YENİ BİR YAPILANDIRMA GEREK!

Evet, sevgili okurlar!
Bilindiği gibi ülkemiz her sabah yeni bir acayipliklerle karşı karşıya kalmaktan kendini kurtaramıyor.
Gariplikler, insanlık dışı mutlak vahşet, toplumun bünyesinde oluşa gelen haydutlaşma, insanı apayrı bir biçimde düşündürüyor.
Ve bu düşünce sonucunda herkes kendi kendine başını öne eğerek mırıldanmaya başlıyor, "bu ülkenin hali ne olacak, bu millet, bu toplum, böylesi insanlık dışı antidemokratik vahşetle mi kalkıp oturacak?"
Peki bu millet bunu hak etmiş mi? Kurtuluş çaresi nedir?  Ve ne zaman ve ne gibi reçetelerle bu toplum kurtuluşa erebilir?
Diyebiliriz ki bu gibi derin düşünceye dalan ve kendi kendine mırıldanan insanlar toplumun % 90’ı olabilir.
Çünkü herkes artık bıkmıştır. Olaylar cinnet getirmeye kadar varmıştır. Hatta birçok insan intihar gibi insanlık dışılığa sürüklenmektedir.
Gerçekten bu ülkeyi, devletiyle, milletiyle bir bütünlük içerisinde düşünen herkese şu görev düşmektedir.
İktidara, Başbakan’a şu çağrıda bulunrak, şöyle seslenmelidir:
"Beyler lütfen bir an evvel elinizi çabuk tutun. Derin girdaplara düşerek boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu ülkeyi kurtarın.
Ama kimden?
Tabii ki, karanlık güçlerin vesayetinden, askerin dayatmasından, darbecilerin ve cuntanın hükümranlığından, tek kelime ile söylemek gerekirse yıllardan beri devrimlerin mevcut anayasasından bir an evvel bu ülkeyi kurtarın."

 

***

 

Sabahları insanlar yatağından kalkarken, Bismillah deyip kahvaltı üzerine otururken, TV ekranlarına baktığında çok kötü manzaraların görünümünden kendini alıkoyamıyor.
Her değişik bir TV kanalı apayrı manzaralar gösteriyor, haberleri veriyor.
Tüm bunlara karşı hâlâ da bu ülke bir bütünlük içerisinde yaşama şansını koruyorsa o da bambaşka bir şanstır bize göre.
Evet, kesinlikle ülkenin bütünlüğü, milli birlik ve beraberliğinin korunması için bize göre yegâne kurtuluş çaresi, devlete yepyeni bir biçimlendirme şekli, anayasanın değişimi ile yepyeni bir yapılandırma reformunun gerçekleştirilmesidir.
Yani kamu kuruluşlarının tümüne yeni bir biçimlendirme, demokratik, çağdaş, yepyeni bir dünyanın kazanımı şart.
Zira bu sistem, bu düzen, bu hal artık muhaldir.
Herkes yeni bir değişimle, yeni bir yapılandırma ile yeni bir Türkiye istiyor.
Çünkü bu anayasa, darbeci devrimlerin yıllardan beri sürdürdükleri antidemokratik yapılarını içermektedir.
Bu devleti, bu milleti, bu insanları çok kötü maceralarla karşı karşıya getirmiştir.
Öylesine bir hal almış ki, hergün değişik versiyonlu yeni terör vakalarıyla karşı karşıya gelmektedir.
Soygun, talan, rüşvet, iffetsizlik, cinayet, katilam vs.
Her şey ama her şey ile karşı karşıya kalan bu ülke artık kendine çağdaş bir medeni dünya seviyesine ulaşma şansını yakalamak istiyor.
Çünkü ümitsizliklerle dolu bir hayat hali yaşıyor.

Bakınız solcu Marksist, faşizan tutumları ile bilinen CHP ile MHP muhalefeti yanlarına minik BDP’yi de alarak hükümetin atmak istediği her adımı engelliyormad ve gelişmelerine çelme atıyorlar.
Demokratik açılıma son hızıyla takoz koyuyorlar.
Herkese İllallah dedirtiyor.
Çok değişik oyun ve entrika versiyonlarla gününü gün ediyorlar.
Bize göre ülke, mevcut anayasa bünyesinde bulunan bir HSYK ile bir yere varılamaz. Anayasa mahkemesinin meclis üzerinde bir güç olma anlayışı daha ne zamana kadar devam edecektir?
Askeri vesayet ve cunta tehditleri bir türlü önlenemiyor.

Dünkü gazetelerin sürmanşetlerine, 1. sayfalarına bakıldığında çok büyük ibretlik levhalarla karşılaşmamak elde değil.
Büyük puntolarla yazılan haberler gerçekten ürkütüyor.
Bakınız dünkü vakit gazetesinin manşeti şöyle;

"HSYK’DA SİNSİ PLAN!"
Bu başlık altındaki haber şöyle devam ediyor; "HSYK içerisindeki bazı üyelerin yaz kararnamesinde görevden alamadıkları Zekeriya Öz’ü güz kararnamesi ile terfi ettirerek başka bir şehre Başsavcı olarak göndermek istedikleri iddia edildi. Her yıl Kasım ayı sonunda Adalet Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyurulan güz kararnamesi, HSYK’daki bazı üyelerin ETÖ hakim ve savcılarının görev yerlerinde değişiklik yapmak istemesi yüzünden Ocak ayı gelmesine rağmen açıklanmış değil."

Anlaşılan odur ki, yıllar öncesinde Adalet Bakanlığı görevini yapan solcu Cumhuriyet Halk Partisi’nin Adalet Bakanı Mehmet Moğultay, bilinen bir mezhebin ideolojik taassubuna kapılarak binlerce atadıkları hakim ve savcılar aynı ideolojik mezhebe bağlı olan kimselerdir.
Ve bugün o yanlış ideolojinin taassubuna bağlı kişiler, yargı gibi önemli bir kurumun kilit noktalarını ele geçirmiş, o mezhepçilik taassubu içerisinde ideolojyalarını sürdürmektedirler. Bu kurum gibi devletin diğer birçok kurumlarında da aynı hal yaşanmaktadır. Hani derler ya "Görünen köye kılavuz istemez" misali.
Aynı HSYK 1996’nın son aylarında 2000’li yıllara kadar Diyarbakır DGM Başsavcılığı görevini sürdüren Nihat Çakar, yaptığı birçok yanlış ve yanlı işlerinden dolayı nihayet o günün Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün marifeti ile yapılan şikâyetler üzerine, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğine atanması sağlanmıştır.
Düşünün tam 10 yıldır bu meslekte hiç kimsenin böyle uzun uzadıya aynı yerde görevini sürdüren kaç hakim ve savcıya nasip olmuştur. Aynı HSYK o günden beri bu kişiyi adeta himayesi altına almış, Adalet Bakanlığı’na deyim yerindeyse yanıltıcı bir uyutma şalını çekmiş durumda. Oysaki Nihat Çakar’ın Diyarbakır’da bulunduğu yıllarda şimdiki tutuklu olan Albay Cemal Temizöz ile birlikteydiler. Cemal Temizöz bir Jandarma Subayı olma ile aynı zamanda JİTEM’in başı olması münasebetiyle hergün Diyarbakır Adliyesinin koridorlarında dolaşıp duruyordu. Nihat Çakar’ın bir emir subayı gibi hareket ediyordu. Astıkları astık, kestikleri kestik. Bildiğini okuyordu. JİTEM, PKK itirafçıları hepsi onun kumandası altındaydı. Özellikle Şemdin Sakık ve Mutkili Ali Kaya ile iç içeydi.
Kader tecellisine bakın.
İşte buyurun sevgili okurlar kaderi ilahi nasıl tecelli ediyor.
O gün üniformalı, başı dik berrak bir komutan olarak Adliye koridorlarında dolaşıyordu. Bugün, tam 12 yıl sonra aynı insan aynı adliye koridorlarında eli kelepçeli olarak dolaşıyor ve sanık sandalyesinde. O günlerde, yani 1998’in Mart ayının son günleriydi. Nihat Çakar, bazı PKK’lı itirafçılarıyla birlikte beni de gözaltına aldı ve beni o gece infaz ettirmek için itirafçıların arasına sokmak istedi. Ama o gece hayatımı kurtaran Diyarbakır İl Emniyet Müdürü merhum Gaffar Okkan ile Savcı Abdürrahim Yaman oldu.
Çünkü bunlar, o gece adeta beni koruma altına aldılar ve Cemal Temizöz’e teslim etmediler.
Cemal Temizöz kimdir?
Size onun biyografisini de burada sunayım.
Cemal Temizöz, Çorum yöresinin alevi bir köyündendir. İnançsızdır ve acımasızdır. Bu yöre insanının baş düşmanıdır. Bugünkü Antalya CHP’li Belediye Başkanı Profesör Mustafa Akay’ın yakınıdır ve köylüsüdür. Aynı ideolojiye mensupturlar. (Eski Akdeniz Üniversitesi Rektörü)

Aynı zamanda bir ay önce intihar eden Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı Albay Ali Tatar ile aynı yakınlıkları da bilinmektedir.
Keza yıllardan beri HSYK’yı işgal eden başta Ertosun olmak üzere diğer bazı üyeleri, aynı ideolojik mezhebe mensupturlar. Bunlar gibi daha neler neler?…  çıplaklığıyla ortadadır. Bu illetli hastalığa karşı dirayetli teşhis ve gerçek radikal bir tedavi reçetes şart. Bu da mevcut anayasanın değiştirilmesidir.
Türkiye’ye yeni bir yapılandırma ve yeni bir biçimlendirme uygulaması gerekli. Yoksa seçimden seçime kadar bu millet buna da artık dayanamaz.
Nitekim dünkü medyanın birçok önemli gazetelerin manşetleri şöyleydi.
"KRİZİN ODAĞI 82 ANAYASASIDIR" derken ben de bugünkü yazımı bu anlayışla kaleme aldım ve bu paralelde sonuçlandıracağım.

Zira anlaşılan odur ki, son zamanlarda tartışmalı olarak ortaya çıkan Danıştay’ın bazı kararları, HSYK kaynaklı atama krizi ve CHP itirazları ile yasama ve yürütmeyi kilitleyen Anayasa mahkemesi kararları, mevcut anayasanın yeniden tartışılmasına yol açtı.
Yaşanan krizlerin darbe kalıntısı, 82 anayasası olduğuna işaret eden bir çok hukukçu ve yargı mensubu ve bazı siyasiler, sivil ve demokratik kuruluşlar şu kanıya varmışlardır.
Tek kelime ile Türkiye’ye lazım olan demokratik bir anayasanın oluşturulması kaçınılmazdır.
Artık hükümet düğmeye basmalıdır. Zira bu anayasa yıllardır, Türkiye’nin önünü tıkatmıştır.
Yasama ve yürütmenin işlevini kilitlemiştir. Yargı kurumlarının çıkardığı engellerin ancak anayasa değişikliği ile ortadan kaldırılabileceğini belirten birçok uzman ittifak etmişlerdir.
Üst seviyedeki yargı kurumlarının kendilerinin birer kriz dönemi ürünü olduğuna dikkat çekiyorlar. Tıpkı bizim de yazımızın başında değindiğimiz gibi.
Sevgi ve saygılarımla.