba, soyguncu, emanete hıyanet eden insanların varlığı söz konusuysa namuslu çalışan, diğer vatandaşların normal kesimi kendini nasıl orada bulabilir ve nasıl bir huzur içerisinde yaşam şekillerini biçimlendirebilir.

Hele hele devletin önemli unsurlarından olan polis ve savcılıklar, yüzeysel ve keyfilik üzerine evrak bağlayıp da masum insanlara karşı suç üretiyorsa vay ülkenin haline..

O sistemin, o devletin polisi, gaddarı, soyguncuyu, hırsızı mağdur gösteriyorsa, hak sahibini ise zalim, gaspçı olarak göstermeye çalışıyorsa o devletin neresinde adaleti arayacaksın, adaletin neresinde yürüyebileceksin.

Mümkün mü?

Eğer gerçekten Savcılıklarda sanık olarak bilinen bir insan, sanık olduğu halde kaşla göz arasında tanıklığa çevriliyorsa..

Ve Namuslu ailelerin üzerine "mağdur" vasfıyla salınıyorsa, katlama-katlama hukuk dışı para alınıyorsa, işte polis, işte savcılık demekle kimse bu hakkı kaybedemez.

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesine dayanarak, hukukumuzu o paralelde biçimlendirmeye çalışıyor isek de maalesef bir türlü oraya ulaşamıyoruz.

Zaten Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi dedikleri de daha 1948’de uygulamaya konulmuş.

Aslında temel sorun, hukukumuzu arayıp bulamama sorunudur.

Hukukumuz olan İslam gerçeğini görmememizdir, uygulamamamızdır.

Sorun burada..

Yoksa, Avrupa’dan, İsviçre’den ithal edilen hukuk sistemi bu haliyle gittikçe suç potansiyelini artırmaktadır.

Suçu da ve suçluyu da piyasaya üretme makinesi haline dönüşmüştür.

En derin saygı ve sevgilerimle.