TÜRKİYE CUMHURİYETİ GERÇEKTEN BİR HUKUK DEVLETİ Mİ? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde yine aynı köşede sizlerle paylaşmak istediğimiz hukuk gerçeğinin analiziydi.

Bakıyoruz, günümüzdeki küresel bir dünyada hukuk ilkelerine bağlı bulunan medeni bir dünya hukukun neresinden yürüyor acaba, diye kendi kendimizi sorgulamaktan alıkoyamıyoruz.

Evet, gerçekten Avrupa İnsan Hakları Sözleşmelerine bakıldığında yakın bir tarihimizde, yani insanlık tarihinin son dönemlerinde 1948’li yıllarda gerçekleştirilmesi söz konusudur.

Oysaki insan şeref ve haysiyetine, kişilik değer ve kerametine yakışır bir biçimde hukuk gerçeği söz konusuysa, 1948’lerde değil 1435 sene evvel İslam Peygamberi Hz.Muhammed (s.a.v)’in Veda Hutbesi’nde maddeler halinde dile getirmiş olduğu birtakım hukuk manzume silsilesini ele alırsak, Avrupa çok geç kalmıştır.

Tüm bunlara rağmen mesela yüce kitabımız Kur’an, “İsra” suresinin 70. ayetinde insanın keramet ve değerini şöyle belirtmektedir.

“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık” diyen bir İslam hukukunun bağlı bulunduğu yüce kitabımız insanlık değerini böyle belirtmişse, bize göre Avrupa bundan çok geride kalmıştır.

Bu meyanda İslam dünyasının fıkhi meselelerini ele alan fıkıh ulemaları büyük bir ihtirasla, büyük bir hırsla insanlık kerametine, yüce değerine çok önem vermişlerdir.

Gerek cezalandırmada olsun, gerek diğer bazı önemli konularda olsun, insanlara yapmış olduklarından dolayı vermiş olduğu cezalara dahi çok büyük titizlikle üzerine giderek tatbik etmişler.

Şöyle ki;

İşlenen cinayetler yüzünden verilen cezaların, bir daha tekerrür etmeme şeklini ele almışlar ve bu nedenle gittikçe suç ve suçlular potansiyeli oldukça azalmakta olup, bir daha aynı kişi aynı suçu tekerrür etmeme şeklidir.

Böylece İslam’ın tatbikiyle suçlar, objektif bir biçimde azalmakta olup veyahut tümden yok olmakla insanlığa böyle bir hizmet veriyordu.

Yoksa günümüzdeki mevcut uygulamalar hukukun “H” harfiyle bağdaşmıyor ve uyuşmuyor bile.

* **

Zira İslam’ın cevheri ve kerameti bu tür uygulamaları kaldıramıyor.

Suçlar ve suçlu oldukça potansiyel kazanıyor ve bir türlü önü kesilmeyen suç ve suçlu potansiyeli gittikçe kabarmakta.

Eğer gerçekten polisiye uygulamalarıyla işkence de göz önüne alınırsa bir türlü bu tedbirler zecir (yasaklayıcı) ve mani olma unsurunu taşıyamıyor.

Hırsız oldukça cezaevinden çıktıktan sonra yine hırsızlık yapıyor.

Fuhuş, uyuşturucu keza aynı...

Hele hele keyfiliğe ve ceberutluğa dayanan bir uygulama şekli, bir türlü netice veremiyor.

Demek anlaşılan budur ki ilahi adaletin tatbik edilmeyen ülkeler arasındaki yanlış değerlendirme, suç potansiyelinin çoğalmasına neden olmaktadır.

Zira Allah’ın koymuş olduğu meşruiyet kanunlarını ve dini prensipler içerisinde yaşayan, yaşamak isteyen bir ümmet, bir toplum hiçbir zaman Kur’an gerçeğinden uzak tutulamaz.

İşte deneyimler orta yerde.

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Yine “Bakara” suresinin 85. ayeti bize şöyle buyuruyor;

“Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir”

Buna rağmen insanlık dünyasının kafasına “dank” etmiyor, oturtturulamıyor.

Zira bugünkü dünya hukuk literatürünün üzerinde bulunduğu durumlar bize her şeyi anlatmaktadır.

Hukuk literatürlerinde nereden bakarsanız, uygulaması tamamıyla hemen hemen büyük rantlara dayanıyor.

Rant içinde bulunan bir hukuk sistemi, hiçbir zaman adil olamaz, adil olamadığı gibi tam tersine zarar verir.

Yüce kitabımız, büyük bir önder Hz. Muhammed (s.a.v)’in yüce ahlak değerleri paralelinde oluşa gelen bir kitap, bize neyi buyuruyorsa, biz de onu yapmak zorundayız.

Yoksa mevcut dünya siyasetleri bir türlü insan temel hak ve özgürlüğünün gerçekleştirilmesine tam manasıyla geçemiyor.

Hele hele güdümlü siyasetle politik oyunlar, nereye götürüyor?

Hali âlem meydanda.

Eğer bir medya grubu olarak mikrofonlarımızı 24 saat içerisinde toplumun nabzını almak üzere çarşıya pazara uzatırsak, inanın toplumun yüzde 80’i bunu algılayacak ve hukukun neresinden yürüyeceklerini herkes anlatacaktır, fikirlerini açıklayacaktır.

Günümüzdeki güdümlü siyaset, yıllardan beri önü kesilmeyen bir siyaset uygulaması, bir türlü kendini batı dünyasının hegemonyasından kurtaramamıştır.

Nitekim bugünkü yeryüzündeki İslam dünyasını inim inim inleten hep bu çifte standartlardır.

Türkiye’mizde yaklaşık yüz yıla yakın hep Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi deyip tutturmaktayız.

Ama hiçbir zaman hukukun ana hedefine ulaşamadık.

Güdümlü siyaset zaten buna engel oluyor.

İstesek de bulamayız, yakalayamayız.

Eğer güdümlü siyasetler, güdümlü demokrasileri uyguluyorsa hiçbir zaman olayların nabzını yakalayamayız.

Tıpkı bugünkü hal gibi toplumlar, statükoculuktan kurtulamayıp feodal yapının oluşmasına temel neden olmaktadır.

Feodal yapı, siyasi alanda devletin büyük bölümünü ele geçiriyorsa ve bu işi insanların gerçekleri seçemedikleri olayları arka plana alıp da feodal yapı veyahut paralel yapıları devlet bünyesinde yaratmaya neden oluyorsa, durum oldukça vahimdir.

Toplum, hukukun yüce mana değerinin çok gerisinde kalıyor.

Bu nedenle tıpkı bugün yeryüzündeki, özellikle Ortadoğu’daki devletçiklerden oluşan yapı tamamıyla İngilizin güdümlü siyasetine dayanmaktadır.

Bu itibarla diyoruz ki eğer bir toplum batı siyasetinin güdümünde yönetiliyorsa, o toplum hiçbir zaman milli irade gerçeğini yakalayamaz.

Zira milli irade gerçeği tümüyle İslam hukukunun uygulamasıyla gerçekleşebilir.

En derin saygı ve sevgilerimle.