TÜRKİYE VE CAHİLİYE DEVRİ (2)

Evet, sevgili dostlar.

Bir önceki gün “TÜRKİYE VE CAHİLİYE DEVRİ” başlıklı yazıma siz değerli okurların beğenisi üzerine gelen yoğun telefon, olumlu tepkiler nedeniyle bugünkü yazımı aynı paralelde, devam ettirmek istiyorum.

Şu bir hakikattır ki;

Türkiye’de olup bitenler tam manasıyla bir cahiliye devrini andırıyor.

Yaşanan ve yaşatılan ne yazık ki demokratik bir hukuk devleti adı altında yapılmakta!

Her ne kadar;

“Demokratik hukukun üstünlüğü ve cumhuriyeti kollama ve koruma” adına yapılıyor deniliyorsa da heyhat, hiçte öyle değil!

Tam tersine anılan bu ifadeler cümlesi cümlesine, tersyüz edilmiş mutlak bir cahiliyenin millete yaşatılmasıdır.

Yani tağuti ve zorba bir düzenin değişik bir versiyonudur.

Görülen gerçek bir yüzüdür.

Zira özellikle yazılı medyanın manşetleri..

Ve o manşetlerin paralelinde verilen haber ile yorumlar..

Beri yanda çoğulcu parlamenter sistemine dayalı meclisin uygulamaları...

Hepsi bir bütünlük içerisinde bizim söylediklerimizin kanıtlayıcı bir delilidir.

Saklı tutulmaya çalışılıyorsa da, gizlenen bir yüz deniliyorsa da ortada vaki olan gerçek yüzüdür.

* * *

Bakınız;

Dünkü Sabah Gazetesinde manşetten verilen haberi.

Başlık şöyle;

“POST MODERN FİŞLERE İMHA”

Büyük puntolarla yazılan bu haberin devamı şöyle;

“Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonunun ilk somut önerisi netleşti. 28 Şubat’ta BÇG’nin tuttuğu 81 ildeki fişlemeler yok edilsin”

Haberi pür dikkat cümlesi cümlesine ve inceleyerek sonuna kadar okudum.

Ama bir de bunun yanı sıra meşhur deneyimli kalem sahibi ve her dönemdeki Başbakanın dostu, özellikle Demirel’in de kadim dostu ve samimi sırdaşı olan Yavuz Donat’ın “Göz göre göre geldi” başlıklı yazısını okudum.

Gerek Sabahın manşetten verdiği haber olsun..

Gerekse deneyimli yazar Sayın Yavuz Bey’in yazısı olsun..

Birçok yönüyle tutarsızlık içermektedir, eleştirerek sizinle paylaşmak istiyorum.

***

Büyük puntolarla yazılan haberin önemli ve önemli olduğu kadar çarpıcı, dikkat çekici pasajlarını sizlere sunmak üzere yazıyorum.

“28 Şubat süreciyle ilgili incelemelerini gazetecileri dinleyerek sürdüren komisyonun raporundaki öneriler şekillenmeye başladı.

Komisyon ilk olarak BÇG’nin irticai bölücü faaliyetler adı altında yaptığı fişlemelerin imha edilmesini isteyecek.

İkinci pasaj şöyle;

“KAMUDA 3 BİN 500 KİŞİ

O süreçte aralarında Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı, Emniyet ve Sağlık Personeli, Okul Müdürü, Öğretmenlerin de yer aldığı 81 ilde 3 bin 500 civarında kamu personelinin BÇG tarafından fişlenildiği düşünülüyor”

Üçüncü pasaj şöyle;

“ADALET BAKANLIĞI LİSTESİ

İlgili bakanlıklara 28 Şubat’ta hakkında işlem yapılan personeli bildirin diyen komisyona son olarak Adalet Bakanlığı’ndan bir liste geldi.

Savcılığa 28 Şubat’ı anlatan Çiller de “Beni bile fişlemişler” demişti.

28 Şubat süreciyle ilgili mağdur sıfatıyla ifade veren Tansu Çiller’in “irticacı değilim ama beni de, partimi de fişlemişler” şeklindeki açıklamaları gözleri yeniden fişlemelere çevirdi.

Meclis darbe ve muhtıraları araştırma komisyonu 28 Şubat’ta yapılan fişlemelerin imha edilmesini önermeye hazırlanıyor.

Komisyon daha önce kurum ve kuruluşlarla ilgili yaptığı yazışmalarda 28 Şubat süreciyle ilgili BÇG olarak bilinen Başbakanlık uygulamayı takip ve koordinasyon kurulunca yapıldığı iddia edilen fişlemelere ilişkin bilgi ve belge istemişti”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Sabah’taki manşetten verilen haberde buraya kadar anlatmak istediğim gerçek şu;

Meclis darbe ve muhtıralar araştırma komisyonunun yıllardan beri yani bu hükümetin kuruluşundan günümüze dek hatta bu hükümetten önceki meclis araştırma komisyonlarının bugüne kadar yaptıkları araştırmalardan ne çıkmış, ne elde edilmiş, kimler sorgulanmış, kimler sorgulanmamış ve olup bitenlerin sonucu ne?

7 sene evvel benim şahsen meclisteki kurulan “Meclis araştırma komisyonu”na 40–50 sayfalık verdiğim ifade sonucunda hiçbir netice almamakla beraber, özellikle zülfü yâre dokunduğum için ve Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın da dosyayı ciddiye alarak sorgulamaya esas olarak mahkemeye vermesi ve aynı mahkemece kabul görmüş olmasına rağmen aynı komisyon tarafından ve aynı hükümet tarafından hem bana suçlama getirildi ve o dosya orada kapandı.

İktidar yüreklilik gösterip dosyayı meclise getiremedi.

Aynı zamanda benim hakkımda Türk medyası kalmadık suçlamayı getirdi ve Sayın Savcı Sarıkaya da netice itibariyle mesleğinden düşürüldü.

Çok büyük mağduriyet sonucunda ancak 5 sene sonra makam itibarı kendisine geri verildi.

“28 Şubat’tan kalan fişlemelere imha” adı altında meclis araştırma komisyonunun ifadeye çağırdığı eski Başbakanlardan Tansu Çiller’in bir cümlesi çok dikkatimi çekti.

Sayın Tansu Çiller’in “İrticacı değilim ama beni de, partimi de fişlemişler” şeklindeki açıklaması gerçekten derinden düşündürücü olsa gerek.

Türkiye’yi kimler nasıl yönetmiş, sorusuna da cevap aramak gerek.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Her zaman sizinle paylaşmak istediğim stratejik ana çizgi şu;

Gerçekten bu memleketin bölünmez bütünlüğünü isteyen iktidarlar, milletin birlik ve beraberliğini korumaya çalışan partiler ve meclis demokratik hukuk devleti anlayışıyla mı görev yapıyor, yoksa sadece yüzeysel şekilcilikle mi görev yapıyor?

Bana göre şekilcilikten öte bir devlet yönetimi yok!

Zira kavramlar kargaşası içerisinde kıvranıp çabalayan yönetimler ve Başbakanlar ne yazık ki, Yüce İslam Dinine “irtica” yaftasını yapıştıran darbeci cuntacıların anayasası hala da yürürlükte..

Ve Tansu Çiller gibi..

Bir dönem Başbakanlık yapmış biri, Demokrat bir kişi olarak kendini lanse ettiği halde “Ben irticacı değilim” demesine, doğrusu ben şahsen hiçbir mana veremedim.

Zira “Ben irticacı değilim” demekle irtica kelimesinin altındaki çıkan ifade İslam’dır.

Demek ki

Çiller “Ben İslam’a inanmıyorum ve Müslüman değilim” diyor!

Şu halde İslam’a inanmayan, “Müslüman değilim” diyen birileri nasıl Müslüman bir milleti idare etmek üzere Başbakanlık gibi önemli bir makama oturtturuluyor ve inanan bir milleti idare etmek üzere başa geliyor..

Bu ne yaman çelişki.

***

Demek anlaşılan odur ki;

BÇG’nin darbeci çetelerin İslam’a yakıştırdığı “irtica” kelimesini yerinde bularak zımnen ve hükmen “ben de sizin gibi düşünüyorum” yani “İrticacı falan değilim ama siz bizi fişliyorsanız o ayrı mesele” diyor!

Bana göre gelen giden hükümetler, iktidarlar, Başbakanlar…

Keza ana muhalefet partileri ve onların temsilcileri de şeklen kavgalı görünüyor ise de oysaki rejimin ve darbeci anayasanın getirmiş olduğu tüm uygulamalara sadıktırlar.

Kavgaları da, birbirine atışmaları da bize göre hep şeklidir ve ciddi değildir.

Bu nedenle görünen odur ki;

Hiç kimse elini taşın altına koyarak bu anayasanın değişimiyle ilgili herhangi bir ciddi çalışma içerisine girmiyor.

Gerçekten eğer meclis iktidarıyla ve muhalefetiyle bu milletin temsilcisi olarak inanıyorlar ise; derhal bu hukuk dışı, antidemokratik anayasayı değiştirerek yepyeni, tertemiz, milli duygu ve izanlarını temsil eden bir anayasayı gerçekleştirmelilerdir.

Ama bakıyorsun ki, heyhat!

Hiçbirisi buna yanaşmıyor.

Hileli yöntemlerle gününü gün ederek, vay araştırma komisyonuymuş, vay bilmem 28 Şubat’tan kalan fişlemelerin imhasıyla ilgili araştırma komisyonunun çalışmasıymış, bize göre bunlar hep hava ve şişirmedir.

***

Bu memlekette 28 Şubat’ın mezalimini tüm yönleriyle tespit edip, dosyalar halinde 25 Ocak 2005’te meclis araştırma komisyonuna verdiğim halde hiç kale alınmadı ve yüreklilik göstererek meclis gündemine dahi getirilmedi.

Aslında konunun ana kaynağı o tarihte Türkiye’de herkes derin uykudayken ben bu yörede JİTEM’le PKK’nın, Ergenekon’un işbirliği içerisinde olduğu gerçeğini belgelerle gerek Başbakanlığa ve gerek meclis araştırma komisyonuna sunduğum belgelerdir.

Sayın Yavuz Donat’ın ifade ettiği gibi;

“Post modern darbesi denilen olay da göz göre göre geldi, bugün kimse başını kuma gömmesin”

Biz de aynı paralelde Sayın Yavuz Donat gibi diyoruz ki;

Kimse başını deve kuşu gibi kuma gömmesin, kendi kendini kandırmasın.

Ya “deveyim” desin, ya “kuşum” desin.

Hem “deveyim” hem “kuşum” demekle olmuyor.

Yapay göstermelik çalışmalar, bu milleti bir yere götürmez.

Hele hele deneyimli yazar-çizer kalemlerin sahipleri sabah bir havada, akşam bir havada olmasın.

Günlük esen siyasi rüzgârlara kendini uydurarak kurtarıcı kahraman olarak kendilerini göstermekle Türkiyeyi hiçbir yere taşıyamazlar.

* * *

Bakınız, Yavuz Donat’ın dünkü yazısından bir iki cümle sizinle paylaşalım;

“28 Şubat denilen kirli süreçte bu rezillikler yaşanmadı mı?

TV’ler bu tür konuşmalara olanak tanımadı mı?

Mecliste üstüne basa basa anlattık, sürpriz değildi göz göre göre geldi..”

Peki Yavuz Donat’ın bahsettiği rezaletler neydi?

Ben onları da size söyleyeyim.

Yine Sayın Donat’ın kaleminden dökülen inciler;

“Televizyona bir konuşmacı çıkacak ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e ‘yosma’ diyecek, sonra da ekleyecek ‘Zaten ABD’de bir astsubay ile ortadan kaybolduğu iddia ediliyor’

Yalan mı?”

***

İşte bakınız, sevgili okurlar.

İki gün önce Meclis araştırma komisyonuna tüm detayıyla bunları anlatan deneyimli yazar Yavuz Bey’den sorulmalıdır.

Yavuz Bey, gerçekten samimiyetle elini vicdanına koyarak, itiraf etmelisin.

Sen o zaman da aynı yazıları yazabiliyor muydun?

Sen bu tespitlerini o gün de kaleme aldın mı?

Ve sen o zaman Çiller’in yanında mı yer alıyordun veyahut Demirel’in mi yanındaydın?

Bunları gerçekten tersyüz etmeden kamuoyuna anlatırsan çok memnun oluruz.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.