VAKIF MALI ALLAH’IN MÜLKİYETİNDEDİR, İNSANLARIN DEĞİL! (2)

Evet, sevgili okurlar.
Bir önceki yazımda ifade ettiğim gibi Milliyet Gazetesinin yazarlarından Güngör Uras Bey’in "Bayramda bir yetimhane hikâyesi" başlıklı yazısından bir alıntı yaparak bazı günümüzde olan gerçekleri kıssadan hisse olarak sizinle paylaşmak istemiştim.
Ve bu işin peşini bırakmıyorum demiştim.
İnceden inceye, detayıyla ülkemizde özellikle bölgemizde Vakıflarla ilgili birçok şaibeler söz konusudur.
Usulsüzlükler, rantların zincirlemesi bir hayli yaşanmaktadır.
Ki halen de devam ede gelmektedir.
Uzun süreden beri bizim kafamızı kurcalamıyor değil "bu kirli ve ranta dayalı" işbirlikler?.
Bölgemizin özellikle Diyarbakır’ımızın sesi, gözü, kulağı, eli, ayağı durumundaki SÖZ Gazetesinin bu tür şaibeli oluşumların peşinde olup, derinden derine irdelediğini her zaman bu köşede ifade etmekteyiz.

* * *

Bu nedenle Milliyet Gazetesinin yazarlarından sevgili Uras Bey’in "Bayramda bir yetimhane Hikâyesi" başlıklı yazısını okudum ve gerçekten kıssadan hisse de olsa haz duydum.
Adeta benim içimi okuyan bir yazı.
Nitekim bir bölümünü bir önceki yazımda sizinle paylaşmıştım.
Ancak diğer bölümünü de yine sizinle paylaşmak üzere bir konuk yazar olarak köşeme alıyorum.
Ve bu yazının okunmasını tüm Türkiye insanına tavsiye ediyorum.
Herkes ibretle okusun..
Bunun devamını da gerek bölge olsun gerek Diyarbakır olsun Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yıllardan beri bu yüce kurumu birilerine adeta peşkeş etmekte olup defalarca uyarmamıza rağmen bir türlü elini, ayağını kirliliklerden çıkarıp temiz tutma gayretine girmemiştir.
Niyeti de yok gibi.
Ama bu değildir ki; "kafayı kuma gömmek" bir çözümdür.
Er-geç, "el mahkum" kirliliklerden el çekmek!
Çünkü,
İdari ve Adli "makamlar" bir gün, hesap soracaktır.
Tıpkı, tarih içerisinde görülen hadiseler gibi..

* * *

"Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün araziyi ve yetimhaneyi "yap-sat"çılara "formülüne uygun" biçimde nasıl hediye ettiğini "Gerçek bir hayat hikâyesi" olarak sayın okuyucularıma duyurmuştum" diyen Uras gibi, biz de bunun paralelinde şöyle bir ifade kullanıyoruz!
Evet, Diyarbakır’ımızda bulunan Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yıllardan beri Bölge Müdürlüğü koltuğunda oturanların yapmış olduğu dürüst işlemler, yasal çerçevede çalıştığına dair, tatmin edici herhangi bir emareye rastlanılmamaktadır.
İlla ki şaibeler, illa ki usulsüzlükler, illa ki ihalelerin içindeki güle-oynaya görünen rantiyeler kuşku götürmez gerçeklerin başında geliyor.
Şunu da hemen belirteyim ki, yaklaşık bir buçuk seneden beri şu Ulu Camii’nin haline bakıldığında "kurum" kendini zaten ele vermektedir.
Ama Uras Bey’in dediği gibi,
"Bebek sırtlarında 45 dönüm yemyeşil arazi içindeki Fransız okullarına ve yetimhanesine el koyan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün araziyi ve yetimhaneyi "yap-sat"çılara "formülüne uygun" biçimde nasıl hediye ettiğini 20 Şubat 1998 tarihinde "Gerçek bir hayat hikâyesi" olarak sayın okuyucularıma duyurmuştum" diyor.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arazi ve yetimhaneyi "yap-sat"çılara "FORMÜLÜNE UYGUN" ifadesi gerçekten Türkiye’nin acı bir gerçeğidir.
Zaten kamuya ait birçok kurum ve kuruluşların yaptıkları nameşru yasa dışı işlevler; hep formüle edilmiş, kanunlara uydurarak biçimlendirilmiş durumda.
Deyim yerindeyse "Bozacının şahidi şıracı" misali, yani güle oynaya ittifak ve anlaşmalar hep aynıdır.

* * *

Demiştik ya "kimin eli kimin cebinde belli değil?"
Öyle ise de zaman zaman acı gerçeklerin üzerine gittiğimizde yakalanıyorlar ve kendilerini ele veriyorlar.
Şu Ergani yolu üzerindeki Şilbe ve Dokuz Çeltik köylerinin vakıf arazileri?
Nasıl ve kimlere peşkeş çekildi?
Nasıl gecekonduların hışmına uğradı?
BDP'li Belediyelerin adeta oy deposu haline gelen o gecekondular "nasıl" orada bitiverdi?
Ve sahiplerine hiç kimse müdahale edemiyor.
Devlet de müdahale etmiyor, Vakıflar Bölge Müdürlüğü de müdahale etmiyor.
Bilakis, "al gülüm ver gülüm" misali birçok yönüyle göz yumulmaktadır.
Görmezden gelinmektedir ve "istemem yan cebime koy" misali bu şekilde formüle edilmiş vaziyette Vakıf arazileri "çar-çur" edilmektedir..
Yıllardan beri bu vakıf arazileri "Ahmetin yağma böreği" misali dağıtılmıştır.
Her ne kadar;
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün direktifleriyle zaman zaman harekete geçilmiş ise de, yapılan araştırma ve soruşturma yargıya intikal etmişse de ama heyhat "çıkmaz sokak" misali yargı da bu işin içinden çıkamayacak gibi görünüyor.
Dedik ya "istemem yan cebime koy.."
Vakıflar Genel Müdürlüğü "gelen gideni aratıyor" misali hiç çare bulmamıştır ve hep güzel güzel formüle ederek işi kitabına uyduruyor.

* * *

Ya bir de dahası var.
Şu Karacadağ eteği sayılan Siverek yolu üzerinde bulunan büyük çaplı bir araziye sahip olan Örfüoğlu vakfı.
Vakfın kuruluşu ve amacları ile faaliyetleri tam bir tezat teşkil etmekte.
Hele, Vakfın mütevelli heyeti tarafından icra edilen işlemler vardır ki, "akıl sır" erdirmek zor.
Nasıl kanuna uydurulmuş, şekillendirilmiş, biçimlendirilmişse meçhul..
Hele hele o mütevelli heyetin içinde bu tür hukuki meseleyi bilen bir avukat söz konusu ise, zaten hiç kimsenin diyeceği yoktur.
Herşey çok güzel formüle edilmiştir.
Kitabına ve kanuna uydurulmuş, hatta ve hatta mahkeme kararıyla tescil edilmiş bir hal...
Ama Sayın Uras’ın dediği gibi "yap-sat"çılara formüle edilme şekli aynı bu şekilde hep "yap-sat"çılara veren Vakıflar Genel Müdürlüğü adeta kulağına pamuk tıkamıştır.
Olayın en ilginç ve en dikkat çeken tarafı da şu ki;
Bu alım satım işini veyahut vakfın yasal prensipler içerisinde güzel formüle edebilen kişi vakfın başına yetkili olarak getirilirse ona ne diyorsunuz?
Yani bir süre önce Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürü iken sonradan hakkında çıkan bazı dedikodular ve şaibeler nedeniyle Genel Müdürlük himayesine alırcasına Diyarbakır’dan alıp Kayseri gibi büyük bir ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün başına getirilen bu zat, bu Örfüoğlu vakfı ortaya çıkınca hemen görevinden istifa edip,  vakfın başına getirttirilmesi apayrı bir şayan-ı dikkattir.
Çünkü bu işin ustası olması gerekir.
Yani bu işi tam formüle edebilmiş becerikli bir bürokrat olmalıdır ki "işler" tıkırında yürüsün.
Bu tür elemanlar alınırsa mutlaka Genel Müdürlük bünyesinde hatırı sayılır olur?
Ne diyeyim?

* * *

Hiç kuşkusuz ki; Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim yerinde kullanılmayan Vakıfların vebalinin ne kadar ağır olduğunu bildirmektedir.
Belirlenen Vakıf arazileri veyahut herhangi bir diğer mal, mülk, para vs. her ne ise hedeflenen yere göre kullanılmadığı taktirde onu değiştirenin, ağır günahı onu hedefinden değiştirip şaşırtanların üzerinedir.
Vakıflarla ilgili ayet El-Bakara Suresi’nin 180 ve 181. ayetleridir.
Bu ayetlerin Türkçe Meal-i Şeriflerini burada sizinle paylaşalım.
180. ayet şöyle;
"Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (bir mal) bırakacaksa ana babaya ve akrabalara meşru bir surette vasiyet etmek size farz kılındı. Bu takva sahipleri üzerine bir borçtur"
Yani Allah’tan korkan insanların üzerine ağır bir vebaldir.
181. ayet ise şöyledir;
"Şimdi kim bu vasiyet yapıldıktan sonra onu hedefinden değiştirirse onun günahı ancak onu değiştirenler üzerindedir. Şüphesiz ki Allah Semii, (vasiyetlerinizi işitendir) Alim’dir, yaptığınız her şeyi hakkıyla bilendir"
Evet, sevgili dostlar.
Bu ayetler bize bunu bildirirken, bir de İslam hukukuna göre Vakıf mallarının yerinde kullanılmayıp, hedefinden çıkaran kişilerin ne kadar vebal altında olduğu da açık ve nettir.
Aynı zamanda hukuksal olarak da düşünürsek, bunu yapanlar hakkında çok ağır müeyyidelerin olması gerekir.
Çünkü vasiyet edip de Allah yoluna kendi yakınlarına, vakıf olarak mirasından bıraktığı o servet, hiçbir zaman birilerine çıkar uğruna peşkeş edilemez ve ettirilemez.
Haramdır, vebaldir, günahtır.
Buna hiçbir vicdan dayanamaz.

* * *

Ama ne çare ki günümüzdeki evrensel, çağdaş, medeni ve hukukun üstünlüğüne saygılı bir Türkiye (!)’de bu tür şeyleri hiç de kimse umursamıyor.
Sayın Uras’ın dediği gibi "Vakıf İslam Türk Hukuku’nun en önemli müesseselerinden biridir, daha doğrusu biri idi.
Vakfedilen mal, vakıf malı Tanrı mülkü sayılır, temellük edilemez (başkasının himayesine konulamaz) malını Tanrı’ya bağışlayan hayır sahibinin ölümünden sonra Tanrı malı olan vakıflar amacı dışında kullanılamaz, kullandırılamaz, satılamaz.
Vakıf sadece biz de yok (bütün dünyada vakıf eseri Tanrı’nın devletin ve kulun himayesi altındadır).
Osmanlı’larda fıkıh kurallarına göre yönetilen vakıflar 1935 yılından sonra çıkarılan kanunla Türkiye Cumhuriyeti devleti adına Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün korumasına alındı.
Ama ne yazık ki, Tanrı mülkleri son zamanlarda kullara peşkeş çekilmeye başlandı.
İstanbul’da Mimar Sinan’ın yaptığı vakıf hamamlarını "yap-sat"çılar çarşıya dönüştürdü, vakıf sebilleri ayakçı meyhanesi oldu.
Böyle bir ortamda Bebek gibi değerli yerde 45 dönüm arazi içindeki okul binaları ve yetimhane yağma dışı kalabilir miydi ki?
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1990 yılında sessiz sedasız yap-işlet-devret şartı ile 45 dönümlük arazi içindeki okul binalarını bir müteşebbis gruba hediye etti.
Şimdi sayın okuyucularım Allah Allah bu müteşebbis grup yetimhaneyi ne yapacak ki?"
Evet, Sayın Güngör Uras’ın buraya kadar ifadesini sizinle paylaşıyorum.
Yazımız devam edecek.
En derin saygılarımla.